Dünya şirketleri ‘sürpriz’ değil, ‘istikrar’ ister!
Uluslararası şirketler, hukuk devleti olmanın sonucunda genel itibariyle öngörülebilirliğe bakıyor. Bu da bilişim başta olmak üzere her alanda ve sektörde yabancı yatırımcılarla verimli işbirliklerine ve dünyaya açılabilmeye imkan veriyor.
Bu öngörülebilirliği sağlayabilmek açısından o ülkenin kurumları, o kurumların uygulamaları, bununla ilgili oluşturulan hukuki kaynaklar, yani kanunlar, düzenlemeler bu öngörülebilirliği sağlama açısından önemli. “2004 yılından itibaren Avrupa Birliği (AB) ile uyum kapsamında Türkiye’nin en büyük hukuk yaratımlarından bir tanesi; AB ile uyum süreci oldu” tespitini yapan BTS&Partners Yönetici Ortağı, Sabancı Üniversitesi ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Yarı Zamanlı Öğretim Görevlisi olan Avukat Yasin Beceni’ye göre, AB ile uyum sürecinin bizim için çok değerli bir kapsamı var. “İşin siyasi boyutu bir kenara; ama hukuki anlamda AB Müktesebatı düzenlemeleri, hukukumuzun içerisindeki öngörülebilirliği sağlamak bakımından önemli bir referans” yorumunu yapan Av. Yasin Beceni, “En önemli şey; müktesebatın bir şekilde Türk hukukuna doğru şekilde aktarılabilmesi noktasında iradeyi gösterebilmek, bu müktesebatın ilgili çevrelerde doğru yorumlanabilmesi ile ilgili gelişmeleri takip edebilmek” dedi. Av. Yasin Beceni, bu bakış açısının uluslararası şirketlerin Türkiye’ye ilgisine etkilerini ve yapılması gerekenleri değerlendirdi:
Yatırım ortamı bu noktada nasıl bir konuma sahip?
Uluslararası şirketlerin Türkiye’deki yatırım ortamının öngörülebilirliğini sağlamanın dışında yeni gelişen teknolojilerle ilgili gelişen hukuki trendleri doğru bir şekilde, çok fazla geciktirmeden kendi hukukumuza aktarmak, bunu Türkiye’de geliştirebilecek şirketlere de doğru bir şekilde mekanizmaları sunma imkanı yaratıyor. AB müktesebatının aktarılması ve uygulanması noktasında Türkiye özellikle dijital teknolojiler ve dijitalleşme alanlarında geride. Son dönemde Türkiye’de öne çıkan platform işi (platform business) yürüten şirketlerden bahsediyoruz. Bununla ilgili müktesebatımız da AB ile mukayese edildiğinde geride. Yani müktesebatımız ve bunu destekleyebilecek hukuki çerçevemiz aynı hızda gelişmiyor. Benim hep önerdiğim şey AB müktesebatının mensubu olduğumuz Kara Avrupası hukuk sisteminin de ana ekseni olması itibariyle özellikle dijital anlamda ortaya koyduğu politikalar, hukuk kuralları ve bununla ilgili içtihatları Türkiye’nin takip etmesi. Bu, uluslararası şirketlerin benzer bir ortamı Türkiye’de bulabilmesi demek. Bir araştırmada Fortune 500 listesinde yer alan şirketlerin üst düzey yöneticilerine hukuk devletini (Rule of Law) tek kelimeyle tanımlamalarını istemişler. Tepe yöneticilerin ittifakla birbirlerinden habersiz olarak seçtikleri kelime ‘predictability’, yani ‘öngörülebilirlik’ olmuş. Yeni gelişen ve dijitalleşmeyle dönüşen mevcut iş alanlarında ortaya çıkan sorunlara – soru işaretlerine yönelik hukuki öngörülebilirliği ne kadar sağlayabilirsek, yatırım ortamının güçlenmesi ve pazarın güçlü bir şekilde gelimi için o kadar değerli olur. AB müktesebatı öngörülebilirliği sağlama konusunda referans alabileceğimiz çok önemli bir kaynak. Dolayısıyla o müktesebatı örnek alıp kendi değerlerimiz, kendi ulusal önceliklerimiz çerçevesinde içselleştirelim ve Türkiye’de de bir regülasyon ortamı oluşturalım diye düşünmekteyim.
