Modern insanın teknoloji karşısındaki endişesi
Çoğumuz; anlamadığımız şeylere “daha çok” teknoloji demeye başlamış olabiliriz diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Geçtiğimiz günlerde, özel işlerim nedeniyle İzmir’e gittiğimde, derinlemesine muhabbet etmeye fırsat bulduğum; evinde 3D televizyon, ev sineması sistemi, klima, her türlü elektronik mutfak eşyası olan, asansörlü, şüphesiz elektrik ve suyun bulunduğu ve kapı önünde tiptronik sistemli arabası olan, cep telefonu kullanan, gününün büyük bölümünü borsada bilgisayar başında geçiren yakın bir arkadaşım: “Ben teknolojiden çok anlamıyorum ve karşıyım da zaten…” deyince neye uğradığımı şaşırdım…
Şaka yapıyor ya da muhabbeti geliştirmeyi kolaylaştırmak için tersten girdi konuya gibisinden düşünürken, yüzünde 27 yıldır aşina olduğum ikna edici ciddiyeti görünce tümden afalladım; yukarıda belirttiğim ürünleri liste olarak arkadaşıma sıraladım: “Bunları teknoloji saymıyorsun sanırım”.
Söylediğimin anlaşılır ve reddedilemez olduğundan o kadar emindim ki…
Ama arkadaşım benden de emin bir tonda: “Evet evet, onları teknoloji olarak görmüyorum” dedi…
Kafam karışmıştı ve kaygıyla ona baktım: “Mesela; Facebook’ta olmak sokakta çıplak olmak ya da mahreminin ortalığa dökülmesi gibi geliyor bana…” dedi az önce kendinden emin tonu yitirmiş bir sesle mırıldanarak ve ekledi: “Çok karşıyım teknolojiye…”
Yani sadece anlayamadığımız değil, korkmaya başladığımız şeylere de teknoloji demeye başladık gibi görünüyor artık.
Eskimeyen sorular
Bir tekno şüphecinin eskimeyen sorularına bakalım:
➣ Teknoloji bizim için o kadar iyiyse, neden hepimiz ondan istifade edemiyoruz?
➣ Eğer iş takibinde bilgisayarlar daha etkiliyse niçin memurlar daha çok ücret almıyorlar?
➣ Neden bilgisayarlar hayatımızı daha zenginleştirmek yerine, daraltıp, sınırlama amacıyla kullanılıyorlar?
➣ Niye bu kadar çok bilgisayar sistemi kullanılıp, kişisel özgürlüğümüz genişletileceğine kontrol ve gözetim altında tutuluyor?
➣ Bilgisayar teknolojisi birçok mesleği ortadan kaldırdığına göre, bu boşluğu dolduracak yeni işler nerede?
➣ Niye sokaktaki adama teknolojiyi izah etmek için bu kadar az çaba sarfediliyor?
➣ Niye kamuoyu ve hükümet; teknolojik yenilikçiliğin, ilerleme anlamına geldiğine iman etmişcesine kabulleniyor?
➣ Niye teknokratlar teknolojiyi anlatırken anlaşılmaz bir dil kullanıyorlar?
Kaynak: Ian Reinecke, Elektroniğin Büyüsü, İnsan Yayınları, 1992
Avustralyalı teknoloji yazarı Ian Reinecke, bunları 20. yüzyılda ve 1980’li yıllarda soruyordu, soruların küçük değişikliklerle ama yüzde 100 hala geçerli olması, neden ilgili herkese tüyler ürpertici gelmiyor, gerçekten anlayamıyorum.
Kavranamaz olan mı teknolojidir?
Başka bir arkadaşım da bir gün, güzel mavi gözlerinde apaçık okunan bir umutsuzluk ve derin bir teessürle bana bakarak: “Artık kimse okumuyor, herkes bilgisayar karşısında internette, e kitap diye de birşey çıkmış, oysa kağıt bambaşka…” diye serzenişte bulunduğunda benzerini yaşamıştım.Oysa aynı arkadaşım çeviri yaptığında (yıllar önce) disketteki dosyanın Kb cinsinden miktarını belirli bir miktarla çarparak ödeme alıyordu. 1000 Kb’lik bir yazı 100 TL gibi. Bunu ondan ilk duyduğumda pratiklik karşısında şaşırmıştım, şu anda da büyük olasılıkla karakter sayısı hesaplanarak yapılıyordur bu. O da, çeviriyi bilgisayarda yapmayı ve belgeyi disketle vermeyi teknoloji saymıyordu.
Matbaa ve internet: Şeytanın İcatları
İncunabula: Matbaanın icadından sonraki ilk 50 yıl içinde basılan kitaplara, matbaanın bebeklik döneminde basıldıkları için, Latince “beşikte” demek olan bu isim verilmiştir.
Matbaalarda basılan kitap, Avrupa tarihinde toptan olarak üretilen (= satılan) ilk meta olmuştur. Matbaanın bulunuşundan sonraki ilk 50 yılda, 8 ila 20 milyon incunabula kitap basıldığı düşünülmektedir ve bu yoğunluk ve çokluk, matbaanın “şeytan icadı” olduğu düşüncesini de ortaya çıkarmıştır: Tıpkı günümüzde, internetin yaygınlığının “bütün kötülüklerin anası” olduğu düşüncesine neden olduğu gibi.
