2010
Dünya Bankası’nın Aralık’ta duyurulan bir raporuna göre, Türkiye’nin de içinde bulunduğu 6 güney-doğu Avrupa ülkesinde, krizdeki talep daralmasından en çok genç ve inovatif firmaların etkilendikleri ortaya çıkmış. Aslında şaşırtıcı değil. Tüketiciler krizde bir şeyleri almaktan vazgeçeceklerse, bunlar inovasyonu yüksek ürünler oluyor. Geleneksel ürünlerin satışı ise pek azalmıyor. Çünkü, bunları edinme bedeli görece daha az. Geleneksel ürünleri kullanma bedeli belki daha yüksek olabilir ama, bu kadar derinlemesine inceleyen tüketici az. Önemli sonuç, “krizde inovasyona dayalı ürünlerin gerilemesi”. Bunları yaratan şirketler küçüleceği veya tümüyle ortadan kalkacağı için ülkenin inovasyon yeteneğinin erimesi ile karşı karşıyayız.
Belki, Vakıflar Bankası’nın yüzde 2 komisyon ile KOBİ’lerin alacakları kredilerin yüzde 80’ine 1MTL üst sınır ile garantör olması ve Dünya Bankası’ndan sağlanan 250M$ kredinin Halk Bankası ve Türkiye Sınai Kalkınma Bankası aracılığı ile KOBİ’lere aktarılması ile bu kesim bir nefes alabilir. Ancak bir KOBİ, bu krediler ile normal yaşama döndürülmüş olmayacak. Yalnızca ölümden, o da şimdilik, kurtarılmış olacak.
Çoğu, KOBİ ve inovatif olduklarından pazarları çok daralan bilişim şirketlerimizi normal yaşama döndürecek olan, onlara kredi değil iş vermek. Hani krediyi o şirketlere vermek yerine o kredi ile e-Devlet projeleri yaratılsa, bunları o şirketler yapsa, “çark dönecek”. Çünkü, elde para olması, katma değer yaratmak ve para kazanmak demek değil; halbuki e-Devlet projesi, katma değer ısmarlıyor ve para kazandırıyor.
Biz, sanırım, yaşadığımız krizin, yurtdışında olduğu gibi finans kökenli olduğu düşüncesi ile hareket ediyoruz. Bu nedenle yurtdışında olduğu gibi kredi olanakları yaratıyoruz. Halbuki, kazanılmış bir ihalenin, alınmış bir işin işletme sermayesi yokluğundan ötürü yerine getirilemediğine ilişkin sızlanmalar duyulmuyor. Daha çok duyulan “iş yokluğu”. İş yokluğunu da kredi vererek çözümlemek çok zor.
Yeni yıl, krizden çıkarak esenliklere ulaştığınız bir yıl olsun.