Amsterdam’ın banyo küveti
İstanbul’da dünya çapında tek “marka” müzemiz Ayasofya… Bu dini mimari müzesi dışında, dünyada marka olmuş müzemiz yok. Önemli müzeler varsa da (Topkapı, Kariye:Bizans Mozaikleri, Arkeoloji:İskender Lahdi) bunlar, İstanbul’u “marka müze şehri” yapmıyor.
New York’ta Metropolitan ve Modern Sanatlar Müzesi (MoMA). Paris’te Louvre, D’Orsay, Picasso v.b. Roma’nın tamamı. Berlin’in Bergama ve en az 10 tane “marka” müzesi. Madrid’de Prado, Thyssen-Bornemisza, Reina Sofia. Londra’da British Museum, National Gallery (Güzel Sanatlar), Victoria & Albert. Amsterdam’da Rembrandt’ın evi sayılan Rijksmuseum, Van Gogh, Stedelijk Çağdaş Sanatlar ve Tasarım Müzesi. St.Petersburg’da Hermitage. Lizbon’da Gülbenkyan.
Bu tür “marka” müzelerin tadilat nedeniyle kapanması, turizme darbe. Bu sırada sergileme işi başka yerlere naklediliyor. Ama, müzenin havası kaçıyor. Hele tadilat Rijks’deki gibi 10 yıla yakındır sürüyorsa… Stedelijk de 2004’ten beri kapalıydı. Neyse ki tadilattan, tam da bu müzeye uygun acaip bir yenilikçi “eser” ortaya çıktı: Müze binası, banyo küveti gibi, tamamen penceresiz, tuhaf ama ilginç bir tasarıma büründü.
Bir çağdaş sanatlar ve tasarım müzesi için bundan daha akıllıca bir yenileme yapılamazdı: İnsanlar, sırf bu tuhaflığı bizzat görmek için bile buraya gidecek şimdi. Rijks, Nisan’da tekrar açılacak. Tadilatı süren Van Gogh, Mayısta… Bu ikisine uğradıktan sonra aynı hattaki Stedelijk’e de gitmek farz olacak. Hollandalı mimar Mels Crouwel’in “icadı”nı görmeye.
Bir şehri “marka müzeler”le dünyada marka yapmak işte böyle bir şey. Sadece eseri göstermek yetmiyor. Yenilikçilik de şart.