Devlet yeni adımlar atmalı
Türkiye’de yazılım pazarını büyütmek, yazılım ihracatını ve yazılım sektöründeki istihdamı arttırmak amacıyla kurulmuş bir dernek. Yazılım ve teknoloji alanında gelişim sağlamak için çeşitli çalışmalar yapıyor. Ülkemizde yazılım sektörünün gelişimi ve bu konuda yapılan faaliyetler hakkında YASAD Başkanı Doğan Ufuk Güneş ile konuştuk.
Yazılım sektörü yüksek katma değere sahip ve Türkiye’nin kalkınmasında önemli bir rol oynuyor. Artık her sektörü destekleyen bir konuma geldi. Yazılımsız hiçbir şey gelişmiyor. Bu konuda Türkiye’yi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Günümüzde yazılımın girmediği bir alan yok. Bu bağlamda, geleceğin en önemli sektörlerinden biri olarak görülüyor. Katma değerinin yüksek olmasının sebebi ise ham maddesinin akıl olması. En önemli girdilerinden bir tanesi de insan kaynağı. Dolayısıyla, bugün burada üretmiş olduğunuz bir yazılımı dünyanın her yerine rahatlıkla ihraç edebilme şansınız var. Şu anda dünyada 4.5 trilyon dolarlık bir yazılım pazarı bulunuyor. Bizim ise sektördeki yerimiz hala çok küçük. Bu sene gelinen nokta 1.7 milyar dolar civarı. Bu nedenle, almamız gereken çok fazla yol var. Soru ise bu yolu nasıl çizmemiz gerektiğinden başlıyor. 2001 senesinde devlet Ar-Ge alanında bazı kanunlar çıkardı. Yeni vergi kanunu çıkarıldı, teknoparklar oluşturuldu. Bizim şu anki noktaya gelmemize büyük destek oldu. Ancak bunlar atılan ilk adımlardı. Şimdi ise ikinci, üçüncü adımlara geçmemiz gerekiyor. Bundan sonrası için ne yapmamız gerektiğini düşünmemiz ve ülke olarak gidilecek yolun stratejisini oluşturmamız lazım.
Bugün, Türkiye’de özel sektörün geliştiği alanlara dikkat edecek olursanız, devletin bu sektörlerden çekilmiş olduğunu görürsünüz. Örneğin; ulaşım, turizm ve inşaat sektörleri. Devlet, özel sektörün bu konuda yolunu açarak kanunlar oluşturdu ve denetlemeler yaptı. Şimdi baktığınızda, inşaat şirketleri dünyanın pek çok yerinde önemli işler yapıyor. Turizm sektörümüzde çok ciddi marka değerleri oluştu. Eğer devlet bu sektörlerde varlığını sürdürseydi, bu noktalara gelinemezdi. Yazılımda da aynı şekilde yapılması gerekiyor. Devlet, stratejiyi oluşturup denetleyen konumda olmalı ve sektörden çekilerek özel sektöre bırakmalı. Çünkü özel sektör artık bunu yapabilecek konuma ulaştı. En büyük eksikliği ise sermaye. Bunu da ancak yapacağımız ürünlerin ihracatından ve de içerde kamuya satışından kazanabiliriz. Dolayısıyla, devlet özellikle yerli yazılım ürünlerini tercih ederek destek olmalı. En azından referans olma yolunda önemli bir görev görmeli.
Uluslararası şirketlerle aranızdaki rekabeti nasıl yorumluyorsunuz?
Uluslararası şirketlerle eşit şartlarda değiliz. Devlet, ürün alırken de eşit şartlarda değildik. Yabancı şirketleri kutu olarak alırken bizi proje olarak istiyor. Yabancı bir ürünü satın aldığında kutu içinde ne çıkarsa o kadarı biliniyor ve kullanılıyor. Bizde böyle bir şartname olmadığı için ürünün yapım aşamasında sürekli yeni bir şey ekleniyor ve proje de bir türlü sonlanamıyor. Sonrasında da yerli ürün sorunlu olarak görülüyor. Ayrıca, yabancı ürün ve yerli ürün arasında vergi farkları var. Fakat biz devletin bizi yabancı şirketlerle eşitlemesini ya da bize avantaj sağlamasını istemiyoruz. Özellikle bizi tercih etmesini isteriz. Biz, yabancılardan daha iyi olduğumuzu söylüyoruz. Bunun için de bu konuda sadece özel sektörün yoğunlaşmasının, devletin ise denetleyici olmasının daha iyi olacağını düşünüyoruz. Böylece Türkiye’deki yazılım iklimi çok farklı boyutlara ulaşır.
