MEDYANIN GÜCÜ VE BThaber
Amerika’da 22, İtalya’da da 2 yıl yaşadıktan sonra Türkiye’ye dönüşüm üzerinden 5-6 ay geçmişti ki, bir dostumun “Hiç düşünmeden aklına ilk geleni söyle, en çok neyi özledin?” sorusuna hemen yanıt verdiğimi hatırlıyorum: “Haber almayı!”
Amerika’da her tür medyanın arkasındaki sponsorların beğenilerine göre, manipülatif haber verebildiğini biliyordum. Daha da ciddisi, 31 Aralık günü yaşamını yitirmesinin üstünden 22 yıl geçmiş olacak olan Marshall McLuhan’ın, her tür medyanın sadece içeriği ile değil, bizzat kendi biçimi ile de dikkatsiz bireye bazı ideolojileri ve varsayımları empoze edebileceği iddiasının da farkındaydım. Nitekim, daha sonraları, MIT dilbilimi profesörü Noam Chomsky, kullandığı dil ve görsellerle medyanın toplumu ince ince manipüle ettiğini belgelemişti.
Ne var ki, dikkatli bir dinleyici, okuyucu ve izleyici olduğuma inanıyordum ve Amerika’da çok farklı kanallardan haberlere erişebiliyordum. Çeşitli haber kaynaklarından yararlanmak, olası yönlendirmelerin etkisini yok etmenin bir yoluydu. Ayrıca, konuları derinlemesine sorgulayan ve ayrıntılı araştırmalara dayanan haberler bulmak da mümkündü Amerika’da.
Ülkemizde, haberler genellikle güvenilirlik ve derinlikten yoksun. Teknoloji konularında bile, haber ve yorumlar bir “sponsor” amacına hizmet eden nitelikte olabiliyor. Örneğin, FATİH projesi diye adlandırılan, Milli Eğitim Bakanlığı 2011-2014 stratejisinde ilgili hiçbir satırın yer almadığı, şimdilik sadece bazı donanımları satın almaya yönelik olan konuda bile daha şimdiden gazetelerde “Eğitimde çığır açacak…” diye propaganda niteliğinde haber ve yorumlar çıkıyor. Henüz ortada öğretmeni, öğrenciyi, müfredatı, yani eğitimin esas unsurlarını içine alan bir proje olmadığı halde, bu tür haber ve yorumların kamuoyunu bilgilendirmek veya haberdar etmek için değil, olumlu kamuoyu oluşturmak için olduğunu düşünüyorum.
Oysa, 12 yıldır izlediğim ve yaklaşık 3 yıldır yazdığım BThaber’de okuyucuyu herhangi bir yönde koşullandırma çabası gözlemlemedim. Doğal olarak kapsadığı sektörün büyümesine hizmet etmek amacında. Bunun dışında herhangi bir görüş veya güç odağına hizmet çabası görmedim. Dolayısıyla, önümüzdeki 16 Ocak günü 17. yaşını kutlayacağımız BThaber’e nice bilgilendirici ve haberdar edici yıllar dilerken, bugüne kadar 850 sayısının çıkmasında emeği geçen herkese de teşekkür etmek isterim.
KÜRESEL
İNTERNETİN ÖZGÜRLÜĞÜ
Neden tehlikeli olma potansiyeli taşıdığını daha önceki (Sayı 848) yazımda belirttiğim filtre uygulaması 22 Kasım’da ülkemizde başladıktan sonra, Doğu’da Hindistan ve Kore’de ve Ortadoğu ülkelerinde İnternet’e sınırlamalar gelirken, Malezya’nın Kuala Lumpur kentinde gözetleme ve telekulak gibi teknolojiler üzerine konferans olurken, Batı dünyasında ise İnternet’in özgür kalması yönünde yoğun gelişmeler oldu.
23 Kasım günü, Avrupa Adalet Divanı, fikri mülkiyet hakkını korumak için bile İnternet’e filtre uygulanamayacağı yargısını verdi. Amerika’da fikri mülkiyet haklarını korumak için temsilciler meclisine ve senatoya gelen 2 kanun teklifi (SOPA ve PIPA) aleyhine oluşan çok yoğun kampanya nedeniyle, Rupert Murdoch ve benzeri güç odaklarının kanun tekliflerini desteğine rağmen, tekliflerde geri adımlar atılmaya başladı. 8-9 Aralık günleri Hollanda’da sayısal özgürlükler üzerine yapılan “Çevrimiçi Özgürlük” başlıklı, Hillary Clinton’un da katıldığı toplantılarda ABD ve 13 ülke İnternet’in özgür kalması için ortak hareket kararı aldılar. (Bilmiyorum kimse Clinton’a “peki, siz niye WikiLeaks üzerine ağır sınırlamalar koydunuz” diye sordu mu?!) Neelie Kroes, sadece dilekte bulunmanın ötesinde, İnternet’teki sınırlama ve baskıları aşmak için gerekli eğitim ve teknolojilerin sağlanması yönünde somut önerilerde bulundu..
