Mühendislik
Son yazımda elektrikli taşıtları ele alıp, enerjilerinin, petrolden değil, “tükenmez” enerji kaynaklarından elde edilmesinden söz etmiştim. Kuşkusuz, gideceği güzergah belli olmayan, aküsü şarj edilmek üzere nerede park edileceği ve park edilme süresi gününe göre değişen uygulamalarda, günümüz akü teknolojisi bize kullanışlı bir çözüm sunmuyor. Hele, bu araçların çoğunu alabilecek kişilerin İstanbul gibi günlük araç kullanım uzaklıkları bir akü şarjı mesafesini aştığı yerde bulunduğunu düşünürsek, sonuç 150 km’yi 5 liralık elektrikle almak bile olsa, elektrikli taşıt kullanımı çekici gelmiyor. Ama toplu taşımada resim hiç de böyle değil.
Metro ve hızlı tramvayları düşünün. Burada hizmet verecek trenlerinin gideceği yol belli, üstelik bunlar enerjilerini ray boyu döşenmiş baralar yoluyla bir merkezden alıyorlar. Rahatlıkla tükenmez enerji kaynakları ile beslenebilirler: varsa güneş, varsa rüzgar. Elbette ikisi de yoksa, enerjileri mecburen şebekeden sağlanarak. Dahası, bunlar çok sık durup kalktıklarından, yavaşlatmak için kullanılan sürtünmeli fren ve motor freni (regenerative braking) karışımındaki motor freni katkısının elektriğe çevirdiği kinetik enerjiyi de sisteme geri kazandırarak. Kendini geri ödemesi seneler bile alsa, ekonomik ömrü bireysel taşıtlara göre çok daha uzun olan raylı taşımada bu girişim değer. Üstelik parmakla gösterilecek bir örnek de oluşturur.
Tükenmez enerji, düzensiz bir enerji türü. Güneşin ne zaman ne kadar açacağı, rüzgarın ne zaman ne kadar eseceği belli değil. Bu kaynakların sunduğu enerjinin yüzde 100’ünü alabilmek de ayrı bir mühendislik sorunu. Her iki kaynakta da ne gerilim ne akım belirli (düzenli). En yüksek güç transferi, yük direncinin kaynak direncine eşit olduğu durumda gerçekleşir. Buradan alınabilecek tüm enerjiyi alabilmek için kaynağın iç direncini ölçüp yükün (akünün) iç direncini sürekli buna uyarlamak gerekiyor. Mühendislerimizin, tüm enerjinin aktarılmasına, geçerli küresel patentler dışında kalan bir yöntem bulması için duyuruyorum.