Bir müzikalin anatomisi-2
Bir Amerikan müzikali, nasıl olur da 9 yıldır, New York’ta aynı tiyatroda sahnelenir? Sadece orada değil, dünyanın çeşitli yerlerinde 33 milyon izleyiciye ulaşır? Ve -şimdilik- 3 milyar Dolar hasılat sağlar?
Geçen hafta buradaki birinci yazıyı görmeyenlere bu özetten sonra, işin “neden”ine gelelim.
Wicked, İngilizcede “gıcık, kötü huylu, hınzır” v.b. demek. Müzikal, bir öte alem cadı masalı. Harry Potter gibi değil, çok daha sofistike bir öykü. Çünkü, gıcık sandığın kişi aslında iyilik meleği. Herkesin sevdiği “iyi” kişi, aslında iki yüzlü ve sahtekar. İktidarın başı, başka bir sahtekar. Wicked, dünyanın halini anlatan bir kinaye. (Genç okurlara: Bir fikri dolaylı olarak, benzetmeyle anlatmak).
Gregory Maguire’ın 4.5 milyon satan (halen satmaya devam eden) çok karmaşık “büyüklere entelektüel ahlaki ve siyasi masalı”ndan, sahneye uyarlanan oyunun siyah-beyaz iskeleti:
Bir nedenden dolayı “yeşil” renkte doğan Elphaba Hanım, ailesinden ve çevresinden “öteki” muamelesi görür. Yalnız bir kadın olarak, hayatta her şeyi tek başına başarmak zorunda kalır. Çünkü kimse, onunla “yeşil rengi” yüzünden arkadaş olmak istemez. Onu iğrenç bulur. Üniversitede aynı yurt odasını Galinda Hanımla paylaşmak zorundadır. Mecburen arkadaş olurlar. Elpheba, özel yetenekleriyle dikkat çeker. Ama asosyaldir. Galinda ise çok güzeldir ama içi koftur. Yakışıklı bir genç onunla ilgilenir. Oysa, aşk için sadece güzellik yetmez. Akıl ve zeka da gerekir… Bu arada Elpheba, üniversitede bir grup hocaya ders verdirilmediğini ve ötekileştirildiklerini görür. Ülkenin yöneticisiyle görüşme fırsatı bulduğunda, onun, toplumu “gerçek dışı” bir korkuya inandırdığını anlar. Yönetici, “Toplumun kabul ettiği şey gerçektir. Gerçeğin, tek başına somutluğu yoktur,” der. Elpheba, bu noktadan sonra bu faşist yönetime karşı bir özgürlük savaşçısıdır artık.
Oyun, siyasi bir taşlama. Her ne kadar sahnede cadılar, sihir, doğadışı güçler varsa da esas öykü, “hoşgörü” güzellemesi. Arada, aşk da var elbet. O olmadan olmaz.
İyi güzel de, Hollywood filmlerine de hep konu olan bu iyilik-kötülük formülüne nasıl bir inovasyon kattılar ki millet, bu müzikale saldırıyor?
Benzer konuda başka müzikaller de var. Zaten bu iyi-kötü konusu, taa Eski Yunan’dan bu yana edebiyatta ana temalardan biri değil mi? Fark yaratan nedir?
Yukardaki paragraftaki “hoşgörü” sözcüğü, bu farklılığın anahtarı. Çünkü Batılı özgürlükçü (libertarian) düşüncenin temelinde bu “sihirli” sözcük var. Yer kalmadığı için haftaya: Hoşgörüyü müzikale dönüştürmek.