OTT: Mavi Kuvvetler mi, Kırmızı Kuvvetler mi?
1990’lı yılların başında tek-tük ortaya çıktığında kimse OTT (Over The Top) endüstrisinin bu boyutlara geleceğini kestiremiyordu. O zamanlar küçük ve yeni başlayan şirketler olarak piyasaya giren OTT girişimcileri zaman içerisinde ya şirketlerini küresel dev haline getirdiler ya da mevcut BT ya da telekom şirketlerine olmadık fiyatlara satıldılar. En son, Facebook’un borsaya 100 milyar dolarlık bir şirket değeri üzerinden açılacağından haberdar olunca, bunu daha iyi anladık. Oysa; üniversite yerleşkesinde öğrencilerin kendi aralarında iletişim sağlamak üzere geliştirdikleri bir yazılımla başlayan sıradan bir girişim olduğunu biliyoruz.
Her ne kadar, fiyat rekabetiyle büyük indirimlere sebep olan OTT endüstrisini kendileri için geleceğin en büyük tehditi gibi gören operatörler olsa da, durumdan vazife çıkarıp, aslında düşen gelirlerini yine OTT endüstrisiyle işbirliği yaparak ayağa kaldıracağına inanan operatörler de var. Ancak, henüz bir konsensüs sağlanamadığı için OTT endüstrisinin operatörlere karşı beklentileri, yaklaşımları ve eylemleri farklılaşabiliyor.
Örneğin, geçtiğimiz Mayıs ayında TM Forum’da konuşan Facebook’un Avrupa, Ortadoğu ve Afrika’dan Sorumlu Tepe Yöneticisi Colm Long, açıkça operatörlerle rekabet yerine işbirliği yapmak istediklerini ifade etti. Bu beklentiye karşın, Temmuz’da Vodafone tarafından piyasaya sürülen Facebook tabanlı 555 Bluephone adlı telefon, bir yandan da Sykpe’a dayalı mesajlaşma ve ‘video-chat’ olanakları yüzünden Facebook’un yüzünü güldürmedi. Oysa, 800 milyon kullanıcısıyla Facebook sahada yalnız olmak istiyordu.
Donanım satışları, yazılım bağımlılığı, uygulamalar ile dünyanın neredeyse bir numaralı markası haline gelen Apple için durum daha farklı. Apple OTT servislerini bulut bilişim ile birlikte sunacak. Bu nedenle, son zamanlarda enerjisinin önemli bir kısmını bulut bilişime harcıyor. Beklenilen o ki; iPhone ve iPad’de olduğu gibi bulut bilişim uygulamalarında da etrafı çitle çevrili bir bahçe yaratıp, içinde sadece kendi müşterileriyle kalmak Apple’ın vazgeçilmez stratejisi olacak.
Microsoft, 5,9 milyar avro ödeyip Skype’ı aldığında, IP üzerinden ses görüşmesi pazarını hedefliyordu. Bu sektörün hala en popüler uygulaması olan Skype, geçtiğimiz Temmuz ayında Microsoft’un Facebook ile sosyal iletişim ağlarında video paylaşımı için işbirliği yapacağını duyunca şaşırmadan edemedi. Günde 1 milyar kullanıcıyı Skype üzerinden konuşturmayı amaçlayan Microsoft’un rakip bir şirket üzerinden manevra yapması başka şirketlere de ilham kaynağı oldu.
BBC’nin, 2007’den bu yana İngiltere’de, bu yılın Temmuz ayından bu yana da yurtdışında servise sunduğu iPlayer ile ulusal yayınları nerede olursanız olun; IP tabanlı herhangi bir platformdan izleyebiliyorsunuz. 2011’in ilk yarısında, ayda 7 milyon abonenin bu servisleri kullandığı biliniyor. BBC söz konusu servisler için abonelik ücreti dışında içerik için ayrı bir bedel almayı düşünmüyor. Ancak, operatörler tarafından hem tehdit, hem fırsat olarak değerlendiriliyor. Bazı mobil operatörler 3G üzerinden iPlayer içeriklerine erişimi engellerken, BT Vision ve Virgin Media gibi genişbant erişim sağlayıcılar iPlayer’ı pazarı büyütecek bir kaldıraç gibi görüyorlar. Hatta verilen servisleri geniş ekranlarda da izlemek üzere destekleyici katkı veriyorlar.
