Libya
Sovyetlerin sahneden çekilmesiyle oluşan tek kutuplu dünyamızın, “koalisyon güçleri” denilen güç odakları bu sefer Libya’ya demokrasi götürmeye karar verdiler. Gerçi uzun süredir bu yerin İran mı yoksa Suriye mi olacağı yorumcuların akıllarını zorluyordu, ama görüldü ki, pek beklenmedik şekilde bir kargaşa sonrasında adres Libya oldu. Bir köşe yazarının dile getirdiği üzere bu “demokrasi ihracatı” hep petrolü olan ülkelere yapılıyor. Petrolü olmayıp da demokrasiye çok ihtiyacı olan ülkelere “tık yok”.
Biz işin siyasi yönünü siyaset yorumcularına bırakıp işin teknolojik yönüne bakalım. Libya’ya harekât, gene hava savunma sisteminin çökertilmesi ile başladı. Bu çökertme işi, hep bombalanarak yapılıyor. Öyle dillerde dolaştığı gibi, sistem içerisine gizlenmiş bir köstebek yazılımın harekete geçirilmesi ile değil. Sistem paranoyaklarının bu olasılığı düşünmeleri güzel, ama uygulamada pek kullanıldığına rastlanmadı henüz. Birkaç günlük eylem sonrası yapılabilecek ilk tespit bu.
İkinci teknolojik tespit, iletişim sisteminin ve komuta merkezinin gene bombalanarak devre dışı bırakılması. Gerçekten de günümüz savunma veya savaş sistemleri, güçlü ve gürbüz (robust) bir iletişim sistemi olmazsa, bir işe yaramıyor. Buradan hareketle, bir ülkenin savunma sistemini ayakta tutmak için, komuta merkezini dağıtık, iletişimini de odak noktasız (baz istasyonsuz, “hub”sız) olarak, büyük olasılık örülü ağ (mesh network) şeklinde tasarlaması gerektiği ortaya çıkıyor. Bulut işlem (cloud computing)in dillerde dolaşmasının önemi de böylece anlaşılmış oluyor.
Türkiye’nin bu olaydan çıkarımları şöyle olmalı: petrolümüz olmadığı için endişeye gerek yok; ama iletişim altyapımızı gözden geçirelim; savunma sanayinde mümkün olduğu kadar kilit teknolojileri yerli olarak elde edelim. Günümüzde artık “cephe savaşları” olmayacağı, tüm sıcak temasların bu tür eylemler olacağı varsayımı ile, bombardımandan sonra sahaya fiziki yayılma ve orada tutunma yeteneği, bize, güç ekseni içerisinde önemli bir yer kazandıracaktır.