Dijitalleşme Ne Değildir ve Nasıl Olmaz
Modern öncesi zamanlarda bilmediği bir nesneyle veya kavramla karşılaşan insanın 3 sorusu olurmuş: (1) Bu nedir? (2) Ne işe yarar? (3) Kaça patlar? Tüm sorularına olumlu cevaplar alırsa o nesneyi veya kavramı sahiplenir ve hayatının bir parçası kılarmış, cevapları beğenmezse de kendi yoluna gidermiş. Maalesef bilmediği nesneler ve kavramlarla karşılaşan modern insanın böyle bir feraseti falan bulunmamaktadır. Bu insan tipinin ne olduğunu ve ne işe yaradığını anlamadığı şeylerle ilişkisi; sırf başkasında gördü diye avuç dolusu para ödeyip bunu sahiplenmeye çalışmak ve ama sonunda sahibi olduğu sandığı şeyin kölesi olmak şeklindedir. Literatürde bu rahatsızlığın nedenleri; bizatihi bişi olamadığı için takıp takıştırdıklarıyla şansını denemek ve jenerik kavramları tekerrür etmek suretiyle olduğuna inanmak şeklinde sıralanmaktadır. Ne yazık ki modern bilim bu hastalığa bir çare bulmakta biçare kalmış, böyle tuhaf şeyler doğada gözlemlenemediği için ümit vadeden bazı çözümler hayvanlar üzerinde test edilememiş ve salgınlarda falan evini-gönlünü-kesesini herkese kapatan-göçmenleri-zayıfları-düşmüşleri dışlayan, dahi denize döken-bir daha AVM’ye gidememekten macchiato içememekten-valeyi tersleyememekten korkan modern insanlarla da Faz 1 çalışmalarına başlamaya kimse yeltenmemiştir.
Yine de Allah’tan ümit kesilmez denilerek bu insan tipine yeni bir nesne veya kavramı nasıl anlatırız yollu araştırmalar biteviye sürmüştür. Rivayetlere göre –metre kareye düşen haddinden fazla mavi gözlü ve sarı saçlı insan nedeniyle nedense tüm dünyanın pek bir öykündüğü- İskandinav ülkelerinin birinde, elbette ve yine diş macunu üzerine yapılan bir araştırmada garip bir bulguyla karşılaşılmıştır. Türlü yapay aroma ve kimyasal tatlandırıcı nedeniyle diş macununu efendi efendi diş fırçasına sürüp dişlerini fırçalamak yerine yemeye-yutmaya kalkan modern insan, araştırmacının işaret parmağını sallayarak “cısss, yenmez” azarından korkmuş ve olması gerektiği gibi dişini fırçalamaya koyulmuştur. Bunun üzerine uluslararası örgütlerce finanse edilen ve böylece başka hiçbir yerde iş bulamayacak pek-çok diplomalı araştırmacının yerlilerin ortasında ve ama onlardan enfeksiyon kapmayacak şekilde compoundlı-prime sağlık sigortalı-bir sürü beleş uçak biletli benefit paketlerine sahip expat hayatları yaşadıkları bazı yerlerde kalitatif ve kantitatif araştırmalar başlatılmıştır. Bu araştırmalar; bu nevzuhur insan tipinin herhangi bir şeyi yetişkinlere uygulanan olumlu eğitim yöntemiyle değil, okul öncesi dönemdeki çocuklara uygulanan “cıss, yanarsın” örnekli olumsuz eğitim yöntemiyle öğrenebileceğini göstermiştir. Ne yazık, ABD ve AB’nin kendi şirket ve servislerine iş yaratmaması nedeniyle finansal desteğini kestiği, Çin’in ise azıcık para karşılığı bütün araştırma sonuçlarının istediği gibi çıkmasını garanti altına almaya çalıştığı bu araştırmalar, bu bulgunun ardından sona ermek zorunda kalmıştır. İşsiz kalan expatlar çok kilitli evlerine kapanmışlar, duçar oldukları bu kaderi göçmenlerden bilip popülistleşmişler ve ama kimseye zırnık koklatmamayı da başarmışlardır.
İşbu satırları yazan zat-ı muhterem ise bu olup bitenlere zerre ehemmiyet vermemiş, ortaya dökülen türlü komplo teorilerine kulaklarını tıkamış ve ama araştırmanın ortaya çıkardığı olumsuz eğitim yöntemini de bir kenara not almıştır. Gel zaman git zaman kendisinden dijitalleşme ile ilgili bir yazı istendiğinde de bu yöntemi kullanabileceğini fark etmiş ve dijitalleşmenin ne olduğu ve nasıl olacağını değil de ne olmadığını ve nasıl olmayacağını anlatmayı amaca daha hizmet eder bulmuştur. İşte o yazı bu yazıdır ve o gün de bugündür. Buyurun dijitalleşmenin ne olmadığı ve nasıl olmayacağı üzerine düşüncelerime veya daha havalı olsun diye aforizmalarıma:
- Dijitalleşme bir amaç değildir. Amaç: insanların teknolojiyle daha müreffeh, daha güvenli, daha mutmain, daha çevreci, daha yalın, daha kolay, daha ucuz, daha özgür, daha sorumlu, daha bilinçli, daha eğitimli, daha verimli, daha sürdürülebilir ve daha birlikte yaşamalarını sağlamaktır. Dijitalleşmenin amaçlaştırılması, para kazanmak için para kazanmak veya büyümek için büyümek gibi bir ahir zaman hastalığıdır ve bir işe yaramaz.
