Hadi Başla
Daha dün annemizin
Kollarında yaşarken
Çiçekli bahçemizin
Yollarında koşarken
Şimdi plazalı olduk
Ofisleri doldurduk
Sevinçliyiz hepimiz
Yaşasın iş yerimiz…
Orjinali daha sıcak biliyorum çünkü hala büyüyemedik. Bunu ben değil araştırmalar söylüyor. Yapılan bir araştırmaya göre hala “çocuk toplumuz”. E nasıl olmayalım? Aman bir yerimize bir şey olmasın! Aman bir yerimiz acımasın! Ay çocuğumuz düştüğünde keşke ben düşseydim de ona bir şey olmasaydı! Pamuklar içinde yetiştiriyoruz bakmaya bile kıyamıdığımız çocuklarımızı.
Benim açımdan anlatmak isterim. Babam çok hastaydı artık modern tıptan çare bulamayacağımızı anladık ve öylece oturup bir şey yapamamış hissetmemek için alternatif tıp ile tanıştım. Yaşım 36 idi. Bir tanıdık –kendisi de ağır hastaydı- bana birisini önerdi “uzaktan gönderdiği enerjilerle kendimi iyi hissediyorum sen de ona gibip baban için uzaktan şifa vermesini isteyebilirsin” dedi. Çoğunlukla umut tacirlerinin kol gezdiği bu sektörde gittiğim adam para istemedi. Durumu dinledi, “yapamam ama denerim umutlanmayın” dedi.
Sohbet ettik biraz ve farkettim ki beni babamın gidişine hazırlıyordu daha çok. Acınacak haldeydim sanırım onu farketmişti. O zamana kadar bende alternatifler asla tükenmezdi, asla çaresiz hissetmezdim, yenilirdim ama pes etmezdim, 36 yaşıma kadar düştüysem kalkmayı bildim, yapamadıysam daha çok çalıştım, başaramadıysam vazgeçmedim, kendimden, hayatımdan, çevremden yani bana rahatlık veren çok şeyden feragat ettim ve hep ayakta kaldım. İşte bu alışkanlıkla modern tıbbın yetmediği yerde inanmamama rağmen sadece savaşabilmek için alternatif tıp için loş büyük bir salonda hiç tanımadığım bir adama elimdeki tüm çarelerin tükendiğini söyleyemiyor ama öyle bakıyordum. O akşam o odada hissettiğim duygu bana çok yeniydi ilk defa çaresizdim.
“İnanmıyorum yönteminize ama başka çarem kalmadı” dedim. “Siz bilirsiniz” dedi ve sonra ekledi “Devrim Bey, anne ve baba çocuk için hayatın önündeki engel gibidirler. Onlardan birisi çekildiği zaman çocuk hayat dediğimiz o şeye dokunur ve büyümeye başlar, siz hayata dokunmaya hazırlanıyorsunuz” dedi. Ben yurt çocuğuyum, ilkokul sonrası tüm eğitim hayatım yurtlarda geçti, ailemden ayrı büyüdüm ama o an, o odada hala çocuk olduğumu hissettim.
Anne ve baba hayatın önünden çekildiğinde çocuklar hayata dokunur cümlesini hiç unutmuyorum bu doğanın kanunu böyle ve kabul etmek gerek. Fakat yine de çocuklarımızı yetiştirirken anne ve babalığı o kadar koruyucu yapıyoruz ki çocuklarımız daha dün annelerinin kollarında yaşarken birden kendilerini plazalarda iş oyunu oynarken buluyor. Böyle yetiştik ve çocuklarımızı da böyle yetiştiriyoruz.
Bu yüzden iş hayatında kendimizi iş insanı olarak değil de hala okulda öğrenci gibi görüp yöneticilerimizi okuldaki öğretmenler yerine koyuyoruz. Öğretmen bize kızmaz da yanımızdaki arkadaşa kızarsa “ooohhh bana kızmıyor” diye rahatlıyoruz. Yaptığımız hataların cezasını bir başkası çekerse sesimizi çıkarmıyor, sorumluluk bende demiyoruz. Yönetici olduğumuzda bir nedenden bir işi başaramıyorsak suçu ilk olarak yöneticisi olduğumuz takıma atıyoruz. DüşününJ hatanın çoğunlukla başkalarında olması alışık olduğumuz bir durum değil mi?
Bir çocuk kendisine bir yön gelmesini bekler ve yapılan araştırma gösteriyor ki biz çocuk toplumuz ve bize bir yön verilmesini bekliyoruz. Birisi geçsin başa ve o bize bir şeyler söylesin onu yapalım. İnsanlık oldum olası liderler aracılığı ile yön değiştirmiştir ve bu kabul edilebilir bir durumdur ancak bizim gibi toplumlar lider olmadan ilerleyemez durumdadır.