Koronavirüs süreci küreselleşmeyi, AB ve beraberinde AB müktesebatını nasıl etkileyecek?
AB, AB olmayacak. Ben de onların süreçleri bizim bildiğimiz AB kapsamı içerisinde değerlendireceğini düşünmüyorum. Ama müktesebat, hukuki kurallar bakımından AB’nin ana eksenini devam ettireceğini öngörüyorum. Çünkü uluslararası anlamda regülasyonlardaki ayniyet ve regülasyonların birbiriyle harman olması uluslararası ticaret anlamında önemli. Bunu Dünya Ticaret Örgütü (WTO) kurallarında görüyoruz. Son 4-5 senedir ulusal anlamdaki hassasiyetlerin yükseldiği bir dünya düzeni içerisindeyiz. Bundan dolayı önümüzdeki dönemlerde uluslararası regülasyonların daha fazla ulusal öncelikleri göz önüne alarak, daha fazla ulusal önceliklerle yoğrularak uygulanacağını ve iç hukuklarda bu şekilde uygulanacağını görmekteyiz. Uluslararası şirketlerde eskiden her yerde aynı regülasyonu görme noktasındayken, artık her ülkenin ulusal anlamdaki önceliklerini farklılaştırarak uygulama noktasında bir pozisyonlama yapacaklarını öngörüyorum.
Bir tarafta millileşme, diğer taraftan dünya gerçeği olarak teknoloji geliştiren şirketler var. Burada know-how transferi yapma imkanı doğacak mı?
Bunu iki noktada değerlendirmek lazım. Birincisi; bizim bu noktadaki ulusal stratejimiz ne olacak? Dünyadaki büyük teknoloji şirketleri dediğimiz zaman şirketler, son 10 senede dünyada daha önce olmadığı kadar değerli şirketler haline geldiler. Türkiye’nin bu noktada; “Bir Google, Apple çıkartalım” düşüncesinden ziyade bugün ulusal şirketlerimizin Google ekosisteminden ne kadar pay aldığı önceliği ile bakması gerekiyor. Bu şirketlerin çok güçlü bir girişimcilik ekosistemi, bizim de yetkin öğrencilerimiz, girişimcilerimiz ve mezunlarımız var. Doğru bir strateji ile bu şirketlerin Türkiye’deki kendi ekosistemlerine entegre olabilecek küçük girişimleri oluşturmak, bu girişimlerin küresel şirketlerin ekosistemi içerisinde pişerek büyük girişimler olmasını temin edecek bir ortama yönlendirmek lazım. Uluslararası şirketlerle kendi içimizde bir anlaşma zeminine giderken doğru stratejilerin geliştirilmesi bizim açımızdan daha anlamlı olacaktır. Zira bu şirketlerden elde edeceğimiz vergiden, Türkiye’ye gelip yatırım yapmalarından çok daha büyük katma değeri, bu şirketlerin ekosistemi içerisine Türk girişimcileri, Türk yöneticileri ve çalışanları, Türk şirketlerini, Türkiye’de oluşmuş altyapıları ne kadar fazla entegre edebilirsek o kadar anlamlı olacak. Eğer bu teknoloji şirketleri ile doğru bir strateji ile işbirliği kurarsak 10 sene içerisinde o ekosistemden en az yüzde 3-5 pay alırız ki bu da en az 5-6 tane milyar dolar değerin üzerinde teknoloji şirketinin (unicorn) Türkiye’den çıkması anlamına gelir. .
Yani yazılım bu noktada büyük bir fırsat olabilir, değil mi?
