“DAHA YENİ BAŞLIYOR”: YAZ REHAVETİNDE DE RAHATÇA OKUNABİLECEK ÖNEMLİ BİR KİTAP
Türkiye Bilişim Vakfı kurucusu ve başkanı Faruk Eczacıbaşı’nın, çağımızı kökten etkileyen teknolojik gelişmeleri anlatan kitabı Şubat ayında yayımlanmıştı. Yaz tatilinde, gevşediğimiz bir dönemde bile bu kitabın neden okunabilir olduğunu açıklayayım önce.
Teknoloji odaklı olmasına karşın, kitap, dünden bugüne dijital teknolojilerin, dünyamızın ve insanlığın yaşadıklarının bir panoramasını sunuyor. Blok zincirinden doğal kaynakların durumuna ve ekonomik eşitsizliğe kadar önemli kavram ve konular üzerinde duruyor. Aralara serpiştirdiği kişisel anekdotlar, okumayı ve anlamayı keyifli kılıyor. Ayrıca, kısa cümleleri ve akıcı üslubu, şaşırtıcı boyutlarda ele alıp ilişkilendirdiği önemli gelişmeleri anlatan kitabı rahatça okunur kılıyor. Konuları – tarihsel gelişimleri ile beraber – esasını kaybetmeden, magazinleştirmeden, anlaşılır ve kolay okunur bir şekilde anlatma niteliği nedeniyle, belki plajda değil ama yaz tatili rehavetinde rahatça okunabilir.
Bu kitap, okumanın verdiği keyifle yetinip, bittikten sonra unutulmaya terk edilemez. Sunduğu zengin bilgi malzemesi ve yorumlar üzerine yoğun düşünme sonbahara ertelenebilir. Ben de bu yazıda, sadece kitabı tanıtmakla yetinip, yarattığı düşünceleri bir sonbahar veya kış yazıma erteliyorum.
İnternet ve dijital teknolojilerinin yepyeni kavramlar ile iş ve yaşam koşulları yarattığını biliyoruz veya hissediyoruz. Bunun sonucu, hukuk sistemlerinden yönetim anlayışına kadar hemen her alanda yeni paradigmalar ihtiyacında olduğumuzu da biliyoruz veya hissediyoruz. Fakat, ülkemizde özellikle yapay zeka veya genlerle oynama gibi önemli teknolojik gelişmeler ile ilgili yüzeysel, magazinsel ve moda söylemler yaygın. Ayrıca, internetin demokrasiye ve siyasete etkisinden, sosyal ağların bu binyıl gençlerine neler yaptığına kadar önemli toplumsal konularda “bilgisiz (ve naif) fikirler” sık sık ileri sürülüyor. Distopik (yapay zeka ile donanmış robotların esiri olacağız gibi) veya ütopik (insansız, akıllı fabrikalar çalışırken biz keyif yapacağız gibi) nursuz veya nurlu ufuklar anlatmanın toplumda heyecan yarattığını bilenlerin söylem ve yazıları ülkemizde yaygın.
Bu kitap ise, anlam kaybı yaratacak şekilde basitleştirmeden veya bilimsel bir araştırma ağırlığı yaratmadan, sade bir dille okuyucuya gerçekçi bir manzara sunuyor. Teknolojide ve iş modellerinde, doğrusal (lineer) değil üssel değişimleri güzel örneklerle açıkladıktan sonra, bu hızlı değişim ortamında ileriye dönük tahmin yapma tuzağına düşmeden, anlamlı ve ihtiyatlı öneriler yapılıyor. Geleceğin öngörülemez olması, sadece üssel gelişmenin yarattığı bir durum değil. Ülkeyi yönetenlerin, en kötü ihtimalle dijital cahil, en iyi ihtimalle “dijital göçmen” olduğu gerçeğinden hareketle, geliştirilen ve geliştirilecek politikalar da ek belirsizlik, hatta sorun yaratıyor. Teknolojik konulara hakim olanlar bile, örneğin eğitimde ve hukukta, yeni bir model sunamıyor. Dolayısıyla “Daha Yeni Başlıyor”…
Kulağımıza sık sık çalınan teknoloji kavramlarını, didaktik bir sıkıcılığa kaçmadan, anlamaya yardımcı oluyor kitap. Bununla da kalmıyor, göç, kentleşme, doğal kaynaklar, ekonomik eşitsizlik, önyargıların filizlenip güçlenmesi gibi yaşamakta olduğumuz toplumsal ve ekonomik gelişmelere de ışık tutuyor. Tüm bunları anlaşılır bir dille, ideolojik saplantılara esir olmadan, keskin yargılara varmadan anlatıyor. Ayrıca, sadece ekonomi ve sanayi alanında değil, kültür ve sanat dünyasında da etkin bir aileden gelen Faruk Bey’in kişisel anekdotları konu ve kavramların açıklanmasına renk katıyor. Bilimsel bir araştırma iddiası taşımamakla beraber geniş bir kaynakça listesi ile anlattıklarını destekliyor.
