Biz neredeyiz?
Önceki hafta AB’nin sayısal gündem çerçevesinde bir raporunu ele alarak, ülkemizdeki olası yansımaları üzerine yorum yapmıştım. Bu hafta, “neredeyiz?” sorusuna yanıtlar arayacağım.
Kuşkusuz, devlet ve gönüllü toplum kuruluşları, nerede olduğumuzu saptamak için çalışmalar yapmakta. Geçen hafta oradaki durumu yakından algılamaya Brüksel’e giden IBITIG (İstanbul Bilgi Toplumu İzleme Grubu) üyelerinin yaptığı gibi. Elbette, “nerede” olduğumuzu ölçmenin bir cetveli de veri-bilgi (malumat?)-bilgi-bilgelik (data-information-knowledge-wisdom) süreci ve buradaki yerimiz. Kanımca, bilgi teknolojilerini kullananlarımızın büyük çoğunluğu veri aşamasının ötesine pek geç(e)miyor. Bâzı durumlarda, veri toplamaya bile yapılanmış değiliz. Haliç Köprüsünün vidasının çıkması, ancak sonuçları ortaya çıkınca fark ediliyor.
Veri toplayabildiğimiz alanlarda da o verileri işleyip yararlı bilgi haline dönüştürmekte tutuğuz. İBB’nin İstanbul’un dört bir yanında trafik hakkında topladığı veriyi “akıcı” ve “yoğun” gibi bir diğerinin zıttı bile olmayan iki kavrama indirgeyip radyolardan topluma duyurmasında olduğu gibi değersizleştiriyoruz. Uludere olayında bile çeşitli kaynaklardan gelen verilerin kaynaştırılarak doğru, kesin ve yararlı bilgiye dönüştürülmesinde bir açık oluştuğunun yansımaları var. Olumsuz örnekleri çoğaltmak mümkün. Yermek açısından değil, nerelere yükleneceğiz, nerelerde ilerleme elde etmemiz gerek, bilmek açısından.
Olumlu örnekler de yok değil. Bankacılık sektörünün internet bankacılığı, internet üzerinden alışveriş sektörünün de sanal alışveriş konusunda sergiledikleri övgüye değer. Buralarda, bocalama devresi geride kalmış, toplumun beklentileri de artmış durumda. Oto galerileri bile internet sitelerine ilan veriyorlar. Okurlarım, sosyal medyayı, sanal ortamın eğitim ortamı olarak gördüğümü, bunların kayda değer bir ekonomik katkılarının olmadığını savunduğumu bilirler. Dolayısıyla buradaki patlamayı olumlu görmekle birlikte, bir amaç olarak görmüyorum. Bunlar, eğitim açısından iyi birer araç.