Türkiye’deki birçok başarı hikayesi yazılım temelli gelişiyor. BT dikeyinde çok fazla yataya da değindiğinden dolayı çok fazla fırsat var. Bilgi teknolojileri ile ilgili yarattığınız rekabet avantajını ve bu konu ile ilgili bilgi birikimini, mesela COVID ile beraber önümüzdeki günlerde sağlık sektörü ile ortaya konulabilecek fırsatlar noktasında bilgi teknolojilerinin ehemmiyeti büyük. Yazılım, bir mekana bağımlı olmadan, her yerde geliştirilebilir. Pandemi bize bunu öğretti ve kamu da kendi içerisinde bir takım stratejilerini buna göre ortaya koydu. Yazılımcı kaliteli bir internet altyapısı ve bilgisayarı varsa, dünyanın her yerinden çalışabilir. Kümelenme yapmak amacıyla insanları zorla bir araya getirmenin bir manası yok. Dünya bu yüzden uzaktan çalışma ve bu şekilde değer yaratma, bununla ilgili bilgi teknolojileri altyapısını kullanma noktasında önümüzdeki dönemde çok daha fazla gelişmelere tanık olacak. Ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı, sadece Türkiye pazarı için mi yapacağımızı yoksa yurtdışındaki pazarlara açılmak için onu bir değer olarak mı kullanacağımızı da doğru tasarlamamız gerek ve önümüzde çok iyi bir fırsat var.
GDPR, KVKK gibi regülasyonlar gelişimi nasıl etkileyecek?
Dünyada da tartışılan konulardan bir tanesi bu. “Çok regülasyon, inovasyon noktasında bir bariyer mi oluyor?” sorusunun yanıtı regülasyonu nasıl yorumladığınıza göre değişiyor. Ülkemizde kişisel verilerin korunması noktasında iyi bir otoritemiz var. Bu noktada düzenlemelerin ana amacına bakarak yorumlamalar yapmak lazım. Bu mevzuatı ana amaçlara ulaşmak için kullanmak pozitif olur. Şekli uyumluluğun dışında, gerçekten neye ulaşmaya çalıştığınız ile ilgili uyumluluğu benimsemek önemli. Gizlilik konusunda son dönemde AB nezdindeki en büyük yaklaşım da bu. Yani şekle ve şekli uyumluluğa çok fazla odaklanmayıp, ilkesel anlamda hesap verilebilirlik prensipleri ekseninde bir uyumluluğu gerçekleştirme amacına odaklanma. Otoritelerin de şirketlere, bu konu ile ilgili aksiyon alan kişilere yol göstermesi önemli. Otorite bunu yaparken, piyasadaki dinamikleri çok iyi bilmeli ve şirketleri, uygulanmayacak çözümlere uymak zorunda bırakmamalı. Veri korunması hukuku ile ilgili tek bir çözüm yok. Otomotiv sektörüne uygulayacağınız çözüm ve yöntemler bambaşkadır, telekomünikasyon sektöründe bambaşkadır. Bizim otoriterimizin ve dünyadaki otoritelerin gelmesi gereken nokta şu: “Biz ilkesellikleri ortaya koyalım; ama bu ilkeselliklerin uyuma döndüğü noktada nasıl şekilleneceği kısmı o sektörün kendi dinamikleri içinde şekillenmeli. Şekli olarak her türlü iş modeline ve sektöre uygun bir uyum çözüm olmadığı gibi şekli uyumun da asıl amaçlanan nokta olan veri işleyen kurumların hesap verilebilirliğine, veri sahiplerinin mahremiyetini koruma amaçlarına ulaşmayı sağlamayacağını düşünüyorum. Bu durum aynı zamanda ticari hayatın gerçeklerine aykırı uygulamaların ve yorumların da ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir. GDPR ve KVKK amaca uygun şekilde yorumlandığı takdirde sektörlerin önünü kapatmaz, bilakis tüketiciye güven verir ve sektörleri de veri temelli ekonomiye entegre olmaları noktasında yönlendirir. Ülkemizde son dönemde verilerin yurtdışına transferi ve bunun sınırlandırılması konularının çok doğru bir hukuki zeminde düşünülmediğini ve yorumlanmadığını gözlemlemekteyim.
Bu noktada, KVKK kapsamında verilerin Türkiye’de tutulmasından bahsediyorsunuz, değil mi?
