Bilgi çağı?
Önceki yazımda değindiğim beklentiler doğrultusunda referandumda oy verme süresinin sona ermesinden henüz 2 saat 10 dakika geçmişken, sandıkların yüzde 90’ının sonuçları ekranlarımızda idi. Dile kolay, 38,4 milyon oy sayılmış, sonuçlar merkezlere iletilmiş, derlenmiş ve duyurulmuş. Küsuratları ile hesaplayınca tüm bu sürecin hızı 4.427 oy/saniye tutuyor. Kanımca iyi bir hız. Bilişim açısından iyi bir not almış olmalıyız. Biz teknolojiyi iyi kullanabiliyoruz. Bilişim şirketlerimizin bu yeteneklerini dikkate alarak, benzer hizmetleri yurtdışında da kurmaları ülke ekonomisi ve kendi varlıkları için önemle ele alınmalı. Hükümet bunu bir devlet politikası olarak ele alıp tüm yurtdışı ilişkilerde “size şu bilişim kolaylıklarını verelim” şeklinde pazarlama yapmalı.
Bilgiye erişmekte çizdiğim bu parlak tabloyu, ne yazık ki bilgiyi kullanmak açısından öne süremeyeceğim. Topluma, bir video kayıttaki kişinin bacağındaki kıl yapısından hareketle o kayıtta yer alan kişinin, adlandırılan gerçek kişi olup olamayacağı konusunda yorum yetiştiren bilgi kaynaklarımız, iş referanduma geldiğinde konunun özüne ilişkin unsurları örterek, şeklen çizilmiş görüntüyü öne çıkartmakta harikalar yarattı. Bir düşünün: biz referandumda neyi oyladık? Bir zihniyeti mi, yoksa bir partiyi mi, yoksa bir kanun değişikliğini mi, yoksa bir anayasa değişikliğinin içerisinde yer alan ve kimi hukukçulara göre oylanan hali ile uygulaması olanaksız olan, bir önceki anayasanın “sorumsuzluk” maddesini kaldıran bir maddeyi mi?
Madem bilişim olanaklarımız oylama sonuçlarını saniyede 4.427 oy hızında değerlendirmek ve yurdun her köşesine ulaşmak olanağını bize veriyor, neden anayasanın değiştirilen maddelerini tek tek tartışmadık? Neden söz gelişi belirttiğim maddenin hedef aldığı kişilerin yargılanmasını sağlayacak şekilde yazılmasını konuşmadık?
Yanıt basit: çünkü biz bilişimi, bilgiye ulaşmak için iyi kullanıyoruz da bilgilenmek için o bilgiyi kullanmak, o bilgiden yararlanmak için kullanmıyoruz. Hani “40 fırın ekmek yemek gerekli” derler ya?