Her sektörün gelişmesi için kendi yerli teknolojilerini de geliştirmesine ihtiyaç var. Tabii bu teknoloji kavramının içine yazılım da giriyor. Tekstil, turizm, otomotiv gibi sektörlerin de artık kendi yazılımlarımızı kendimiz üretmeliyiz demeleri gerekmiyor mu?
Bu, yerli ürünün kullanılmasını desteklemekle aynı şey. Sonuçta, her ne kadar yerli malı kullanın deseniz de özel sektör kazancına bakar. Ancak, bu kazancı düzgün bir şekilde özümseyecek olan devlettir. Örneğin; Alman hükümeti zamanında SAP’ye destek olmasaydı, şimdi şirket yazılım dünyasında büyük bir dev olmazdı. Türkiye’de de 3G lisansları dağıtılırken konmuş olan küçük bir maddeyle yerli üretime bir takım destekler oluştu. Zamanında böyle bir şey düşünülmeseydi bugün böyle bir kazanım elde edilmezdi. Bugün mobil yazımda sıçramamızın en büyük desteği orasıdır.
Son dönemlerde bazı güvenlik sıkıntıları ortaya çıktı. Örneğin; geçenlerde Almanya, Türkiye’yi dinlediğini söyledi. Sonuçta, teknolojiye sahipseniz bunu yapabilme gücünüz de var demektir. Bu tür olaylar Türkiye’de bir zihniyet değişimine yol açabilir mi?
Teknolojiyi üreten mi yoksa tüketen mi olmak istiyoruz önce bunu kendimize sormalıyız. Biz teknolojiyi tüketen ülke olma konusunda çok başarılıyız. Bizim genç nüfusumuz bu konuda zaten büyük bir pazar oluşturuyor. Ülkemizde satılan telefon ve sosyal medya kullanıcısının sayıları belli. Yani, baktığımızda Türkiye ciddi anlamda teknolojiyi kullanan bir ülke. Teknoloji de üretiyoruz, bu noktaya da geldik. Ama bu iki kıskaçtan da kurtulmak lazım. Tüketen ya da üreten olmamız yeterli değil. Teknolojinin sahibi olmamız gerekiyor. Sadece teknoloji üretiyor ya da tüketiyorsanız, her türlü müdahaleye de açıksınız demektir. Marka olmak istiyorsanız, teknolojinin sahibi olmanız şart. Bizim artık özellikle yazılım ve bilişim gibi yüksek teknolojilerin sahibi olma konumuna gelecek stratejiyi oluşturmamız gerek.
Türkiye’de bilişim sektörüne yatırımın oldukça az olduğunu görüyoruz. Yatırımları bu yöne çekmek için neler yapılabilir?
Klasik Adam Smith teorisine göre kıt kaynakları verimli kullanmak zorundasınızdır. Ancak bilgi teknolojisinde kıt kaynak yok. Çünkü bilgi paylaştıkça çoğalan bir şey. Verdiği zaman çoğalan bir ekonomiden bahsedince bu klasik anlayış da feshediyor. Paylaşmakla kazanabileceğini ise Türkiye daha yeni anladı. Yurtdışında ise iklim oluşmuş durumda. Çünkü orada melek yatırımcılar, risk yatırımcıları, teknoloji şirketlerinin değer gördüğü bir borsa var. Türkiye’de bu altyapı çok yeni. Bunun gelişmesi için de strateji gerekiyor. Biz şu anda her şeyi yapabilecek konumdayız. Mühendislikte bir sıkıntımız yok. Mobil teknolojilerde Avrupa’nın en iyisiyiz. Amerika’da olmayan teknoloji ve platformlar bizde var. Ancak eğitim aşamasında bazı sıkıntılarımız var. Örneğin, hala devlet üniversitelerinde yazılım mühendisliği bölümleri yok. Nitelikli ara eleman bulmak da çok güç. YASAD olarak şöyle bir araştırma yaptık. Türkiye’de toplam 3263 tane meslek lisesi var. Bunların 1689 tanesi bilişime yönelik eğitim veriyor. 2012 yılında buradan 43.429 öğrenci mezun olmuş. 2013’te ise sayı 44.121’e çıkmış. Ancak sektörde açık olmasına rağmen biz buradan nitelikli eleman bulmakta güçlük yaşıyoruz. Bu konuda kendimiz projeler yapıyoruz. Kendi sertifika programlarımızı oluşturuyoruz. Ancak bunlar ufak şeyler. Önemli olan liselerdeki eğitimin şekillendirilmesi. Biz de özel sektör olarak bu konuda ne yapabiliyorsak yapmaya çalışacağız.