M2M ve V2V
Geçen hafta, sanayi politikalarından söz etmiştim. Bu hafta bir örnek vereceğim. Günümüzde gezgin iletişim GSM ve 3G, süre olarak bakarsak, çoğunlukla ses iletmekte kullanılıyor. Veri iletimi hızla ses iletimine yetişiyor ve belki de iletilen bit sayısına bakarsak ve ülkeden ülkeye farklılıkları göz ardı edersek, yetişti ve geçti bile. Ama, baskın bir biçimde, bir iletişim kurulduğunda, ses için büyük çoğunlukla hattın iki tarafında iki insan bulunuyor, veri iletişiminde ise, bir tarafta bir makine, diğer tarafta insan yer alıyor. Dipten yükselen ve kısa sürede yaşamlarımızda farklılık yaratacak olan bir başka iletişim türü ise iki tarafta da makinelerin olduğu bir veri bağlantısı. Buna M2M, machine-to-machine deniyor.
Kişisel olarak, iki makinenin aralarında haberleşerek benim yerime karar vermelerini ve bir eyleme girişmelerini, “özgürlüğümün kısıtlanması” olarak nitelemiş ve karşı çıkmışımdır. Örnek olarak da, “eğer buzdolabım, rafındaki süt kutularının ağırlıklarını ölçüp, belli bir marketten süt ısmarlayacaksa, aldatmak için boş süt kutularına su doldurup rafa koyarım” demişimdir. Ama sayaçlarımın uzaktan okunması gibi uygulamalara saygılıyım. Kuşkusuz, M2M iletişimi ile verilecek kararlarda insan seçiminin baskın olması, ya da makinelerin “öğrenmesi” esas olmalı. Bu durum, iş V2V, yâni vehicle-to-vehicle uygulamasında daha önem taşıyor. Önde gelen bir Alman otomobil markasının üst modelleri, iki aynı yetenekte araç karşılaştığında her birinin geçmiş olduğu yollardaki (diğerinin gideceği yöndeki) trafik bilgilerini paylaşıyorlar. İleride bir yavaşlama varsa, şoföre, uyarısı geliyor. Durum, yeni çıkan, aracı öndeki araçla belli mesafede tutan sistemlerde daha belirgin şoför etkisi gerektiriyor. Zâten konulmuş da.
Gelelim ülkemize. Bizde, M2M olsun, ses iletişimi olsun, aynı SIM kart, aynı tarife, aynı vergiler var. Bu vergi yükü altında M2M pazarı oluşmuyor. Yeni pazarlar yaratacak sanayi politikalarımız olmadığından makinelerin tahakkümünden bir süre kurtulmuş bir toplumuz!