Hayvan hakları konuşanların dilinde
İstanbul Hayvan Hakları Derneği Başkanı ve Hayvan Hakları Konfederasyonu Kurucu Kurul Başkanı Mirat Gürol ile sokak hayvanları ve hayvan hakları hareketlerinin geldiği son durum hakkında bir röportaj gerçekleştirdik. Küçük yaşlardan beri hayvan hakları derneklerini destekleyen Gürol, aynı zamanda da Gebze Teknik Üniversitesi’nde Çevre Mühendisliği bölümünde profesörlük yapıyor.
Türkiye’de sokakta yaşayan hayvanlarla ilgili tabloyu maalesef biliyoruz. Bize sokak hayvanlarının durumlarından biraz bahsedebilir misiniz?
Burada Amerika ve birçok Batı ülkesinde olmayan bir oluşum mevzu bahis: Sokak hayvanları… Sokak hayvanlarını sokakta yaşatmaya çalışıyoruz. Bu hayvanseverlerin üzerine hem mali, hem psikolojik, hem sosyolojik açıdan çok büyük bir yük bindiriyor. Dışarıda yaşayan hayvanların acı çekmediği, acıkmadığı, susamadığı gibi bir algı var. Bazı insanlarımız bin lira maaşı emekli maaşı ile sokaklarda hayvanları beslenmesini, sulanmasını sağlamaya çalışıyor. En önemli problemlerimizden biri kısırlaştırmanın yeterli olmaması. Üretim çiftliklerinde ve petshop’larda hayvan satılmaması, üretilmemesi, internette hayvan satılmaması, sınırlardan hayvan sokulmaması gerekiyor. İçerideki hayvanlarında yüzde 90’a varan oranlarda kısırlaştırılması ve sayıların makul seviyelere çekilerek; insanların bakabileceği, belediyelerin kontrol altında tutabileceği sayılarda tutulması gerekiyor. 2004’te çıkarılmış 5119 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun ruhu bu. Ancak uygulama neredeyse yok.
Ülkemizde sokak hayvanlarını koruyan yasaları yeterli buluyor musunuz? Bu yasalar ne kadar uygulanabiliyor?
Hayvan hakları Türkiye’de kabul edilmiş değil. Kanunumuz, hayvan haklarını korumuyor. Hayvan besleyenler tacize uğrayıp, hakarete uğradığı zaman ancak mahkemeye verebiliyoruz. Bir hayvan öldürüldüğü zaman mahkemeye veremiyoruz. Çünkü Ceza Kanunu’nda değil, Kabahat Kanunu’ndayız. Kültür seviyemiz düşük, kanunlarımız da caydırıcı olmadığı ve sadece İstanbul’da yüzbinlerce sokak hayvanına çare bulmaya çalıştığımız için çok büyük bir yük altındayız. Devlet, vergilerimizin bir kısmının sokak hayvanlarına harcanması için belediyelere görev veriyor. O paralar başka şeylere harcanıyor. Bu görev kanuna göre belediyelere verilmiş durumda, ancak belediyeler oyla gelen sistemler olduğu için ve hayvanlar oy veremediği için, onların hiçbir konuşma hakkı yok.
Dünyada hayvan hakları hareketinin eriştiği noktayı anlatır mısınız?
Dünyada hayvan hakları için savaşan bir avuç insan azınlıkta. Avrupa’da, Uzak Doğu ülkeleri ve Amerika’da ötenazi çok sık kullanılan bir metot. Barınaklarda sapasağlam hayvanlar, sadece fazlalık olduğu için uyutulur. Sokaklarda hayvan görünmemesinin sebebi ötenazidir. Kapitalist sistemlerde hayvanlar üretilip satılır mal durumundadır. Bu yüzden hayvan hakları, dünya açısından bakınca hiçbir şekilde ileri gitmiş değil.
Peki ya Türkiye’de hayvan haklarının eriştiği nokta?
Türkiye’de 2004’te çıkarılan kanunla ötenazi kaldırıldı. Ancak gördüğümüz gibi son zamanlarda, Türkiye’nin dört bir köşesinden her gün vahşet haberleri geliyor. Türkiye’de hayvan hakları sadece konuşanların dilinde. Bugün adalarda korkunç bir acı içinde atlar faytonları çekiyor. Sadece adalarda her yıl 400 tane at ölüyor; her yıl 400 tane yeni at getiriliyor. Bu zavallı yabani atları yakalayıp, adalara getiriyorlar ve 30 derece sıcaklıkta aç, susuz ulaşım için yokuş çıkartıyorlar. Bu, hayvanların vahşice kullanımına girer. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yoktur. Sadece turistik anlamda bazı parkların etrafında kullanırlar. Bunlar da katana denilen büyük atlardır. Bu uygulamanın yanlış olduğunu belediyeye anlatıyoruz, ama hiçbir yerden geri dönüş alamıyoruz. Hayvanların eğlence için kullanımına da karşıyız. ‘Sirklerdeki, hayvanat bahçelerindeki, yunus parklarındaki hayvanları tabii ortamından alıp, kafeslere tıkamazsınız’ diyoruz. O hayvan bizim gibi dünyaya gelmişse eğer, onun da yaşama hakkı var.
İnsanları hayvan hakları konusunda bilinçlendirmek için neler yapılabilir?
Bundan 10 sene öncesine kıyasla bilinçlenme arttı. Bunun en büyük katkısını medyadan ve iletişim araçlarından alıyoruz. Televizyonlarda hayvan ve doğa ile ilgili çok güzel programlar var ve çocuklar bunları izliyorlar. Bir miktar doğaya ve tabiata saygı da bu şekilde başlıyor. Yeni kuşak senaristler hayvan sevgisini dizilere ve filmlere sokmaya başladılar ve bizim ulaşamadığımız bir kitleye ulaşıyorlar. Aynı zamanda din adamlarının da etkisi bu konuda fazla oluyor. Bizim Facebook sayfamız ve web sitelerimiz var. İnternet vasıtasıyla eğitim veriyoruz. Ama oraları ziyaret eden insanlar zaten hayvansever insanlar. Oysa bizim genel topluma açılmamız lazım.
Bilişim sektörü ile nasıl bir işbirliği yapmak istiyorsunuz?
En büyük problemimiz ofisimizin olmaması. Oysa bir ofisimizin, bir toplantı salonumuz olması, bizim sürekli insan getirip, onları eğitmemiz lazım. İnsanların ofisimize gelip, broşürler almaları, bilgi almaları gerek. İnsanlara bir irtibat numarası sunabilmeliyiz. Bu iş için de para lazım. Ben özel şirket ve kuruluşlara bunları iletmek istiyorum. Eğer bize bu konuda yardımcı olur, kullanmadıkları bir ofislerini bize kullanmamız için verirlerse çok memnun oluruz. Bütün istediğimiz bir ofisimiz olsun. Orası bir eğitim yuvası olsun. Birçok insanın içerisinde hayvan sevgisi var; fakat ne yapacaklarını bilmiyorlar. Sosyal sorumluluklar, gönüllü işler, birilerinin vicdanına dokunan işler var. Bu insanlar paralarını ve vakitlerini harcıyorlar. Ama hep azınlıktayız; bu kadın haklarında da, çocuk haklarında da böyle… Ancak hem mali açıdan, hem zaman açısından bütünüyle kendini vermesini 1-2 kişiden bekleyemiyoruz. Hayvan hakları savunuculuğu, sadece evine kedi köpek alıp onu sevmek değil… Vaktini veremeyenlerin, mali açıdan destek vermesi lazım.