Giderek daha irrasyonel mi oluyoruz?
Bireyin rasyonel olduğu, yani kararlarını bireysel yararını maksimize ederek verdiği aksiyomatik olarak kabul edilirdi. Böylece, hiçbir müdahalenin olmadığı, sadece bireylerin rasyonel kararları ile oluşan serbest pazar ekonomisinin de en iyi sistem olduğu sonucuna varılırdı. Siyasette de ayni muhakeme ile rasyonel bireylerin verdiği oylarla belirlenen ülke yönetiminin, yani demokrasinin en iyi sistem olduğu sonucuna varılırdı.
Bireyin rasyonel davrandığı varsayımını ilk çürüten, bir rönesans insanı olarak gördüğüm (ve Illinois Üniversitesi’nde hocalığım sırasında tanışıp tartışma onurunu yaşadığım) Herbert Simon’dı. Yapay zeka ve insan davranışı konularında çalışan Simon, “sınırlı rasyonellik” (bounded rationality) kuramını geliştirerek 1979 yılında Ekonomi Nobel ödülünü almıştı. Kuramının temelinde, birey karar verirken gerekli tüm bilgi, veri ve enformasyona erişmesinin olanağı olmadığı için, rasyonel karar vermesinin de olanaksız olduğu gerçeği vardı. Ayrıca, gerekli tüm enformasyona erişse bile, bunları değerlendirebilmesi beyni için müthiş bir yük oluşturur. Bireyin bilişsel yetenekleri bu yükü kaldıramaz.
Daha sonra, 80’li yıllarda, Daniel Kahneman ve Amos Tversky, bireyin sadece tüm gerekli enformasyona erişemediği için değil, bilişsel olarak bazı kestirme yollara (heuristics) saptığı için ve bazı demirbaş önyargıları (biases) olduğu için, rasyonel karar veremediğini, tasarladıkları müthiş yaratıcı deneylerle gösterdiler. Tversky daha önce öldüğü için, Kahneman bu buluşları ile 2002 yılında Ekonomi Nobel ödülüne layık görüldü. Son kitabı “Hızlı ve Yavaş Düşünme” dünyada en çok satan kitaplar arasına girdi. Hatta, önde gelen CEO’ların ve siyasilerin en önemli okudukları kitap listesine de girdi.
Tüm yukarıdaki gerçeklere, son yılların sahte haber yaygınlığı da eklenince, giderek daha irrasyonel davranışların hem ekonomide hem de toplumda ve siyasette ortaya çıktığını yaşıyoruz. Tüm bunlar, bilgi ve iletişim teknolojilerinde dünya sıralamalarında çok gerilerde olduğumuz halde (http://bit.ly/2sOdyDk) ve ortada somut bir ulusal strateji yokken, bilişim etkinliklerinde yapılan protokol konuşmalarında “öncü ülke olacağız, izleyen değil yön veren olacağız” tür söylemlerin alkışlanması üzerine düşünürken aklıma geldi.