Bi’Dinle
Uykusunun en tatlı yerinde o sevimsiz alarm sesiyle uyandı yine. Kendisini yorgun, bıkkın ve çok yalnız hissediyordu. Sıcacıktı yatağı, en son ne zaman yatağından mutlu kalkmıştı? Yalnızdı çok, derinden yalnızdı. Hızlı, tempolu ve en önemlisi de yine anlayışsız yeni bir gün onu bekliyordu. Hergün anlaşyışsızdı çünkü kimse onu dinlemiyoru. Bir kere yahu sadece bir kere dinleseler onu aslında ne kadar güzel fikirleri vardı. Kimsenin kötülüğünü de istemiyordu. Sadece 30 küsür yıllık tecrübeye dayanarak söyledikleri aslında ailesinin, arkadaşlarının ve şirketinin çoğu sorununu kökten çözecek kadar etkili fikirlerdi ama kimse onu dinlemiyordu.
Kalktı, hızla giyindi ve her sabah olduğu gibi bu sabah da özlemle baktı pencerenin kenarındaki koltuğa, burada oturup hiç konuşmadan dışarıyı izlemek istiyordu. Belki biraz kahve içse kitap okusa ve o vahşi iş ormanına dalmasa biraz olsun iyi gelirdi. O son krediyi çekmese? Aldığı arsayı satsa? Uymuştu işte doğa aşığı arkadaşlarına, borçlanmış bir arsa almıştı “üzerine ev dikecek parayı nasılsa biriktirirsin” demişti arkadaşları, emeklilik yatırımı olarak gör demişlerdi, toprağı da sevmezdi, börtü böceği de ama almıştı işte.
Mutfaktan çocukların sesleri geliyordu, eşi kahvaltısını hazırlamış çocuklarla ilgileniyordu. Sandalyesine oturdu, her sabah olduğu gibi televizyonu açtı ve sabah haberlerini dinlemeye başladı. O sırada eşi akşam birilerinin geleceğinden, gelirken markete uğraması gerektiği gibi şeylerden bahsediyordu. Kendisinin nasıl dertleri vardı eşi ne diyordu. Akşama birileri gelecekti de markete gidilecekti de. Yahu biraz olsun pratiklik biraz olsun huzur. Akşama alınacakları mesaj atacaktı hepsi bu. Şimdi eşine bir iki yanıt vermese kızılca kıyamet kopacak o da sinirle evden çıkacaktı. Kaç kere görmüştü bu filmi bu yüzden artık pes etmiş bir iki evet, olur gibi her duruma uygun cevapla konuyu kapattı.
Kazasız belasız evden çıktı, arabasına bindi, son 8 yıldır yaptığı gibi otomatik pilota bağlı şekilde iş yerine geldi. Çok dalgındı pek kimseye selam da vermedi. Yerine oturdu, pencereden dışarı baktı, kimbilir bugün onu neler bekliyordu? Yaşamı son 30 küsür yıldır açık cezaevi yaşantısı gibiydi sanki. İş, ev, şehir yaşama suçlusu bedeni için irili ufaklı birer cezaeviydi. Sahi özgürlük kavramının tanımı neydi?
Herkes gelmişti toplantıya kendisi de bir sandalye çekmiş oturmuştu. Toplantıyı düzenleyen kişi açılışı yaptı, ne kadar gereksiz bir konuydu böyle? Toplantıyı düzenleyen kişi daha konuşurken diğeri aldı lafı aslında konu başkaydı, “asıl sorun başka” diyordu şimdi yeni konuşan. İlk konuşan tekrar aldı sözü ve hararetli bir konu neydi tartışması başladı. Masanın diğer tarafında oturan 2 kişi bilgisayarlarını açmış e-postalarını kontrol ediyorlardı. Bu sırada tartışma iyice alevlenmişti ve toplantının konusunun ne olduğu hakkında hala netleşilememişti. Artık olaya el koyma zamanı gelmişti. “Bakın arkadaşlar, ben ikinizi de anlıyorum, aslında konu tam tartıştığınız gibi de değil” diyerek sözlerine başladı. Başlamasına başladı ama bu iki iş bilmez biraz da saygısızca sözünü kesip haddini bildirdiler. Hayır kim oluyordu bunlar? Toplasan 30 sene tecrübeleri yoktu gelmişler buraya kendisine iş öğretiyorlardı. İşine karşı bu kadar dürüst olmasa ne yaparlarsa yapsınlar der çıkardı toplantıdan ama bunlara rağmen yine de konuyu toparlamaya karar verdi. “Arkadaşlar konu uzadı aslında ortada bir konuda yok” diye başladı söze. Ringteki boksörler hakemden yumruk yemenin şaşkınlığı ile afalladılar, fırsat bu fırsat bir çırpıda döktü bütün aklındakileri. Karatahtaya çıkmış üniversite hocası gibi başladı anlatmaya, e dile kolay 30 küsür yılın tecrübesi bu iki bebeyi susturmaya yetmişti. Bir kaç kere “abi bi dinlesen” dedilerse de sonuçta bilgi konuşuyordu artık masada. Lafı hiç bırakmadan sonuna kadar anlattı konuyla ilgili düşüncelerini. Konuşmasını bitirmişti ki “abi sen proje ile ilgisiz bir şey anlattın konu o değil ki” dedi ilk konuşabilen. Evet galiba biraz geniş almıştı ama bu bebeler illa bir zaman gelecek bunları da konuşacaklardı şimdiden bilmeleri faydalarınaydı. “Tamam o zaman siz konuyu önce netleştirin sonra tekrar toplanırız başka bir toplantım başlıyor benim” dedi ve kalktı masadan. Diğer toplantıya geç kalmıştı bu iki bebe yüzünden.
