BT, dünyanın alarmına kulak veriyor
Dünyamız; küresel ısınma, doğal kaynakların hızla tükenmesi ve çevre kirliliği gibi ciddi tehditler altında. Buna karşın insanoğlu, dünyanın kaynaklarının sonsuz olmadığının farkına varmış durumda. Kyoto Protokolü gibi küresel boyutta gerçekleşen girişimler, ülkelerin çevre konusunda hassasiyetinin arttığını gösteriyor. Kopenhag’da gerçekleşen İklim Değişlikliği Zirvesi de bu konuda ülkelerin atmaya çalıştığı diğer bir ciddi adım olarak değerlendirilebilir. Ülkeler bazında yaşanan bu gelişmeler başta üretim olmak üzere bütün sektörleri birebir etkiliyor. Dolayısıyla özellikle son yıllarda çevreci yaklaşım bilişim dünyasında da önemli bir yer edinmiş durumda. Bu bağlamda ortaya konan ‘green IT’ yani çevreci BT kavramı, şirketleri dünya için oyunun kuralına göre oynamaya davet ediyor.
Araştırmalar bilinci artırıyor
Greenpeace gibi çevre organizasyonlarının gerçekleştirdiği araştırmalar, küresel boyutta farkındalığı artırıyor. Organizasyonun her yıl belirli sayıda şirketi inceleyerek gerçekleştirdiği araştırmalar, bilişim oyuncularının ne derece çevreye duyarlı olduğunu gözler önüne seriyor.
Bu paralelde Greenpeace yıl başında, küresel ısınma tehdidine çözümler sağlayacak ve bunu bir iş fırsatına dönüştürecek BT endüstrisi CEO’larını adresleyen bir ‘BT İklim Liderliği Mücadelesi’ başlattı. Dünya liderleri Kyoto Protokolü’nü takip eden bir karar almak için Kopenhag’da biraraya geldi. Bu paralelde Greenpeace şirketlerin CEO’larına belirli başlıklar bazında meydan okuyor. Bunlar; güçlü bir Kyoto anlaşması için destek gösterilmesi; hükümetlerin Kyoto yönetmeliğine zorunlu güçlü küresel destek göstermesi için lobi oluşturulması, mutlak emisyonların büyük ölçüde kesilmesi ve alternatif enerji kullanımının artırılmasının temini şeklinde sıralanıyor. Gelinen noktada pek çok BT şirketinin karbon emisyonlarını azalttığı görülüyor. Öte yandan pek çoğu yenilenebilir enerjiye dönüyor. Ancak Greenpeace bu konuda mücadelesini daha da ileriye götürmeye hazırlanıyor. Organizasyonun yaptığı açıklamalara göre; küresel düzenlemeye karşı birleşen pek çok güçlü endüstriyel grup söz konusu ve dünya ikliminin şampiyonlara şu anda hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyuyor.
Yeküreyi ciddi boyutta tehdit eden iklim değişikliği konusu, dünyanın gündemine damgasını vuruyor. Gerek doğal gerekse insan kaynaklı etkenler dolayısıyla oluşan sera gazları, yeryüzündeki ısının bir kısmını tutulmasına ve yeryüzünün ısı kaybına engel oluyor. Dolayısıyla iklim değişikliği ortaya çıkıyor. Bu konuda pek çok otorite söz konusu seragazı emisyonlarının azaltımının, sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştirilmesinde büyük önem taşıdığını vurguluyor.
Bu anlamda bilincin oluşturulması ve sera gazı emisyonlarının azaltılması için uluslararası alanda ciddi önlemlerin alınması konusu ilk adımlar 1992 Rio Konferansı’nda gündeme getirildi. 1997 yılında Japonya’nın Kyoto şehrinde bir araya gelen Birleşmiş Milletler ülkeleri, bu konuda daha somut adımların atılabilmesi için bazı girişimlerde bulundu. Bu doğrultuda son dönemde dünya gündeminde dile getirilen Kyoto Protokolü ortaya çıktı. Düzenlenen protokol gereği özellikle gelişmiş ülkelerin seragazı emisyonlarını, 2008-2012 yılları arasını kapsayan dönemde 1990 yılı seviyelerinin en az yüzde 5 altına indirmeleri öngörüldü. Bu protokolün dünya çapında geçerlilik kazanması için gerekli olan ön koşul ise küresel düzeyde seragazı emisyonunun yüzde 55’ine denk düşen en az 55 ülkenin bu yükümlülük altına girmesiydi. Kopenhag’da gerçekleşen İklim Konferansı, bu anlamda atılacak yeni adımların çıkış noktası olarak değerlendiriliyor.