Toplumlar da çocuklar gibidir. Eğer bir ebeveyn olarak çocuğunuza bazı sorunlarla baş etmeyi, karar almayı ve uygulamayı, kararları sonunda olumlu ya da olumsuz sonuçlara katlanmayı öğretebilirseniz yaşadığı her durumda yanında olmanıza gerek kalmaz, o bir şekilde ilerler. Ancak çocuğunuz her karar aşamasında bir otorite arıyorsa, anne baba ya da bir büyüğün onayını bekliyorsa bu durumda çocuğa her daim yön vererek onu yaşatıyorsunuzdur. Çocuklarda olduğu gibi toplumların da olağanüstü şartlarda lidere ihtiyacı vardır ama asıl farkı belirleyen olağanüstü şartlar değildir. Toplumların birbiri ile farkını belirleyen normal şartlardır. Bir toplum her şey normalken ne yapıyor, nasıl yaşıyor, ne üretiyor, bir disiplini var mı, birbirine, içinde yaşadığı topluma ve ülkesine tutkun mu, gelişiyor mu yani otonom mu yoksa sadece yaşıyor mu? Bu soruların cevapları kritik çünkü toplumların gelişmişlik farkı burada yatıyor. Zaman ekseninde de baktığımızda toplumlarda (insanlarda olduğu gibi) kriz anları çok kısadır daha uzun süre hep normal zamanlardır. Yani farkı yaratan daha uzun süre olan normal zamanlarda toplumların yaptıklarıdır.
Bu teze bir başka açıdan bakalım; Machiavelli’ye göre yaşadığı dönemde dünyada iki tip yönetim sistemi vardı; Osmanlı ve Fransız. Osmanlı’da padişah olmak zordu, belirli bir soydan gelmeniz, taht kavgaları esnasında ölmemeniz, taht siyasetini iyi bilmeniz gerekirdi. Sonrasında padişah olduğunuzda size tam biat edilirdi. Fransız tipi sistemde ise; kral olmak yine zordu ama padişah kadar değildi, örneğin 7 prensten birisi iseniz siz ve 3 prens ittifakı yakalarsanız kral olabilirdiniz ancak kral olduktan sonrası zordu çünkü prensler birleşip sizi tahttan indirebilirdi. Der ki Machiavelli; Osmanlı tipi yönetimde padişah olmak zor ancak olduktan sonra yönetmek kolaydır Fransız tipinde ise kral olmak nispeten kolay ancak yönetmek zordur. Her iki şekilde de kendine göre zorluklar var ancak kültürlerin farklılığı çok bariz. Bence bu durum günümüzde de devam etmektedir. Bugün de ülkeye lider olmak hiç de kolay değildir ancak bir şekilde lider olduğunuzda biat kültürünün rahatlığı bir şekilde lidere avantaj sağlar. Ama ya lider iyi bir lider değilse? İşte o zaman toplumun ilerleyebilmesi ya da yerinde sayması (geri gitmesi) toplumlar arasındaki temel farkı belirliyor. İşte tam da bu nedenle kendi kendini geliştiren ülkelerle bir lider aracılığı ilerleyebilen ülkeler arasındaki makas normal şartlar altında gittikçe açılır.
Ülkeler, toplumlar boyutundan iş dünyasına gelelim. Kiminle konuşsam çok çalışıyor, çok yoğun, işler bitmiyor. Gerçekten şahidim çalıştıklarına, yoğun olduklarına ve işleri yetiştiremediklerine. Tam bu noktada bir soru geliyor aklıma; bu kadar çalışmaya bizden ilerideki ülkelerle arayı kapatıyor olmamız gerekmez miydi? Farkı kapattığımızı iddia eden var mı bilmiyorum ama bence o fark kapanmıyor.
Elbette birçok farklı sebep sayılabilir ancak sanki bahaneleri temizlediğimizde geriye sadece toplumsal tarzımız kalıyor. Hani hala çocuk olan, sorumluluk almayan, plan yapmayan, kendi başına harekete geçemeyen, lider bekleyen, herkesin yaptığını yapan, dünde kalmayı güvenli bulan, daha dün annesinin kollarında yaşayan ama şimdi plazalı olan, ofisleri dolduran bizlerin tarzı oyunun sonucunu belirliyor. Artık biraz büyüsek mi? Sorumluluğu alsak mı artık?
Farklılaşmak istiyorsan! Her nerede çalışıyorsan çalış, her ne meslek ya da pozisyonda olursan ol sadece tek bir an için bir konunun sorumluluğunu al ve de ki bu benden dolayı böyle oldu ya da çalıştığım bu konuda en iyisini yapacağım hem de kimseden bir yön beklemeden, sonunda övgü beklemeden diyebilirsin kendine. Bunu kendin için, kendine olan saygın için yap. Bu özgürlüğü hisset, hoşuna gidecek, mutlu olacaksın ve göreceksin işini, kendini kendin şekillendireceksin ve eminim ilerleyeceksin.
Kendine güven.
Hadi başla.