- Dijitalleşme sadece erbabının diyebildiği IoT, Cloud, AI, Cyber Security ve Machine Learning vb.den müteşekkil bir sözlük veya bu sözlüğe sahiplerin seçkin-elit-teknosoyluların kalan herkesi azaltacağı ve yönetme hayali kuracağı bir Orta Dünya büyü kitabı değildir. Dijitalleşmenin yalın bir şekilde sunulamaması, yani iletişim ve birlikte varolmayı mümkün kılacak teknolojiyle ilk maddede anlatılan hayatın işte böyle birlikte kurulabileceğinin anlatılamaması, çok ihtiyaç duyulan desteğin alınmamasıyla ve farkındalığın dalan da olmamasıyla sonuçlanır.
- Dijitalleşme donanım veya yazılım değildir. Vakti zamanında koltuğunun önüne-arkasına-altına-üstüne kocaman LCD ekranlar koyarak teknolojik olduğunu sanan KOBİ patronları misali dijitalleşmenin donanım ve yazılımla mümkün olacağını iddia etmek düşük ihtimal saflık, yüksek ihtimal de donanım ve yazılım satıp yıllık kotayı doldurma çabasıdır. Dijitalleşme önce akıllarda başlayan bir dönüşümdür ve donanım-yazılım da sadece bu dönüşümü kuvveden fiile çıkaracak insanın araçlarıdır.
- Dijitalleşme sahip olmakla hava atılacak bir asset ve sadece kendinin bildiğini iddia edecek simya bilimi gibi bir şey değildir. Dijitalleşme herkesin dahliyle mümkündür ve dolayısıyla sahibi de herkestir. Dijitalleşme paylaşımı ve işbirliğini mümkün kılan hiyerarşisiz bir düzendir ve kimsenin tekelinde falan değildir. Tekelci standartlar-dayatan ölçek gücü – “sen işine bak ben yaparım” kopacılığı kimsenin yemediği bir kurnazlıktır zira dijitalleşme olmadan da herkes akıllıdır.
- Dijitalleşme kutsal bir kavram ve bunu diyenler de ruhban sınıfı değildir. Bunu mümkün kılacak teknik ve idari insan kaynağının eğitimi ve deneyim kazanması çok önemli, ama bunları kafalarının üzerinde kutsal bir hale varmış gibi dolandırmak saçma bir iştir. Bu eğitim ve deneyim kazanma işinin mutlaka gerçek, yani dijitalleşmenin varlığı ile yokluğu arasında ölçülebilir farkların olduğu alanlarda yapılması gereklidir. Bu gerekliliği sağlayabilecek olan üçlü sacayağı da gücüne hayran kalmayan kamu, kutsal olduğunu sanmayan üniversite ve kestirmeden köşe dönmeyen özel sektördür. Zira Tolstoy’un dediği gibi sanat sanat için değildir, toplum içindir.
- Son olarak dijitalleşmenin sahibi-sorumlusu-hamalı kamu sektörü değildir. Kamunun mevzuat çıkarma, ölçeklendirme ve kuluçka ortamı sağlama becerileri dijitalleşmenin geniş anlamıyla kamu, yani gerçek ve tüzel kişiler için görünür olmaya başlamasını sağlar. Bu görünürlüğü yaygınlaştırarak işlevsel kılacak olan ise dijitalleşmenin ne olduğunu ve ne işe yarayacağını gerçekçi bir şekilde ölçüp biçecek, klasik zaman-bütçe-kapsam üçgenini optimum şekilde yönetecek, bundan hem nemalanacak hem de verimlilik-ihraca-yatırım marifetiyle tüm ülkeyi nemalandıracak gerçek ve tüzel kişilerdir.
Bir gün kendinizi dijitalleşme veya başka bir kavramın uzun-tumturaklı-çok diksiyonlu sözlerle ve Power Pointin çok fevkinde cancanlı-hareketli-fazla MB’lı sunum uygulamalarıyla satıldığı bir macerada bulursanız önerim, önce Yunus Emre’nin şu sözlerini hatırlamanız:
Sözü bilen kişinin, yüzünü ak ede bir söz / Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz / Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı / Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz. Ardından da son hız terkeylemeniz ol mekânı, mümkünse ve gıcıklığına dijital bir şeyler kullanarak, mesela paylaşımlı elektrikli scooter falan