İnternetin Don Kişot’u olmayalım
Sosyal ağların yaygın olarak kullanıldığı ülkemizde, hükümetin en yetkili ağızlarından RTÜK gibi kurumlarla internet bir araya getiriliyor. Ancak tüm dünya biliyor ki bilginin dağılmasını günümüz şartlarında engellemek mümkün değil.
Dünya Siber Sansürle Mücadele Gününü geride bıraktığımız haftada, dünyanın internet konusunda kendisini özgürlükçü olarak sayan ülkelerinden, en otoriter yapılarına kadar her yerde internette gözetleme ve kısıtlama konuşuldu.
İnternetin yaygınlaşmasının ardından hükümetlerin kontrol altında tutması gereken bir iletişim ağı da ortaya çıkmış oldu. Zira hem Türkiye hem de dünya tarihinde gazetecilerin işlerini yapmasının zorlaştırılması gibi, günümüzün “medyası” olarak literatüre yerleşen sosyal ağlar da baskı altına alınmaya çalışılıyor.
12 Mart olarak belirlenen Dünya Siber Sansürle Mücadele Günü’nü geriden bıraktığımız haftada Türkiye’de sosyal ağlar üzerindeki denetimin artırılması hatta RTÜK gibi bir kurumun denetimine tabi edilmesi tartışıldı.
Türkiye’deki tartışmalarla ilgili aldığımız görüşlere geçmeden önce dünyadaki internet denetlemeleri ya da sansürüne bir göz atalım. Sınır Tanımayan Gazeteciler’e (Reporters without Borders) göre, internet sansürü ve gözetimi doğrudan temel insan haklarına müdahale anlamı taşıyor. İnternetteki ifade özgürlüğü demokratik hakların garantisi, gelişimin öncüsü olarak kabul ediliyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’ne göreyse fiziksel dünyada görülen hakların tamamı, hiçbir sınırlama olmaksızın çevrimiçi ortamda da geçerli olmalı. Konsey, dünyadaki tüm devletlere de çağrıda bulunarak, internet erişiminin artırılması ile medya, bilgi ve iletişim ağlarının geliştirilmesi için uluslararası işbirliğine gidilmesi gerektiğini belirtiyor.
Gözetim hapse atılmaya kadar uzuyor
Pratikte sistemin bu temennilerden çok daha farklı gittiğini gösteriyor. İletişim ağlarındaki gözetim en “özgürlükçü” denen ülkelerde dahi artıyor. Gözetim sayesinde internet kullanıcıları ve onların bağlantıda olduğu kişileri algılayan devletler, kullanıcıların e-postalarını okumakta, nerede bulunduklarını tespit etmekte beis görmüyor. Otoriter ülkelerde bu gözetimlerin sonucu olarak göz altına almalar, insan hakları savunucularını, gazetecileri, internet vatandaşlarını ve diğer sivil toplum kuruluşlarını tehdit etme durumları ortaya çıkıyor. Çevrimiçi ortamlarda gözetlenen insanlar, ifade özgürlüğü yerine hapse girmeye zorlanıyor.
Ulusal ve bölgesel seviyede bakıldığında da BT gözetim araçlarının kullanılması konusunda insan hakları standartları ve normlarına uygun yasal düzeye gelinemediği görülüyor. Türkiye’de de benzer bir yasal boşluk olduğunu daha önceki manşet haberlerimizde de gündeme getirmiş, 5651 sayılı yasanın ortaya koyduğu riskleri belirtmiştik. Türkiye’deki duruma döndüğümüzde, gündemde akıllara takılan soruların yanıtlarını Korsan Parti Sözcüsü ve Bilişim Hukuku Avukatı Serhat Koç’tan aldık.
RTÜK gibi bir kurum interneti denetleyebilir mi?
Son olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dile getirdiği, “Sosyal medya konusunda RTÜK çalışmalar yürütüyor” açıklamasıyla ilgili yorumunu aktaran Koç, şunları söyledi:
“RTÜK, adı üstünde internet ile ilgisi olmayan bir kurumdur. Yine hukukla ilgisi olmayan ve demokrasi dışı bir usulden bahsediliyor. Siz RTÜK’le televizyon kanallarına yaptığınız gibi herhangi bir yapıyla internet sitelerini düzenleyemez ya da denetleyemezsiniz.”