Yazımın başında belirttim: Bu bir tanıtım ve yaz okuma önerisi yazısı. Somut konuları ele alıp tartışan yazımı ve bazı itirazlarımı, yaz rehaveti sonrası aylarda ele alacağım. Fakat, okuyucuda çok sakıncalı bir yanlış izlenim yaratma ihtimali olan bir noktayı özellikle önemli görüyorum. Okuyucunun dikkatine getirmek istiyorum.
Kitap, gayet anlaşılır bir dille anlattığı teknolojideki gelişmelerin, deterministik bir süreç sonucu gerçekleştiği izlenimi verebilir. Yani, teknoloji kendi kuralları ile kendi kendine ve kaçınılmaz bir gelişme süreci içerisinde gelişir gibi bir algı yaratabilir okuyucuda. Oysa, teknoloji sadece kendi doğası ile gelişmez, bazı tercihler ile de şekillenir. Günümüzün en önemli konularından birisi, bu tercihlerin yapılmasında kimlerin söz sahibi olacağıdır. Şu anda, ekonomik güç odakları – yani, teknoloji devi şirketler – ile siyasi güç odakları – yani, devletler – tercihleri belirleyici durumda. Bu durumu değiştirmek ve tercihlerin toplumun da etkileyebilmesi için, özellikle ABD’de, biraz da AB’de, güçlü STK’lar ve aktivistler önemli bir çaba içerisinde. Arzu edilen, meydanı sadece ekonomik ve siyasi güç odaklarına bırakmamaktır; çok paydaşlı tercih ve karar süreçlerinin oluşmasıdır. Nitekim, kitap bu konuya doğrudan değinmese de çok paydaşlı bir sürecin gelişmesi için gerekli altyapılardan birisi olan – benim de daha önceki yazılarımda önemle vurguladığım (http://bit.ly/2IhGKMM, http://bit.ly/2LidvrR) – “kolektif beyin” kavramı üzerinde ayrıntılı olarak duruyor.
Ülkemizin içe kapanık olmasını ve uluslararası platformlardaki gelişmeleri etkileme konusunda “öğrenilmiş bir çaresizlik” içinde kıvranılmasını çok sakıncalı bulduğumu Faruk Bey de iyi bilir. Erkek baskısı altında ezilmiş kimi kadınlarımızın “ben bilmem, beyim bilir” anlayışına benzer, “teknolojinin gelişmesine ilişkin politikalar konusunda biz bilmeyiz, büyük devletler, şirketler bilir” anlayışından bir an önce kurtulmamız gerekir. Küçücük Estonya bile bu anlayış içerisinde değil.
Aslında, kitap uluslararası ağlarda yer almanın önemini de gayet güzel anlatıyor. Fakat, iş dünyamızın, STK’larımızın ve siyasi iradenin, uluslararası toplantılarda ve platformlarda, en iyi ihtimalle kişisel sohbetler dışında bir varlık bile gösteremediğinin (http://bit.ly/2xWq8pX) ve bundan ülke olarak kaybettiğimizin (http://bit.ly/2HvzbNQ) örneklerini sık sık görüyoruz. Dolayısıyla, zaten var olan uluslararası etkisizliğimizin, teknolojik determinizm algısı ile perçinlenmesi ihtimaline karşı okuyucuyu uyarmak isterim. Teknolojinin şekillenmesi ve uygulanması konularında Türkiye de söz sahibi olabilmeli ve olabilir. Yeter ki, içe kapanık olmaktan çıkıp, bu konulardaki uluslararası tartışmalara değer katmayı gündemimizin ön sıralarına koyabilelim.
Ülkemizde yayımlanmış kitaplar arasında, bir benzeri bulunmayan, müthiş bir bilgi kümesini, gelişmiş bir entelektüel birikim süzgecinden geçirdikten sonra, anlaşılır bir dille sunan bu kitabı teknolojinin içinde veya dışında herkesin mutlaka okuması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle, ülke yönetiminde söz veya karar sahibi, iktidar ve muhalefetteki siyasilerin okuması gerekir. Yaz rehavetinde bile rahatça okunabilir, sonra da bir kenara koymak yerine tartışılması gerekir.