Beni Sizler Var Ettiniz…
BThaber Köşe Yazarı: Devrim Zımba
Benim çocukluğumda renkli televizyon insanların evlerine yeni yeni girmeye başlamıştı. Babam eve bir tane getirdiğinde sene sanırım 1984 idi. Henüz uzaktan kumanda icat olmamış o zamanlar, e aleti açıp kapatmak için ayağına kadar gitmen gerekirdi. Zamanla özel kanallar çoğalmaya başladıkça kanal değiştirmek için de mutlaka televizyonu ziyaret etmek gerekti ve ziyaretler arttıJ. Evde bu kadar hürmet gören başka canlı ya da cansız varlık yok düşünsenize her defasında yerinden kalkıp yanınıza gelen birisi var, büyük saygı görüyorsun, kralsın. Tabi babam baktı ki alet kendisinden daha çok hürmet görüyor konuya el koydu ve ablamı ya da beni televizyonun yanına yerleştirdi. Hala da icat olmamış sesli uzaktan kumanda böylece icat olunmuş olduJ.
- Kızım sesi biraz aç
- Oğlum kanalı değiştir
gibi cümleler evin en sık duyulan cümlelerdendi artık. Haliyle ablam ya da ben bu görevi layığı ile yerine getirirken bu durum bizi başka bir açıdan geliştirdi. Programları protokolden izleyebiliyorduk. İzlenimlerim şöyle; devlet kanalında çok ciddi abi ve ablalar varken özel kanallarda daha samimi, gülümseyen hatta kahkaha atan abi ve ablalar vardı. Çok müstesna sanatçılarımız özel kanallarda daha rahat şarkı türkü söylüyorlardı. Zamanla bu sanatçılara odaklandım daha doğrusu kafayı taktım. Ne yapıyorlar, nasıl davranıyorlar protokolden analiz ettim. Hepsinin farklı yaklaşımları olmasına rağmen belirli bir noktada buluşuyorlardı; programı bitirmeye yakın alkışlar başladığında sanatçımız;
- Sağolun efendim, sağolun, sağolun beni sizler var ettiniz
Hepsi aynı cümleleri kullanmasa da ya farklı cümlelerle ya da vücut hareketleri ile (genelde belden 90 derece eğik olacak şekilde üst kısım yere paralel ve el mutlaka göğüste) minnettarlıklarını ifade ediyorlardı. O zamanlar farkında değildim ama onları gerçekten de halk var etmişti. Beğenilen, albümleri çok satan, alkışlanan kişi büyüdükçe büyüyordu bir anlamda var oluyordu. Elbette sesleri, sahneleri çok iyiydi ama ortada bariz bir pozitif geri besleme vardı. Halk kendilerini beğendikçe onlar sanatlarında daha da iyileşiyorlardı. Onlar ortaya bir şey koyuyorlardı biz de onları var ediyorduk.
Yıllar geçti sosyal medya doğdu. Sosyal medya insanın içerisinde olan çok önemli bir açlığı keşfetti. Beğenilme arzusu.
İlk defa Ekim 2007’de FriendFeed isimli bir uygulama beğenme düğmesini kullanmaya başladı. 2009 yılında Facebook FriendFeed’i satın alınca ilk iş olarak beğenme düğmesini kendi bünyesinde kullanmaya başladı. 2010 yılında Youtube o zamana kadar 1-5 arasında yıldızla ifade ettiği beğenme oranını beğenme-beğenmeme butonları ile değiştirdi çünkü fark edilmişti ki 2,3 ve 4 butonları çok az kullanılıyordu ve çoğunlukla 1 ve 5 butonları kullanılıyordu yani insanlar bir şeyi ya beğeniyor ya da beğenmiyordu. Zamanla diğer uygulamalar da sadece bu butonları kullanmaya başladı.
Bu sırada enteresan bir durum gelişti ve birçok uygulama “Beğenmeme” butonunun kullanımını kaldırdı. Yani artık sadece “Beğen” butonu vardı. Bugün çoğunlukla kullandığımız LinkedIn, Facebook, Instagram gibi uygulamalarda dikkat ederseniz sadece beğen butonu var. Gerçi bu durum kimi zaman gerçek hayatta sorunlar çıkarabiliyorJ, yakınının kaybını sosyal medya üzerinden duyuran kişinin yakınları acısını paylaştığını uygulama üzerinden sadece beğenerek gösterebiliyor ki düz bir bakış açısı ile bu durum kaybedilen kişi için “beğendim iyi ki öldü” dermiş gibi oluyor. Bu gibi durumlarda alt ifadeler varsa durum kurtarılabiliyor.