Amerika’da şimdiden bir efsane olan Netflix 25 milyon abonesine İnternet üzerinden film ve TV aboneliği sunuyor. Yüzlerce farklı cihaz üzerinden bunları izlemenin bedeli sadece 7,99 dolar. Abone sayısı yılda yaklaşık yüzde 70 büyüyor. Temmuz ayında Netflix yöneticileri, Amerika’nın yanı sıra başta Latin Amerika olmak üzere dünya üzerindeki 43 ülkeye daha servislerini götüreceklerini açıkladılar. 2012 yılında Avrupa’da da faaliyete geçecek. Bu arada DVD ve TV yayınını ayrı ayrı şirketlerin servisleri olarak vermeyi düşünmeleri, bir yandan müşteri portföylerini genişletirken, bir yandan da gelirlerini iki ayrı abonelikle artıracaklar tezini güçlendiriyor. Netflix’in aboneleri üzerinde yarattığı en önemli etki, genişbant bağımlılığı. Bu da operatörler için bulunmaz bir fırsat oluşturuyor.
e-Ticaret deyince akla ilk gelen isim, elbette Amazon. Servis yelpazesini genişleten Amazon, 2011’in başında Netflix benzeri bir servisle ortaya çıktı. Avrupa kökenli Lovefilm şirketini satın aldı. Lovefilm’in İngiltere, Almanya, İsveç, Danimarka ve Norveç’te 1,7 Milyon abonesi var. Netflix’ten farklı olarak video oyunlar da kiralanabilirken, Amazon katma değerli servisleri artırdı ve TV yayınlarına da başladı.
Bir zamanlar ana sayfası dünyanın en çok ziyaret edilen sayfası olan Yahoo eski günlerindeki görkemden çok şey yitirdi. Kendini kurtarmak için cazip içerik peşine düşen Yahoo, İngiliz Premier Ligi ya da ABC News Haber Kanalı gibi içerik sağlayıcılardan yardım bekliyor. Skype gibi PC’den PC’ye sesli konuşma servisleri Amerika, Singapur, Almanya, Fransa ve İspanya’da popüler olsa da gelirleri daha çok arama motoru olarak kullanıldığı servislerden elde ediliyor.
Yazımızın başlığını, ‘OTT: Mavi Kuvvetler mi, Kırmızı Kuvvetler mi?’ olarak belirlerken, bu askeri deyimi, ‘operatörler için yararlı mı, zararlı mı?’ anlamında ele aldık. Yukarıda, dünyanın belli başlı OTT Servis Sağlayıcılarının ne yapmak istediklerini küçük paragraflarla özetledik. Onların giderek gelişip, pastadan büyük pay almaları karşısında çeşitli taktiklerle engellemeler ortaya çıkarmak yerine, yanına alıp beraber büyümeyi amaçlayan operatörlerin sayısı hiç de küçümsenemez. Vodafone’un 555 Bluephone’una değinmiştik. Tuş takımında Facebook’un logosu ‘f’ harfine dokunduğunuzda anında kendinizi Facebook’un içinde buluyorsunuz. France Telecom Orange Afrika kıtasında 18 ülkede faaliyet gösteriyor. Bu kıtadaki operasyonlarında yararlanmak üzere Google ile özel bir anlaşma yaptı. İngiltere’deki Three adlı operatör 2009 yılından beri Skype ile birlikte çalışıyor. Örnekler artırılabilir.
Görüyoruz ki sosyal iletişim ağları, uygulamalar, video içerikleri, müzik ve oyun endüstrisi operatörlerin ana fonksiyonları arasında değil. Bu servisleri genellikle iş ortaklarıyla birlikte geliştiriyor ve kullanıcıların hizmetine sunuyorlar. OTT servisi sunan şirketlerin asıl faaliyetleri ise tam bunlarla örtüşüyor. O zaman, operatörler ve OTT servis sağlayıcılar arasındaki işbirlikleri kaçınılmaz oluyor. Ama, bir güven ortamının oluşup, yaygın bir işbirliğinin küresel bir iş modeli haline gelmesi için, operatörlerin OTT servis sağlayıcılara ihtiyaç duydukları kadar, OTT servis sağlayıcıların da operatörlere muhtaç olduklarını anlamaları gerekiyor. Netice olarak, özellikle fiber altyapısı yatırımı gibi son derece pahalı teknolojileri genişbant servisler sunmak isteyen şirketlere kullandıracak operatörlerin bu masraflarına OTT servis sağlayıcılarının da katkı vermesi mutlu sona ulaştıracak. Aksi takdirde; iki farklı sektör arasındaki çekişme, halat çekme yarışı yapan iki tarafın zaman zaman diğer tarafı kendine yaklaştırması gibi gözükse de; ne operatörlere, ne OTT servis sağlayıcılara ne de kullanıcılara bir yarar getirmeyecek.