Bilgi teknolojilerinde geri kalıyoruz
ULUSAL
JAPON teknoloji ve ürünlerinin Amerikan endüstrisinin üzerinden silindir gibi geçtiği 80’li yıllarda kullandığım bir fıkraya göre, bir Japon ile bir Amerikalı, beraberce Afrika’da safari gezisine çıkarlar. Birden, beklenmedik bir şekilde karşılarında bir aslan belirir. Amerikalı derhal tüfeğine davranır, içine mermi koyarken bir de bakar ki, Japon arkadaşı ayakkabı değiştiriyor ve bir koşu ayakkabısı giyiyor! Amerikalı “Ne yapıyorsun sen?” diye telaşla sorar. Japon “koşup kaçacağım” der. Amerikalı “aslandan hızlı koşamazsın ki” deyince de “senden hızlı koşmam yeterli” der Japon.
Bir ülkenin başarısı ancak diğer ülkelere göreceli olarak değerlendirilerek anlaşılır. Hükümetten sık sık duyulan “şunlar şunlar yapıldı, şuradan buraya geldik” gibi söylemler fazla anlam taşımaz. Onbinlerce yıl önce insanlık taş devrinden bakır devrine geçti, tarımı “icat” etti vs vs. Ortada ne hükümet, ne de parlamento vardı. İnsanlar, toplumlar kendi kendilerine de ilerleme gösterir. Bir hükümetin ve politikalarının ilerlemeye yaptığı katkının yeterli olup olmadığı ancak ülkeler arası karşılaştırma ile mümkündür.
Dünyada 16. büyük ekonomiye sahip olan ülkemizin, enformasyon ve iletişim teknolojilerini ilgilendiren kriterlere göre nerede olduğunu ve diğer ülkelere kıyasla nereden nereye geldiğini yandaki tablo özetliyor. Saygın uluslararası kuruluşların raporlarından düzenlediğimiz bu tablo, 8 yıl boyunca TBMM’nin yüzde 60’lık desteğiyle ülkeyi yöneten tek parti hükümeti döneminde ülkemizin ya yerinde saydığını ya da gerilediğini açıkça gösteriyor.
KİŞİSEL
Sektör-siyasetçi ilişkisi
DAHA iyi bir ülke yönetimi ancak ve ancak katılımcı demokrasi ile sağlanabilir. Seçimden seçime oy vermekle sınırlı olan temsili demokrasi, daha iyi yönetilen ülkelerde yıllar önce tarih olmuştur. Enformasyon ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, internet, Web2.0, sosyal paylaşım ağları, katılımcı demokrasiyi kolaylaştıran ve daha da etkinleştiren mekanizmalar sağlamıştır. Fakat, ülkemiz henüz temsili demokrasi ötesine geçmekte, seçimden seçime oy vermek dışında ülke yönetimini etkilemekte zorlanıyor.
Yeni bir gelişme umut vericidir.
Mayıs başında, turk.internet.com’dan Füsun Nebil, habercilik anlayışıyla bir anket yaptı. Bilişim ve telekom sektörünün değişik alanlarında faaliyet gösterenleri temsil eden 14 STÖ’nün her birinin başkanına şu soruyu yöneltti: “Bilişim ve telekom sektöründe yararlarını gördüğünüz 3 milletvekili ismi verir misiniz?” Aldığı yanıtlar çok çarpıcı (http://www.turk.internet.com/portal/yazigoster.php?yaziid=27613). Soruya muhatap olan STÖ başkanlarının tümü ilk olarak benim adımı vermiş! İkinci ve üçüncü isim vermekte zorlanmışlar.
Bir milletvekili olarak, bu sonuç bende iki yoğun duygu yarattı: Mutluluk, ama daha da önemlisi, ağır bir sorumluluk duygusu. Daha iyi yönetilen bir ülkede yaşamak isteyen bir yurttaş olarak da bu sonuç bende bir umut yarattı: Daha iyi işleyen ve daha etkin olan katılımcı demokrasi umudu.
Çeyrek yüzyıl yaşadığım ABD’de, bu tür destekler gayet doğaldır. Bir siyasetçiye verilen destek kesinlikle o siyasetçinin mensubu olduğu partiye veriliyor anlamına gelmez. Siyasetçiler arasında ayırdedici olma anlamına gelir. Her partide olumlu çalışmaları olan siyasetçiler toplumsal kesimler tarafından desteklenince, siyaset ve dolayısıyla ülke yönetimi adım adım iyiye gider.
Bu yaklaşım ülkemizde henüz anlaşılamadığı için, uygar ve üretken olmayan tepkiler yaratabiliyor. Bir muhalefet milletvekilinin takdir görmesi, hak etmiş bile olsa, iktidar partisini kızdırabilir ve tehditler savurmasına neden olabilir. Katılımcı demokrasinin özümsendiği bir ülkede hiçbir siyasi parti bu küstahlığı yapmaya cesaret edemez, ama ülkemizde oluyor. Dolayısıyla, hükümetle kişisel ilişkiler sayesinde iş koparmaya çalışan firmalar hükümetten korkabiliyor ve başarısız bir hükümete bile yaranmak refleksiyle davranabiliyor.
İşte STÖ’lerin önem ve gücü tam da burada kendini gösterir. Bir şirket, toplam pastanın (sektörün) büyümesinden çok, pastadan kendi payına düşen dilimin büyümesiyle ilgilenir. Bu amaçla, sektör açısından başarısız olan bir iktidar partisini bile kucaklayabilir. Sektörü temsil eden STÖ’ler ise pastanın kendisini büyütmeyi amaçlar. Eğer STÖ’ler sektör çıkarlarını savunmak uğruna hükümetten gelebilecek tehditler karşısında dik durabilirlerse, iktidarlar, hatta tüm siyasi partiler STÖ’lerin değerlendirmelerine duyarlı olmak zorunda kalır. Sektörün sorun, talep ve önerilerine daha önem vermek zorunda kalır. Böylece de, siyasetçiler üzerinde sektörün etkin bir baskı gücü oluşmuş olur.
Bu gerçek katılımcı demokrasiyi özümsemiş toplumlarda iyi bilinir; ama, ülkemizde yeni yeni anlaşılıyor.
Bilişim ve telekomünikasyon sektörünü temsil eden STÖ’ler yukarıda sözü geçen anket ile de kalmadılar. O anketin yapıldığı sıra daha CHP Kurultay’ı gündemde bile değildi. Daha sonra Kurultay gündeme gelince, kendi sektörlerinin CHP yönetiminde güçlü bir şekilde temsil edilmesini sağlamak amacıyla benim parti yönetimine girmem için bir girişimde bulundular (http://www.turk.internet.com/portal/yazigoster.php?yaziid=27819). Burada siyasi bir tercih yok. Sadece “bizim sektör hem partiler içinde hem de TBMM’de güçlü bir şekilde temsil edilsin ki sorun, talep ve önerilerimiz dikkate alınsın” düşüncesi var. Olması gereken de budur!