Bana göre, en önemli gelişme, 1 Aralık günü Avrupa Parlamentosu’nun Hollandalı parlamenter Marietje Schaake’nin önerisini kabul ederek “İnternet Özgürlüğü Fonu”nu (Internet Freedom Fund) kurması oldu. Her yıl, şimdilik 125 milyon Euro ile bu fon, İnternet üzerine sınırlama uygulayan ülkelerden gelen şikayetler üzerine gerekli girişimler için harcanacak. Şimdiye kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Rusya’dan sonra en çok başvuran ülke olan Türkiye’den bu fona da bol başvuru olacağını sanıyorum.
BİREYSEL
HIZLI VE YAVAŞ BEYİN
Bireyin akılcılığı (rasyonelliği), von Neumann ve Morgenstern’in
40’ların sonunda matematiksel olarak kanıtladığı “Yarar Kuramı” ile şöyle tanımlanmıştı: Akılcı birey, yararını maksimize edendir. Bu kuramın yetersizliği veya geçersizliği, 70’li yıllarda iki farklı çalışma kulvarında ortaya çıktı. Birincisi, Herbert Simon’un çalışmalarıdır. “Yarar Kuramı”nın aksiyomatik varsayımı olan “mükemmel bilgi”den bireyin daima yoksun olacağı iddiasıyla, Simon
“Sınırlı Akılcı”
kuramını ileri sürdü. Ekonomist bile
olmadığı halde, bu kuramıyla 1979
yılında Ekonomi
Nobel Ödülü’nü aldı.
Ayni yıllarda, ikisi de ekonomist olmayan, Amos Tversky ve Daniel Kahneman, dahiyane düşünülmüş deneylerle, bireyin öngörülebilir yönde ve sistematik olarak “yanılgı” (bias) içinde, yanlış ve tutarsız kararlar verebildiğini gösterdi. Daha sonra, “Prospect (umut veya beklenti) Kuramı” ile bireyin tutarsızlık ve yanılgılarını kısmen açıkladı. 1996 yılında daha 59 yaşındayken Tversky ölünce, Kahneman 2002
yılında tek başına Ekonomi Nobel Ödülü”nü aldı.
Kahneman’ın bu sene çıkan ve henüz Türkçeye çevrilmemiş “Thinking Fast and Slow” (Yavaş ve Hızlı Düşünmek) kitabı, çok parlak eleştiriler aldı. Örneğin, New York Times yazarı David Brooks “Bireyi ve kendisini anlamak isteyenlerin, yüzyıllar boyunca başvurup okuyacağı kitap” diye yazdı. Senenin en iyi 5 kitabı içerisinde yer aldı. Amazon’dan 13 dolara Bulut’a indirip iPad’imden okuduğum kitap gerçekten müthiş. Tversky ve Kahneman’ın bireyin yanılgılarını gösteren çalışmalarını ve “Prospect Kuramı”nı biliyordum zaten; ama, kitaptaki yeni bazı gerçek, ilginç ve şaşırtıcı örneklerle bu bilgimi tazelemiş ve zenginleştirmiş oldum. Kahneman’ın, Tversky öldükten sonra odaklandığı “mutluluk” konusundaki araştırmalarını bilmiyordum. İlgiyle okudum.
Burada sadece kitabın başlığını açıklamak isterim. Kahneman’a göre, beynimizde reflekslerle çalışan dolayısıyla hızlı ve otomatik Sistem-1 ve derinlemesine analizle çalışan dolayısıyla yavaş Sistem-2 diye iki farklı çalışma düzeni var. Karşınızdaki “Atı alan…” dediği an sizin Sistem-1 anında ne diyeceğini bilir. Ama, dar bir yere otomobilinizi park edeceğiniz zaman Sistem-2 devreye girer. Ne var ki, genellikle Sistem-2 çok tembeldir! Çok zorda kalmazsa, işi Sistem-1’e bırakır. Kahneman bu durumu çok güzel örneklerle gösteriyor.
Dolayısıyla, Brooks’un ifadesini kullanarak, kendini ve başkalarını anlamak isteyenlere bu kitabı hararetle öneririm. Yalnız, baştan bir de uyarı yapmak isterim: Önemli birçok konuda, üstelik yetki sahibi bireylerin beyninde, tembel Sistem-2’nin işini ne kadar sık ve yanlış yerlerde Sistem-1’e bıraktığını anlamanız moral bozucu olacaktır!
Kitabın hemen aklıma getirdiği güncel ve ivedi sorulardan ikisi: FATİH “projesi (?!)” bir öğrencinin beynindeki Sistem-2’yi güçlendirebilir mi? Nasıl?