BEYİN GÜCÜNÜ NASIL KULLANALIM
BİREYSEL
Daha önceleri psikolojik bozuklukları anlamaya ve tedaviye odaklanmış olan nörobilim dalındaki beyin ile ilgili araştırmalar ve uygulamalar, giderek patolojik durumların dışına çıkıp, sağlıklı bireyin beyin gücünü artırmaya yöneliyor. Bunun son örneği, Şubat başında, ABD’de New Mexico Üniversitesi profesörü Vince Clark’ın, insan beyninin gücünü artırmayı mümkün kılan uygulamaları içeren araştırmasıdır.
Depresyon gibi psikolojik bozukluklarda tDCS diye anılan tedavide, beyindeki sinirlerin uyarılması için küçük elektrodlar yardımıyla doğrudan beyine sürekli ve düşük elektrik akımı yollanır. Profesör Clark’ın yönettiği ekibin yürüttüğü araştırmada, tDCS yönteminin, patolojik durumlar dışında da dikkati ve hafızayı güçlendirdiği anlaşıldı. Bir uygulamada, tDCS yönteminin kullanıldığı sanal gerçeklik askeri eğitim programlarını tamamlayan Amerikan askerlerinin gizli tehditleri belirleme yeteneklerinde iki kat artış olduğu ortaya çıktı.
Araştırmanın çok çarpıcı bir diğer sonucu, halk dilinde “beyin elektrosu çektirmek” olarak bilinen EEG’nin potansiyel kullanımına ilişkin bir bulgu. Beyin dalgaları aktivitesinin elektriksel yöntemle izlenip, grafik olarak kaydedilmesini içeren EEG yöntemi, beyinde normale kıyasla bir sapma – yani patolojik bir durum – olup olmadığını belirlemek için kullanılırdı. ABD askeri araştırma kuruluşu DARPA, EEG grafiklerinden beynin bazen hedefleri fark etmiş olduğunun anlaşıldığını ama bireyin bunu bilinçli düşünceye çevirip gereğini yapmada başarısız kaldığını göstermişti. EEG grafiklerinden de yararlanan bireyin, hedef belirleme yeteneğinin eskisine göre üç kat arttığı görüldü.
Birey beyni ile ilgili tüm bu araştırmaların askeri alanda olması şaşırtıcı değil. Fakat, uygulamaların askeri alanla sınırlı kalması uygarlığımız ve insanlık için çok büyük bir kayıp olur. Nitekim, İngiltere’nin saygın bilim kuruluşu The Royal Society, nörobilim ve nöroteknolojilerdeki gelişmelerin toplumsal yarar yönünde uygulamaları ve riskleri üzerine “Brain Waves” (Beyin Dalgaları) başlıklı bir proje başlattı. Bu proje bağlamında şimdiye kadar 4 çalışma rapor olarak yayımlandı: Nörobilim, Toplum ve Politika (Policy); Nörobilim: Eğitim ve Yaşam Boyu Öğrenme için Anlamı; Nörobilim, Çatışma ve Güvenlik; Nörobilim ve Hukuk.
Özellikle “Nörobilim: Eğitim ve Yaşam Boyu Öğrenme” çalışması, şu anda “Fatih” adı altında bir girişimle okullara tablet ve etkileşimli tahta dağıtılırken dikkate alınması gereken önemli konulara değiniyor. İleride bu konuyu daha ayrıntılı olarak ele alacağım.
ANLAMLI TARTIŞMA ORTAMI YOK
Geçen ay yazıma “Gelişmiş ülkeler ile uyumsuz bir gündemimiz var” cümlesi ile başlamıştım. Aslında anlamlı ve yararlı bir tartışma ortamının olmadığı da görülüyor. Yazıma başlarken Şubat ayında bilişim sektörünü ilgilendirebilecek önemli gelişmelere baktım. Bunlar içinde, ülkemizin tartışma ortamını sergileyen bazılarını yorum yapmadan paylaşmak isterim.
Şubat ayının en önemli olayı, “Fatih” adı altında bir girişimi başbakanın resmen başlatmasıydı diyebiliriz. Bundan hemen sonra İstanbul uçağına beraber düştüğümüz Maliye Bakanı Şimşek’e “bu dağıtımlar ile ilgili harcamalar bütçeye kondu mu?” soruma yanıtı “düşündük” oldu. Yani bütçe de yok. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2010 sonunda yayımladığı “MEB Stratejisi 2011-2014” raporunda konu ile ilgili tek bir kelime yok. Tablet ve etkileşimli tahtanın eğitime etkisi üzerine tek bir pedagojik çalışma yok. Şu andaki sadece donanımla sınırlı çerçevede bile birçok önemli ayrıntının konuşulmadığını BTHaber’de Ayhan Sevgi özetlemiş (Sayı: 857): “İçerik, veri merkezi, ağ altyapısı, internet ve intranet erişimi, sistem bütünleştirme ve yönetimi, çağrı merkezi ve destek hizmetleri gibi konular tablet kadar önemli olduğu halde hiç konuşulmuyor ya da sadece kapalı kapılar ardında konuşuluyor.” Hatta, Binali Yıldırım’ın Ocak ayında “hem Pardus hem Windows olacak” açıklaması ile bir diğer anlam verilemeyen durum var ortada. Şu andaki son gelişme de dağıtılan tabletlerle internete girenlerin YouTube’a düşmeye başlamasıdır. Bu durumlar ışığında “eğitimde çığır açacak” diye bir iddia ciddi bir tartışma olmadan süregidiyor.
