Sırada deprem var…
Meksika’da 18 Nisan Cuma günü deprem oldu. Ülkenin batısında okyanus içinde 7.2 şiddetinde. Olaysız atlatıldı. Haberi küçük kaldı.
Ama “esas” haber şuydu: Depremi, erken uyarı sistemiyle milyonlarca vatandaşa SMS, radyo ve televizyonla önceden haber verdiler. Vatandaşın, “ne anlama geldiğini bildiği” sirenler çaldı. Duyan, önlemini alsın diye.
Meksika İçin Sismik Uyarı Sistemi (SASMEX) sayesinde, deprem merkezine 100 km ile en yakın kent Acapulco sakinleri, depremi 25 saniye önce öğrendi. Merkeze uzaklığına göre diğer şehirlerde bu süre daha arttı. Başkentte uyarı süresi 74 saniyeye çıkmıştı.
Bu, ülkenin başkenti Mexico City’de 1990’da 40 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan depremden sonra hükümetlerin geliştirdiği bir erken uyarı sistemi. Sayesinde deprem, vatandaşın beynine bir anda inmedi. Kısa da olsa bir “önlem alma süresi” oldu.
Japonya’da da benzeri var. Üç büyük telekom şirketi, uyarıyı aynı anda ileten bir sisteme bağlı. Mart 2011’de 9 şiddetindeki deprem uyarısını ülkede 52 milyon kişi cep telefonundan, önceden öğrendi.
İstanbul Kalkınma Ajansı’nın mali destek verdiği deprem projeleri içinde acaba, “Afet Yönetimi İçin Bireysel Mobil Cihaz Uygulaması Projesi”nde böyle bir sistem olacak mı? Bunun işlemesi için nasıl bir kurumlararası eşgüdüm sağlanacak? Telekomcularla bu konuda bir çalışma yapılıyor mu? Devlet, depremi vatandaşa “önceden” haber verecek mi? Yoksa, sadece kamu kurumlarına gazı, elektriği kapatması için mi haber verecek? Vatandaş, depremi aniden mi hissedecek? Devlet, vatandaşı uyaracak mı?
Geçmişe sünger çekmek
İngiliz popüler gazetesi Daily Mail’deki karikatür, Avrupa Adalet Divanı’nın arama motorlarına, “yetersiz, ilgisiz, aşırı” veri/bilgiyi silme emriyle dalga geçiyor. The Economist, kararın AB için geçerli olduğuna, bu durumda Google’ın ABD’de farklı, AB’de farklı sayfalarla görüneceğine dikkat çekti. Bunun, internetin “küçük parçalara bölünmesine” doğru giden yolun başlangıcı olduğunu yazdı.
Google’dan, zaten “şu haberi kaldır, bunu indir” diye sürekli talepte bulunanlar durumdan memnun olacak. Çünkü sorun, sadece geçmişte kalan “arzu edilmeyen” kayıtlar değil, şimdi de arzu edilmeyen kayıtların yok edilmesi.
Google 2013 Şeffaflık Raporu’nda, Ocak-Haziran arasında 3 bin 846 “hükümet” talebi yapıldığını, 24 bin 737 parça içeriğin kaldırılmasının istendiğini öğrenmiştik. En çok talep Türkiye’den 1,673 başvuruyla gelmişti. Bunların 1,126’sı 5651 sayılı kanun kapsamındaki ihlallere dayalı 1,345 içerikti. Raporda, 2012’ye göre talep 10 kat artmıştı.
Raporun Temmuz-Aralık 2013 verilerine göre ise, ABD, 10 bin 574 adet kullanıcı bilgi talebi, Türkiye ise sadece 133 talep yapmış.
Türkçe’ye çevrilmemiş olan “İnternetin Geleceğini Nasıl Durduracağız?” (2009) başlıklı kitabındaki yenilikçi öngörüleriyle ünlü Harvard bilişim ve hukuk hocası Jonathan Zittrain, New York Times’da şöyle yazdı (15 Mayıs): “Bir kişinin itibarının çevrimiçi korunması, bir yüksek mahkeme tarafından karara bağlanamayacak kadar hassas. Çünkü bu durumda, internette ne aradığınız değil, klavyenizin hangi ülkede olduğu önem kazanır. Arama motorları kendilerini sansür ve lafı çevirme oyunları içinde bulur ve bu da internetin bütünlüğünün bozulmasına yol açar.”
Kuzey Carolina Üniversitesi hocası Zeynep Tüfekçi ise konuya, “soykırımları unutmak/unutturmak isteyenler” açısından bakan derinlikli bir yorum yaptı (https://medium.com/message/4abce84af032).
İngiltere’de 850 bilişim şirketini (IBM, Microsoft, Google dahil) temsil eden TechUK Başkanı Julian David, “Bu kararı kim nasıl uygulayacak? Burada veri/bilginin silinmesi hangi ölçüte göre olacak?” diye sordu Daily Telegraph’a yazdığı makalede. “Avrupa bilişim sektörünün açık seçik ve anlaşılır kurallara ihtiyacı var” dedi.
Twitter’da Marilyn Monroe (!), konuyu şöyle yorumluyor: “Hayat, sabahları pişmanlık duyarak uyanmaya değmeyecek kadar kısa. Size iyi davrananları sevin, kötü davrananları unutun.”
Konu, Marilyn Monroe’a kalmayacak kadar ciddi ve ağır: Hukuk, bilişime yetişemiyor.
Efsane şefle yemek
Türkiye’den de “gurme”lerin ve seçkin gazetecilerin gidip görüp yazdıkları elBulli’yi Ferran Bey, 30 Temmuz 2011’de kapatmıştı. Tam post modern bir efsaneyken, gayet akıllıca bir hareketle… “Yemeği yeniden icat eden kişi” olarak tanınmıştı. Mutfağını cesur bir yenilikçilikle moleküler gastronomi laboratuvarı yapmış, “ne olduğu anlaşılmayan” ama yiyene heyecan veren acaip tatlar yaratmıştı. Ama her şeyin bir haddi olduğu, en kalıcı sanılan moda gelip geçtiği için de işi güzellikle kapatmayı bildi. Şimdi bir vakıf kuruyor v.s. o da apayrı ve ilginç bir yenilikçilik öyküsü. Başka bir yazı konusu.
FT, “Para ne ki? Bizde çok” diyen yüksek zengin okurlarını, Ferran Bey’le 4 ayrı şehirde yemekte buluşturuyor. Bu da yepyeni bir içerik pazarlama sihirbazlığı. FT’nin mottosuna uygun: “FT yoksa, yorum yoktur.” Yerler, faniler için çoktan doldu tükendi bitti ama, yine de faturaya bakabiliriz: 4 Haziran Londra’daki yemek kişi başına 850 Sterlin (2,550 TL). İki kişi için azıcık indirimle 1,500 Sterlin. 16 Haziran’da Hong Kong yemeği 1,495 dolar. 4 Eylül’de Cenevre yemeği 850 Sterlin. Ve, 23 Ekim New York yemeği 1,645 dolar (hepsi kişi başı).
Misafirlere diş kirası olarak, elBulli’de 2005-2011 yıllarında sunulan 750 yemeğin tariflerinden oluşan 7 ciltlik yemek kitabı hediye. Phaidon Yayınevi’nden alırsanız 625 dolar. Sudan ucuz.