Modern ülkelerdeki gözetimler de çokça gözümüze çarpıyor. Avustralya’da çocukların olumsuz içeriklerden korunması için kurulan kurumun sosyal ağlardaki içerikleri kaldırması gündeme gelmişti. Ancak bu girişim, gelen tepkiler üzerine askıya alındı. Dünyada benzer uygulamaların her zaman var olduğunu ve bundan sonra da var olacağını ifade eden Serhat Koç, “Fakat Türkiye’de şu anda yapılanların çocukları korumakla hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. İnternet herkese açık bir alandır ve yetişkinler pornografik içeriğe zaten ülkemizde erişememektedirler ki bu asla demokratik değildir. Sansürlü içeriğin yüzde doksanı yetişkin temalı içerikken geri kalan sansürlü içeriğin de yine yüzde doksanı muhalif sitelerdir” dedi.
Korsan Parti Sözcüsü Koç’a göre, internet demokrasisi aslında devletler hiç karışmasaydı internetin ilk günlerinde olduğu gibi yine işletilir ve geliştirilirdi. İnternet, gerçek internet düzenleyicileri yani kullanıcılar tarafından demokratikleştirilebilirdi.
Sosyal ağlar hükümetlere neden taviz veriyor?
Her zaman özgürlüğün savunucu olarak karşımıza çıkan birçok ABD menşeili şirketin dünyanın çeşitli bölgelerinde ticari kaygılar nedeniyle tavizler verdiği görülüyor. Twitter gibi sitelerin birer şirket olduklarını ve temel amaçlarının kâr etmek olduğunu asla unutmamamız gerektiğini vurgulayan Serhat Koç, “Eğer bir şeyi yaymak istiyorsak internette ticari olmayan siteler ve araçlar da vardır ve bunlar da kullanılır. Her şekilde de kopyalanarak artar o içerik ve kimse de bu hıza ne teknikle ne hukukla yetişemez. İnternetle savaşmak yel değirmenleriyle savaşmaya benzer” dedi.
Koç’a göre, Youtube gibi şirketlerin “özgürlükçü” düşüncesi asla olamaz. Devlerin kişilerin verisini toplamasıyla kurduğu gözetimin yanı sıra kâr amacı güden şirketlerle ilgili de uyarılarda bulunan Koç, şunları ifade etti:
“Bu şirketlerin size demokrasi borcu yoktur. Wikileaks olayında bunu zaten banka ve birçok kurumların sitelerinde ve çevrimiçi araçlarında yaşanan ikiyüzlülükle gördük. Artık bizler zaten Google, Facebook, Change.org, GoDaddy gibi kurumları kullanmıyoruz ve neden kullanmadığımızı da açıklıyoruz herkese. Devletten sakındığımız özel hayatımızı daha da tehlikelisi olan ve bunları sonrasında bu sefer para ya da başka bir karşılığı isteyen, uygun gördüğü devletlere satabilecek olan şirketlere kaptırmak istemiyoruz.”
YouTube kanalları neden kapanıyor?
Son dönemde sıkça karşımıza çıkan ses kayıtlarının bulunduğu YouTube kanalları bir şekilde kapatılabiliyor ya da yüklenen videolara erişim engellenebiliyor. Hatta karşımıza, “Bu içerik, hükümet tarafından yapılan yasal bir şikâyet nedeniyle bu ülkenin alan adında kullanılamıyor” şeklinde bir uyarı bile çıkıyor. Bu konuyla ilgili Avukat Serhat Koç, “Ses kaydı gibi içerikleri Youtube kendi kullanıcı sözleşmesine ‘uygun’ olduğunu iddia ederek kendisine resmi ya da gayri resmi yollarla yapılan başvurular üzerine kaldırabilir. Youtube gibi kanallar nihai demokratikleşme araçları değillerdir” şeklinde konuştu.