Dikkatle bakıldığında, asıl olanın, her dönem için; muktedirlerin, bilgi akışını yönetememek ile ilgili kaygılarının egemen ideoloji ve hatta geçerli hukuk haline getirilmeye çalışılmasını apaçık görebiliyoruz…
İnternet ile ilgili süreçlerin de “beşikte” olduğu gerçeğiyle barışarak, verimli ve yararlı modeller kurulması gerektiğini tekrar tekrar vurgulamak, baştan aşağı yeniden kurgulamak zorunda kalacağımız kaçınılmaz görünen zihinsel coğrafyaların algı savaşlarına neden olmamasına da yardımcı olabilir.
Gerçekliği çarpıtma alanı
Steve Jobs, ABD dışında -orada bir ikondu zaten gençliğinden bu yana-, ölümünden sonra, dünyaya etkisi su yüzüne daha fazla çıkan modern karakterlerden biri haline dönüştü. 56 yıl gibi, 20. yüzyıl için çok kısa, son dönemi de ağır hasta olarak bir ömür sürmesine karşın, takdir edilesi ve örnek bir yaşamı olmuşcasına, garip, anlaşılması güç bir yüceltmeye tabii tutuldu, sanki birileri bize: “Onun kadar yaşayacaksın ama, onun kadar da etkili (zengin) olacaksın” dese kabul edecekmişiz gibi bir hava oluştu.
Hayatının bütün ayrıntıları göz önüne serildi, bir çoğunun aşırı bireysel olduğunu gördük ve bazılarından kendi adıma utanç bile duydum, yine de, benim en çok ilgimi çeken, Avie Tevanian’ın, Steve Jobs’da “gerçekliği çarpıtma alanı” bulunduğunu ve bu güçle, insanların imkansız gibi görünen şeyleri başarmalarını sağladığını anlatması oldu.
İlginçti ve tabii ki bu, insanlık tarihinde ilk kez olmuyordu.
Feyerabend da, Galileo için: “Kendi görüşleri için olguları saptırmıştır…” biçiminde bir sav öne sürer, diğer yandan, etkileyici bir yöntem tartışmasına girdiği bir başka düşünce insanı olan Machamer’e cevaben: “Peter Machamer, Galileo’nun gözlemlerinin paradoksal yanlarından hiç söz etmiyor” biçiminde bir ekleme yaparak, Galileo’nun ay ile ilgili paradoksal varsayımlarından örnekler verir. Bu noktada, bilimin 17. yüzyıldaki sorularının yapısına dikkatimizi çekerek, Galileo’nun çağdaşı Kepler ile ilgili şu cümleyi kurar: “Kimse Kepler’in bu farklar konusunda kafa patlatıp patlatmadığını bilmiyor; bu da gözlemler üzerine ne kadar az düşünüldüğünü gösterir”.
Hemen ardından bizi en çok ilgilendirecek tespiti yapacaktır: “Bu düşünce eksikliğidir ki, Galileo’yu çağdaşlarının önüne geçirmiştir…”
Kaynak: Paul K. Feyerabend, Yönteme Hayır, Ara Yayıncılık, 2. Basım, 1991, syf: 132
Başarıyı belirleyen öteki mi?
Evet: “Bu düşünce eksikliğidir ki, Galileo’yu çağdaşlarının önüne geçirmiştir…” Bu cümlenin içindeki özneyi kaldırıp, yerine ne koyarsak koyalım bize ilginç bir bakış açısı sunmakta: Çağın sorunları üzerine kafa patlatılan, gözlem, izlek, bağlam ya da adına her ne diyeceksek “düşünce”ler, çağdaşlar arasındaki sıralamayı belirleyecektir. Şüphesiz, burada zaman zaman şansın da payı olacaktır, çevrenin, imkanların, ilişkilerin… Galileo için olduğu kadar, Jobs için de olduğu gibi…
Kaos ve yapılanma
Umutsuzca bir kimlik arayışına dönüşmesi halinde; ilgili bütün tarafların birbirini hırpaladığı gündelik bir eziyete dönüşecek gibi görünen, internet ve web işlerini kapsayan iş hayatının (esasen hayatı sürdürme çabasının) oluşturabileceği koaosun etkilerini sınırlandıran bazı temel kurallara duyulan ihtiyacın, bilinmedik ya da denenmedik bile olsa bazı yollarla yeniden tasarlanması gerekebilir.
Teknoloji kaygısı ve hayat
Sevdiğim insanlarla aramda giderek bir anlaşılmazlık uçurumu mu açılıyor?
Böylece teknolojiden anlamayan, korkan ve “sevmeyenler” ile seven ve anlamaya çalışan en azından korkmayanlar arasında da aynı endişe ve korku, başka kılıklarla da olsa virüs gibi yayılıyor.
Korku ve endişe hala bulaşıcı… Aşk gibi…