Bir sonraki toplantıda 7 kişi vardı 1 tanesi bilgisayarına gömülmüş bir şeylerle uğraşıyordu, pek orada değil gibiydi. Diğeri telefonda bir şeylere bakıyor belli belirsiz gülümsüyordu. Sahi bugün kendisi de telefonu hiç kontrol etmemişti, hemen açtı, arkadaşı ne güzel bir tatil fotosu koymuştu öyle, neresiydi acaba burası? Arkadaki araba onun muydu acaba? Yok canım nasıl alsın o arabayı? Fotoğraftaki adam çok mutlu görünüyordu, gerçi bu sanal ortamda herkes çok mutlu görünüyordu. Arkadaş madem hepimiz bu kadar mutluyuz o zaman uzmanların açıkladığı memleketteki mutsuzluk oranı nasıl bu kadar yüksek olabiliyordu, neredeydi diğer mutsuzlar?
Toplantılar toplantıları kovaladı telefonuna gelen mesajla farketti akşam olduğunu eşi siparişleri yazmıştı. Ne ara akşam olmuştu? Bu yorgunluğun üzerine bir de akşam eve gelenleri nasıl çekecekti? Neyse konu kendine geldikçe söylerdi bir şeyler günü bitirirdi. Zaman ne kadar hızlı akıyordu ve insanlar zamana bırakıyordu her şeyi, ya diye düşündü “zaman da insanlara bırakıyorsa bazı şeyleri”?
Günleri böyle geçiyor çoğumuzun. Toplantılar, illa söz alıp konuşmak istemeler, şikayetler, sosyal medyalar, e-postalar ve kimseyi dinlememeler. Şöyle hızlıca hatırlayalım son bir kaç toplantınızı ve ben sizin bu toplantılarınıza katılmadığım halde tahmin etmeye çalışayım yaklaşık neler söylendiğini. Şu cümlelere aşina mısınız acaba?
“Ben de şunu eklemek istiyorum … (diğerinin konuşması devam ederken)”,
“Pardon kestim ama …”,
“Ben de öyle söyledim zaten…”,
“O aslında öyle değil… (sözünü kestiği kişi ile aynı fikri savunuyor aslında ama itiraz ederek başlıyor)”,
“E ikiniz de aynı şeyi söylüyorsunuz …”,
“Pardon ya o arada mesaj geldi de tekrar söyleyebilir misin?”
“Konu çok dağıldı…”
“Ben seni dinledim… (bununla büyüdü bir nesil)”
Dinlemiyoruz kimseyi hem de hiç kimseyi ve bilelim ki kimse de bizi dinlemiyor. O kadar ki toplantılarda tüm katılımcılar birbirilerinin bilmedikleri farklı diller konuşsalar ancak bu kadar anlaşamazlar. Bir arpa boyu yol alamadan günleri bitiriyoruz. Zaman değerli diyoruz ve en çok zamanı harcıyoruz. Anne karnında kazandığımız ilk becerimiz duymak ve dinlemek. Doğduktan sonra da ilk etapta dinleyerek anlıyoruz çevremizi görmek sonradan gelişiyor. Ve konuşma yetimiz geliştikten sonra da bırakıyoruz dinlemeyi sadece duyuyoruz. İş bir kenara özel hayatımızda da kimseyi dinlemiyoruz ve farkına bile varmadan yavaş yavaş yalnızlaşıyoruz. Sosyal monologlar ve sosyal medya ile inşa ettiğimiz o mutsuzluk şatosunda kendimizi müebbet sosyal yalnızlığa mahkum ediyoruz.
Bu yazıyı okuduktan sonra ilk toplantınızda, ilk diyaloğunuzda dinleyen tarafa geçin. Karşınızdakini dinleyin sessizce. Bırakın anlatsın çünkü anlatırken insan sadece konuyu anlatmaz duygularını da anlatır. Kendisi ile ilgili ipuçları verir size, nelere önem verir, neler hisseder, güçlü yanları neler? İnsan kazanmak istiyorsanız dinleyin çünkü kimsenin kimseyi dinlemediği bu zamanlarda en kolay insan kazanma yolu dinlemektir. Hem ayrıca dinledikçe yalnız olmadığınızı da anlarsınız, sadece size ait olduğunu düşündüğünüz şeyleri de görürsünüz karşı tarafta çünkü o duygular sadece size dair değildir aynı zamanda insana da dairdir.
Çok bir şey yapmanıza gerek yok “Bi’Dinle”yin yeter.
Devrim Zımba
devrimzimba@yahoo.com