Günümüzde donanım üreticilerinin dönüşümü kolay, yüksek verim ve enerji tasarrufu sağlayan ürünler ortaya koymaya daha fazla özen gösterdiği görülüyor. Bir ürünün ne derece çevreci olduğu kapladığı alan, tükettiği enerji, içerdiği dönüşümlü malzeme oranı gibi kriterlerle belirlenebiliyor. Gelinen noktada sadece kullanıcıya avantajlar sunan değil, yerkürenin kaynaklarını korumaya güdümlü tasarlanmış ürünler öne çıkıyor. Çevreci yaklaşıma ve standartlara uyumlu şekilde üretilen bu donanımların, üretildiği tesisler de çevre dostu olarak düzenleniyor. Uluslararası üreticiler; gerek üretim alanlarını, gerekse üretim için kullandıkları malzemelerle bu konuda daha dikkatli adım atar hale geliyor. Öyleki çevreci yaklaşım donanımların tasarımlarını bile etkiliyor. Bu paralelde ürünlerde enerji tüketimini en düşük düzeye indiren fonksiyonel tasarımlar öne çıkıyor.
Kullanıcı tarafında da son dönemde hızlı bir bilinç artışı olduğunu söylemek gerekiyor. Bireyler için ürünlerin çevreye duyarlı olması artık bir tercih sebebi haline gelmiş durumda. Tüketicilerin RoHS (Zararlı madde kullanımının sınırlandırılması) ve WEEE (elektrikli ve elektronik ekipmanların atıkları) gibi standartlara uyumlu ürünlere daha yoğun şekilde yöneliyor.
Enerji tasarrufu
Çevreci BT için yapılan yatırımlar doğanın korunmasına katkıda bulunduğu gibi şirketlerin işletim maliyetlerinde de önemli avantajlar yaratıyor. Enerji tüketimi yükselen bir ivmeyle artıyor. Bu artış aynı zamanda şirketlere ağır bir maliyet kalemi olarak geri dönüyor. Çevreci yaklaşım enerji kaynaklarının en optimal şekilde kullanılmasını zorunlu kılıyor. Bu açıdan bakıldığında çevre dostu ürünlerin aynı zamanda enerji tasarrufu sağlaması yine işletme maliyetlerine yansıyor. Bu konuda en çok öne çıkan örneklerden biri veri merkezleri ve sistem odaları. Bu yapıların enerji tüketimi ve soğutma maliyetleri dikkat çekici boyutta. Bir sunucunun çalışması için bir birim enerji harcanırken soğutulması içinse iki birim enerji harcanıyor. Bu noktada uzmanlar veri merkezi konsolidasyonuyla çözüm sağlanabileceğini vurguluyor. Bu sayede yönetim karmaşası azalıyor, sunucu ve sistemlerin kapladığı alan ile harcanan enerjiden tasarruf ediliyor. Veri merkezlerindeki bilgisayarların ve güç kaynaklarının enerji tasarrufu sağlayan ürünlerden seçilmesi kritik. Bu ürünler kısa sürede kendini amorti edebiliyor.
Çevreci BT’nin sadece sistem odalarıyla sınırlı kaldığını düşünmek çok doğru değil. Ofisten çıkarken açık bırakılan bilgisayarlar ya da yazıcılar bile aslında bu anlamda dezavantaj. Bu konuda bilincin artması ise çevreci yaklaşımın kurum kültürü olarak şirketlerde yaygınlaşmasından geçiyor. Gerek yöneticilerin gerekse çalışanların bu konuda bilinçli şekilde hareket etmesi kritik nokta. Bu konuda verilebilecek diğer bir örnek ise ofislerdeki kağıt kullanımı. Yapılan araştırmalar kağıt tüketiminin hızla arttığını gösteriyor. Bu paralelde yazıcılarının tükettiği yaprak adedinin yılda 115 milyarı bulduğu bildiriliyor. Bu nedenle bilgilerin elektronik ortamda saklanması ve paylaşılması çevre adına yapılabilecek en doğru şey gibi görünüyor.
Dünyamızda, fosil bazlı enerji kaynakları yoğun şekilde kullanılıyor. Ancak bu kaynakların sınırlı olması yeni bir alarm dönemini başlatmış durumda. Otoriteler bu sınırlı kaynakların yerini çevreye duyarlı alternatif kaynakların alması konusunda hemfikir. Dolayısıyla bu alternatif enerji kaynakları üzerine daha fazla mesai harcanıyor. Son dönemde, güneş ve rüzgar enerjisi özellikle dikkat çeken iki ayrı başlık. Avrupa’da yoğun şekilde kullanılan bu enerji kaynaklarının ülkemizde de yaygınlaşması için çeşitli adımlar atılıyor.
