Demokratik ülkelerin uyarılarına karşın Türkiye yine otokratik dünyada yer aldı
Kelime bulutu resminde görülen yeni 5651 yasasının internette sansür, gözetleme ve fişlemeye kapı açacağı üzerine haftalardır konuşuldu ve yazıldı. Bilişim STK’larımız önemli çalışmalar yaparak çekincelerini ve önerilerini ayrıntılı bir şekilde açıkladı (örneğin: http://bit.ly/1gRLTos). Çoğunluk değil çoğulcu anlayışla yönetilen, temsili değil katılımcı demokrasiyi özümsemiş hemen her ülkeden, o ülkelerin medyasından ve STK’larından sert tepkiler geldi. Örneğin, Avrupa Birliği’nde hem Avrupa Komisyonu’nda (http://bit.ly/N6e0WD) hem Avrupa Parlamentosu’nda (http://bit.ly/1e4lbEz) hem Avrupa Dijital Haklar (EDRI) STK’sında (http://bit.ly/1oN32UE) hem de Avrupa medyasında (Örneğin: http://econ.st/M9ZrAv, http://bit.ly/1m6anwo) yeni kanun sert bir şekilde eleştirildi. Hatta, ciddi yayın organları, Türkiye’nin bu yasayla artık yeni bir Çin olma yolunda olduğunu yazdı (http://bit.ly/1c1gpI8). Birleşmiş Milletler bile bu yoğun ve keskin eleştirilere katıldı (http://bit.ly/1bij2KP). Eleştiri ile de yetinilmedi. Avrupa Parlamentosu’ndan Avrupa Komisyonu’na yazılı soru önergeleri verildi (http://bit.ly/1eMKvix, http://bit.ly/1h1TIXB) ve Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini ihlal ettiği iddia edildi. Bunların hiçbirini umursamayan hükümetin ısrarı ve iktidar partisinin TBMM’de kalkan elleri ile yasa geçti.
Dokuz yıla yakın parlamenterlik deneyimimde karşılaşmadığım bir garip sürecin ve panik havasının TBMM’de bu yasa ile yaşandığını geçen yazımda özetlemiştim (http://bit.ly/1ggQhvr). Yasa TBMM’den geçtikten sonraki süreçte iki garip durum daha yaşandı.
Birincisi, yasa TBMM’den geçip Cumhurbaşkanı’nın önüne gittiği gün, UDH Bakanı Lütfü Elvan’dan yasaya ilişkin çıkacak yönetmelikler konusunda aceleyle açıklamalar yapıldı. Yani, yasanın eksikliği dolaylı bir şekilde kabul edilmiş oldu. Oysa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi içtihadına göre, özgürlükleri sınırlayıcı bir yasanın öngörülebilir nitelikte olması gerekir. Eskisinde olduğu gibi yeni 5651 sayılı yasada da idarenin (yani, TİB’in) keyfiyetine bırakılan, yani öngörülebilir olmayan maddeler vardı. TİB’in yetkileri, Fatih Sarı’nın da yazdığı gibi (http://bit.ly/1cZdHmT) yasamanın üstüne çıkarılmış ve uygulamaya ilişkin önemli konular yönetmeliklere bırakılmıştı. İşte, aslında yasanın içinde yer almış olması gereken bu konular üzerine aceleyle açıklamalar yapan bakan Elvan, öngörülebilirliği sağlıyormuş gibi bir hava yaratmak istemiştir. Hiçbir ciddi yasama sürecinde kabul edilemez bir yaklaşım…
Ayrıca, o iki maddeyi “iyileştireceği” iddia edilen değişiklikler de büyük ölçüde kozmetik niteliktedir. Öyle de olsa, bakan Lütfü Elvan bu değişikliklere neden yasa TBMM’den geçtikten sonra ve Cumhurbaşkanı’nın imzasını beklerken gerek gördü ve bunları başbakana nasıl kabul ettirdi? Kendileriyle beraber 4 yıl (2007-2011) Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu’nda görev yapmış birisi olarak bu soruların yanıtını tahmin edebiliyorum. Bu komisyonda 2009-2011 arasında eşbaşkanlığı da yapmış olan bakan Elvan’ın doğal olarak AB yetkilileriyle yakın ilişkisi var. AB’den gelen yoğun baskılar karşısında duyarsız kalamamıştır. Öte yandan, zaman zaman yanıltıcı açıklamalar, yüzeysel tavır değişiklikleri ve yoğun lobi ile AB yetkililerinin çeşitli konulardaki itirazlarını yatıştırma konusunda da deneyim ve yetenek sahibidir. Dolayısıyla, AB’den gelen itirazlara karşı söylem geliştirmek için bu yasada da iki kozmetik değişiklik yapıp bunu başbakana kabul ettirmek zor olmamıştır.