Son olarak; Youtube da yakın zamanda “Beğenmeme” butonunu kaldırdığını duyurdu. Peki neden? Youtube’dan yapılan açıklamaya göre “kapsayıcı ve saygın bir ortam yaratmak, içerik oluşturucuların başarılı olması, kendilerini ifade etmesi, sanal tacizden korunmaları ve güvende hissetmeleri için böyle bir karar aldığını belirtti”. Bu açıklamanın içerik oluşturucularının başarılı olması kısmı bence en önemli nokta. Bence işin sırrı burada çünkü yapılan araştırmalar gösteriyor ki insan beğenildikçe gelişiyor.
Bunu kendi hayatımda da yaşadım. Mesleğimde ilk teşekkürü 8. (yazı ile sekizinci) yılımda aldım. Benim hiç unutmayacağım bir tecrübeydi, basit bir tablo doldurmuştum ve yöneticim bu tablo için bana teşekkür etti, inanamamıştım. Dilim tutulmuş olacak ki rica bile edemedim J. Burası şaka değil gerçekten ilk teşekkürü iş hayatımın ikinci şirketinde böyle almıştım ve o anı saniye saniye hala hatırlarım.
Bizim kültürümüzü yerden yere vurmayacağım kültürümüzün çok kıymetli tarafları var ancak sanırım bizim kültürümüz kötümser gerçekçilik üzerine kuruludur dersem en objektif tanımı yapmış olurum. Biz bir şeyi beğendiysek olmuş beğenmediysek de olmamış deriz. Sadece beğenmediğimiz şeyin altını biraz fazla çizdiğimiz zamanlar olur. Ecnebi bir şeyi beğenmediyse “tekrar dene” diyor burası çok önemli bir ayrıntı.
Bir başka önemli nokta da; biz birisinin kıymetini bilmek için önce ölmesini bekleriz. O nedenle kör badem gözlüdür öldüğünde kel de sırma saçlı. Ve bu kocaman bir hatadır. Ekibimizde çalışan insanların değerlerini onları kaybedince anlamamız bu yüzden. Yahu nereden bulmuşlar bunu gitse de kurtulsak dediğimiz kişiler gidince yerine uzun zaman kimseyi koyamıyoruz. Elbette ilelebet birlikte çalışmak mümkün değil mutlaka yol ayrımları olacak bir şekilde ama en azından çalışırken hak ettiği kıymeti vermek daha doğru değil mi? İçeriden değerleri elde tutmak, yükseltmek daha doğru iken dışarıdan gelecek kişilerin kurtarıcı olduğunu düşünüyoruz elimizdeki kıymetleri kaybettiğimizin farkında olmadan. Daldaki kuş eldeki kuştan daha kıymetli görünüyor. Ya da şöyle düşünelim bizim elimizdeki kuşlar da başkaları için daldaki kuş aslında. Ve uçuyorlar, farkında mısınız kaybediyoruz?
Bedava bir yöntemi var kazanmanın. Beğenmek. Sadece bu kadar. Zor değil, zul değil, yük değil. Bir iş iyi yapıldığında beğenin. Beğenin ki gelişsin. Birlikte çalıştığım bir arkadaşım “bu ekipte beğenme ve takdir etme bazen çok abartılıyor” demişti. Mutlu oldum zira ekipte özellikle yerleştirmek istediğim kültür tam olarak bu. İşe yaradığını da gördüm çünkü çok stresli işleri yapan bu ekibin başarılı olduğunu bizzat gözlemledim.
Dünyada bazı uç denemeler var bu konuda. Örneğin başarısızlığı kutlamak gibi. Aslında başarısızlık kutlanmıyor başarısızlığa neden olan etmenler keşfedilip bir daha bunları yapmama kararlarının alınması kutlanıyor. Dünyanın daha çok teşekkürü, beğeniyi, kötüyü bile kutlamayı denediği şu zamanlarda kazanmak için biz de bunları yapalım. Kötümser-gerçekçilik bizi daha ileriye götürmeyecek bu kesin.
Kendinizden yola çıkın, dürüst olalım sosyal medyada yaptığınız paylaşımların beğeni sayılarına bakmıyor musunuz? Bu sayılar arttıkça kendinizi daha iyi hissetmiyor musunuz? Daha iyi hissettikçe daha çok paylaşım yapmak daha iyi şeyler üretmek için şevk duymuyor musunuz?
Çok geç kaldık mı dediniz? Hayır kalmadık biliyorum. Bugünden itibaren birlikte çalıştığınız kişilere daha çok teşekkür edin, çalışmalarını daha çok beğenin, “beğenmeme” butonunu hayatınızdan çıkarın. Beğenmediğiniz yolu değil beğendiğiniz yolu göstererek liderlik yapın. Beğeni sihirli bir eylemdir. Emin olun bir süre sonra gelişmeleri göreceksiniz ve belki bir gün birisi size gelecek ve “beni sen var ettin teşekkür ederim” diyecek.
Yok etmeyin var edin, sadece ve sadece teşekkür ederek var edin.