Stockholm’de bir yazılımcı
Yıl 1973. Jan Erik Olsson, Stockholm’de bir banka şubesine soygun amaçlı girer. Silahını çekip elindeki patlayıcıları havaya kaldırır ve “Hepiniz yere yatın parti başlıyor” diye bağırır. Rehin alabileceği sayıdan fazla müşteri ve çalışanın dışarı kaçmasına izin verir ama üç banka çalışanına izin vermez.
Polis hemen olay yerine gelir, içeriye girmek için ilk girişimde bir polis memuru soyguncunun ateşiyle yaralanır. Bir süre sonra soyguncu ile iletişime geçen polis, üç milyon kron tutarında para, kapının önünde son sürat bir araba ve cezaevinde olan tutsak bir arkadaşının çıkarılmasını ister. Gün içinde talepleri karşılandığında, soyguncular rehinelerden iki tanesini bırakmaya niyetlenir ancak polis kuşatmayı kaldırmaz. Gazeteciler, televizyoncular olayı anlık olarak dünyaya sunar. Dönemin başbakanı devreye girer, soyguncularla konuşur ama polisin kuşatmasına engel olmaz. Bir gün sonra halk polisin bu tavrının rehinelerin can güvenliğini riske attığını düşünür, soyguncuların rehineleri bırakacağına kesin gözüyle bakar. İkinci gün, rehinelerin kurtulmasındaki tek engel polis olarak görünür. Sonuçta içeriye gaz verilerek soyguncular ve rehineler bayıltılır. Girişim altı gün sürer, polisin tutumu halk arasında tepki yaratır ve halk, polisi bir nevi suçlu görerek, soygunculara acımaya başlar. İçerdeki rehinelerde bu sırada soygunculara güven duyar ve kaçmaları için destek olmak ister. Hatta yakalandıktan sonra avukat paralarının toplanmasına yardım eder.
O günden sonra, rehinelerin, kendini rehin alanın duygularını anlamaya başladığı duruma Stockholm sendromu deniyor.
Şu ana kadar birkaç yazılımcı arkadaşımda da aynı sendromu gördüğüm için yazıyorum bu yazıyı. Aylarca aynı projede, gecesi gündüzü bir, hafta sonu, bayram, tatili yok bir şekilde çalıştı. Geçtiğimiz günlerde uğraşısı nihayet bitti. Hafta sonu çay içerken, o günleri çok özlediğini söyledi. Bir dönemler bedenini ve ruhunu rehin alan projeden bahsederken.