Genel kanı çevreci yaklaşımın doğru donanım seçimiyle sağlanacağı yönünde. Oysa burada donanım kadar yazılımın da kritik olduğunu söylemek gerekiyor. Çünkü yanlış seçilmiş yazılım, maliyetlerin yanı sıra enerji tüketimini de artırabiliyor. Bu noktada yazılım seçimi yapılırken, çözümlerin sunucuları ne derece verimli kullandığının incelenmesi gerekiyor. Verimsiz bir yazılım dolaylı yoldan da olsa çevreye zarar veriyor. Bu noktada donanım ve yazılımın bir bütün olarak ele alınması gerekiyor.
Küresel ekonomik durgunluk da çevreci BT yatırımlarını hızlandırıyor. Bu noktada dünyada çoğu şirketin buna göre yol haritasını çiziyor. Forrester Research tarafından yapılan bir araştırmaya göre çevreci BT aktivitelerini artıran şirketlerin sayısı, bunun aksine hareket edenlerin iki katı fazla. Aynı araştırmaya göre ABD’de enerji tasarrufundan sağlanan maliyet avantajı şirketleri öncelikle çevreci BT konusunda adım atmaya yönelten; onları bu anlamda motive eden faktör. Denizaşırı ülkelerde şirketler, BT’yi kurumsal çevreci inisiyatifle düzenlemek ve bu yaklaşımı marka imajı sağlamak için kullanmak noktasındalar. Şirketlerin yüzde 25’i kapsamlı şekilde çevreci BT programını uyguluyor. Yüzde 27’lik kısım ise çevreci çizgide planlarını şekillendiriyor. Yüzde 34 ise bu yolda ilerliyormuş gibi görünüyor. Her on şirketin yaklaşık altısı BT tedarik süreçlerinde çevreci kriterleri kullanıyor. Her on şirketten biri ise çevreci programı yapılandırmak için profesyonel servis sağlayıcıları kullanıyor.
Forrester’ın gerçekleştirdiği bir başka araştırma ise gösteriyor ki çevreci BT pazarı hızla büyümeye devam edecek. Araştırmaya göre çevreci BT küresel pazarı 2008’de 500 milyon dolar iken, 2013’te yaklaşık 5 milyar dolar olacak.
Geçtiğimiz hafta İstanbul’da gerçekleştirilen Yeşil Tesisler Konferansı’nda tüm mekanların çevreye uyumlu hale getirilmesi amacıyla yapılması gerekenler paylaşıldı.
Konferans kapsamında, otel, hastane, okul, AVM, konut gibi tesislerin yöneticilerinin yanı sıra bu kurumlara hizmet ve ürün sunan tedarikçiler, teknik uzmanlar, devlet kuruluşları ve STK’lar biraraya geldi. Katılımcılar çevreci tesisler konusunda fikir alışverinde bulunurken; deneyimler ve başarılı uygulamalar paylaşıldı. Aralarında WWF (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Türkiye Başkanı Akın Öngör, UNDP Türkiye Çevre ve Sürdürülebilir Kalkınma Program Müdürü Dr. Katalin Zaim ve Uluslararası Enerji Teknolojileri Merkezi (UNIDO-ITCHET) Başkanı Dr. Mustafa Hatipoğlu’nun da bulunduğu konuşmacılar, önümüzdeki dönemde yeşil bina, ulaşım, yenilenebilir enerji, temiz su altyapısı ve sürdürülebilir tarım sektörlerinin sürdürülebilir çevre açısından öne çıkacak sektörler olduğunun altını çizdiler.
Karbon salımında 31. sırada olan Türkiye’nin önümüzdeki 3–5 yıl içinde 23. sıraya çıkabileceğini belirten konuşmacılar, enerji bakımından verimliliği artıran yeşil binaların Avrupa ve ABD’de yılda 2,5–3 milyon yeni istihdam yaratacağını vurguladı.
Konferansta UNDP Türkiye Çevre ve Sürdürülebilir Kalkınma Program Müdürü Katalin Zaim, tesislerde enerji verimliliği ve UNDP-Türkiye işbirliği konularında bilgi verdi. Philips’in Yeşil Bina Geliştirme Direktörü Dorien van der Weele de konuşmasında yeşil binaların verimli enerji kullanımı ile enerjide yüzde 25 tasarruf sağladığını anlattı. Dorien van der Weele, dünyada enerji verimliliğine yönelik çalışmaların ve uygulamaların yapıldığı bina sayısının her geçen gün arttığına dikkat çekti.