Şubat ayında, internette uygulanan filtre ve siber saldırı karşısındaki güvenlik konuları ile de çok ilginç iki gelişme oldu. 7 Şubat “Güvenli İnternet Günü”nde BTK başkanı Tayfun Acarer filtreyi savunurken, hacklenmek ile ilgili bir soru üzerine “Çocuk profilinde böyle bir riskle karşılaşmıyorsunuz” demiş. Beş gün sonra, filtre ile çocukları hacklenmekten koruduklarını iddia eden kurumun sorumluluğu altındaki bir site (tuketici.btk.gov.tr) Anonymous tarafından hacklendi ve BTK’ya şikayette bulunanların kişisel bilgileri ortaya saçıldı!
Ülkemizde anlamlı ve köşeli tartışma yapılamamasının bir nedeni de istatistiklerimizdeki ciddi eksiklerdir. Şubat ayında yapılan iki açıklama bunu gösteriyor. TNS Digital Life’ın tüm dünyada internet kullanıcılarının %93’ünü kapsayan 60 ülkede yaptığı araştırmanın bir sonucuna göre, Türkiye’de cep telefonundan internete giriş oranı yüzde 22. Oysa, Türkcell’den gelen bir açıklamaya göre de 3G cihazlardan internete giriş oranı yüzde 13. BTK raporlarında da genişbant erişimi istatistiklerine 3G cihaz sahipleri mi yoksa sahip olduğu 3G ile internete girenler mi alındığı belirsiz.
Ekonomiyle ilgili iki konu Şubat ayında da sürekli gündemde kaldı: Avrupa krizdeyken, ülkemizin durumunun ne kadar iyi olduğu ve güçlü bir ekonomi için inovasyonun önemi. Fakat, AB’nin her yıl yayımladığı, AB üyesi ve aday ülkelerin inovasyon karnesini içeren rapora göre, her yıl olduğu gibi bu yıl da Türkiye’nin sonuncu olduğu hiç tartışılmadı, dikkate bile gelmedi.
Ülkemizde, hiç değilse teknik konularda tartışma ortamının düzelmesi, anlamlı ve saydam tartışmaların ve hesap verilebilirliğin yerleşmesi ancak ilgili STK’ların somut bilgi ve gerçeklere dayalı, kararlı ve köşeli tavır alması ile mümkündür.
KÜRESEL
YENİ PARADİGMA ARAYIŞI
İnterneti çeşitli nedenlerle sınırlamak isteyenler ile buna karşı çıkanlar arasındaki mücadele tüm dünyada sürüyor. Geçtiğimiz aylarda fikri mülkiyet ve telif hakları ihlallerine karşı interneti sınırlamaya yönelik girişimler olan ABD parlamentosundaki SOPA ve PIPA yasa teklifleri ve ACTA adındaki uluslararası anlaşmaya karşı küresel boyutta yoğun bir tepki oluştu. Evren Gülyaşar’ın BThaber’deki (Sayı: 859) “Avrupa’da Dönüşüm Sancısı Yaşanıyor” analizi bu gelişmeleri özetlemiş. Belki iki nokta eklenebilir: Avrupa Adalet Divanı’nın telif haklarını korumak için bile internetin filtrelenemeyeceği yönündeki kararı ile Birleşmiş Milletler’in internete erişimi bir insan hakkı olduğunu kabul etmesi.
Bu gelişmelere bir de, Anonymous’un yaptığı gibi, CIA’nın bile hacklenebileceği gerçeğini eklersek, gerçekten, sadece Avrupa’nın değil, tüm dünyanın, internetin ortaya çıkardığı bir “dönüşüm sancısı” veya başka bir deyişle, yeni bir paradigma arayışı içerisinde olduğunu görürüz. İnternet öncesi yaklaşımlar ve yasaklar ne hukuken ne de toplumsal olarak kabul edilebilir. Ayrıca, teknolojik olarak da sınırlamaları uygulamak imkansız olabiliyor. Yeni paradigma arayışları içerisinde, doğru yaklaşımı ile AB Komisyonu Başkan Yardımcısı ve Dijital Avrupa yöneticisi Neelie Kroes’i izlemek yerinde olur.