Sonuç olarak ne öğrendik
Baştan sona, Muz Cumhuriyetlerine yakışan garip bir süreç içerisinde, panik havasının acelesiyle çıkarılan, özgürlük ve mahremiyet konusunda Türkiye’nin bazı batılı kaynaklar tarafından Çin’e benzetilmesine yol açan, temel hukuk kurallarını yok sayan ve internet teknolojisi konusunda bilgisizliği yansıtan bu yasanın hepimize öğrettiği çok şey var.
Birincisi, çağdaş demokrasiyi özümsemiş tüm ülkelerin bu yasaya karşı tepkisini umursamayan Türkiye bir kez daha otoriter yönetim altındaki ülkelerle ayni kampta buluşmuştur. Bu ilk değildir. İnternet konusunda bunun bir diğer örneği de 2012’nin Aralık ayında Dubai’de toplanan Uluslararası Telekomünikasyon Birliği’nin (ITU) konferansında sergilendi (http://bit.ly/1fdkUFF). Konferansta, internet yönetişiminde Birleşmiş Milletler’in organı ITU’nun, dolayısıyla devletlerin söz sahibi olmasına kapıyı aralayan bir karara Türkiye (ekteki haritada ve grafikte görüldüğü gibi) kabul oyu vererek çoğunluğu otoriter yönetim sahibi ülkeler arasında yer almıştır. Şimdi bu yasa ile bu konumumuzu pekiştirmiş oluyoruz.
Dolayısıyla şunu öğrenmiş olmalıyız: Daha önceleri internet konusunda uluslararası kararlara ilgi göstermeyen bilişim STK’larımız, bu kararlarda meydanı tek yetkili olarak hükümete bırakmıştır. Demokratik ülkelerin kabul ettiği çok-paydaşlı ve katılımcı yaklaşımı ülkemiz STK’ları da gösterebilmelidir. Örneğin, bu yıl yapılacak olan internet yönetişimi konusundaki (ilerideki yazılarımda sözünü edeceğim) uluslararası toplantılara STK’larımız kayıtsız kalmamalı ve hazırlanmalıdır.
Dolayısıyla, şunu öğrenmiş olmalıyız: Hükümetin internet ile ilgili tüm politika, uygulama ve söylemleri internetin daha da sınırlanması yönünde olduğu halde, somut ve güçlü öneriler içeren karşı görüş geliştirilememiştir, kamuoyu bilgilendirme ve bilinçlendirme yeterince yapılmamıştır. Örneğin, 2011’den bu yana, 3 yıldır 5651 sayılı kanunun sakıncaları hakkında sürekli konuşulduğu halde, bunları gideren bir kanun teklifini ne muhalefet partileri hazırlamıştır ne de STK’lar bu yönde bir baskı kurmuştur. Bakan Elvan “Esas şimdi sansür vardı” diye bir itirafta bulunurken, bu yasaya karşı olan muhalefet partileri ve STK’lar “İşte bizim önerimiz” diye bir yasa teklifi öne sürememiştir. “Güvenli internet” söyleminin yaygınlaştığı ve internet ile ilgili endişelerin oluştuğu toplumun önüne güçlü bir seçenek ile çıkılamaması sonucu bu yasa genel kamuoyu tarafından tepkiyle karşılanmamıştır.
Üçüncüsü, küresel ilişkilerin giderek yoğunlaştığı dünyamızda, bu yeni yasaya karşı oluşan müthiş uluslararası tepki çok ilginçtir. İlişki içerisinde olduğum özgür interneti savunan uluslararası kuruluşların sosyal ağlarda verdiği yoğun desteğin boyutları beni şaşırtmıştır. Dolayısıyla, bu müthiş potansiyeli etkin bir şekilde değerlendirmeyi öğrenmiş olmalıyız.