Evet. Aslında dünyanın her yerinde belirli sektörel hassasiyetler, belli veri tipleri, verilerin ilgili ulusal altyapılarda tutulmasına ilişkin düzenlemeler var. Bu normal. Ama şu anda hakim olarak gelişen hukuki yorum, uygulanması kabil olmayan hukuksal dayanaklar dışında yurtdışına veri transferi yapılmasına imkan sağlamıyor. Bu noktada Türkiye’nin küresel oyucularla rekabet eden büyük şirketlerini ve küçük start-up’ları belirli altyapıları kullanmaktan mahrum ediyorsunuz. Ticari yaşamda “seçim şansına sahip olmak” çok önemlidir. Benim ülkemin şirketleri global pazarlarla rekabet edecekse rekabet ettiği ülkedeki rakibiyle en az aynı hukuki imkanlara ve ticari seçim şanslarına sahip olmalıdır. Benim ülkemdeki bir şirket istiyorsa “A” ülkesinin teknolojisini, altyapısını kullansın, istiyorsa “B” ülkesinin. Belirli bir sektörde faaliyet gösteriyorsa belirli bir dikeyde, finansal teknolojiler, bankacılık, telekom, ulusal hassasiyetlerin yüksek olduğu regüle edilmiş endüstrilerde devlet belirli çizgiler çizebilir. Türkiye, uluslararası veri transferi ile ilgili bir uygulama geliştireceği zaman bunu AB gibi çok önemli olan coğrafyalarda bunun uygulamaları var. Almanya’daki bir şirketin Türkiye’ye yapacağı veri transferi, amacına göre değişen 16 tane farklı hukuki şarta dayanırken, bizdeki hakim hukuki yoruma göre Türkiye’deki bir şirket Almanya’ya veri transferi yaparken transferin amaca göre farklılaşmayan ve uygulanması pratikte çok güç veya imkansız 3 tane farklı hukuki şarta dayanabilmektedir. AB içerisinde bahsettiğimiz aktarım amacına göre değişiklik gösteren 16 tane farklı hukuki şarta dayanabilme ve bu şartlara dayalı olarak veri sahiplerinin hukuken korunabilmesi söz konusu. Türkiye’de şirketlerin rekabet ettikleri AB içerisindeki aynı hukuki imkanlara sahip olabilmesini temin edecek uygulamalar hukuken Türkiye’de de ortaya konulabilir. Her ülkenin veri lokalizasyonu konusunda hassasiyetleri var. Bu hassasiyetler ticaret yapmayı ve sektörlerin küresel rekabetteki ticari şartlarını zorlaştırmıyor. Ticari anlamda global bir oyuncu olmak isteyen sektör oyuncularının doğru hukuki yorum ve yaklaşım geliştirememekten kaynaklı kısıtlayıcı hukuki yorum ve yaklaşımlarla elleri, ayakları bağlanıyor. Buna sebebiyet vermemek lazım.
Dünya çapında ve Türkiye’de ekosistemleri olan küresel şirketler var. Birçok küçük ve orta ölçekli firma ise bu ekosistemin içerisinde yapbozun bir parçasını dolduruyor. Bu tip şirketleri de gelişmek açısından mevzuat ihtiyaçları yok mu?
Türkiye’nin start-up ekosistemini geliştirecek ve bu tarz küçük girişimlerin hızlı bir şekilde fon almasını sağlayacak, fonu aldıktan sonra bu şirketlerin daha büyük fonlara ulaşabilmesini sağlayacak, şirketleri hukuki bakımından destekleyebilecek hukuki altyapılar önemli. Bu yönüyle iyi bir örnek olan ABD’de kullanılan hukuki altyapıların Türkiye’de de oluşturulması ve işletilmesi noktasında birtakım mevzuat engelleri var. Bununla ilgili adımlar; kalkınma planlarımıza, devletin stratejik çalışmalarına girdi. Ama bu konu ile ilgili biraz daha irade gösterip, süreci hızlandırmak lazım. Girişimcilik ekosisteminin gelişimi, şirketler hukuku alanında çok katmanlı ve farklı tipteki hukuki enstrümanın da uygulamada kullanabilmesinin yanında yepyeni iş alanlarında faaliyet gösteren bu yeni girişimlerin faaliyet gösterdikleri alanla alakalı öngörülebilirliği sağlayan hukuki altyapıların da varlığını gerektirmektedir. Birçok farklı sektörde ve alanda çok yenilikçi iş modellerini ortaya koyan yeni girişim ve şirketler 15-20 sene önce yapılmış, iş modellerine tamamen aykırı bir mevzuat ve uygulama gördükleri zaman ticari büyümenin de önü kesiliyor. AB müktesebatı bu noktada yalnızca yabancı şirketleri değil, bizim start-up’larımız ve girişimcilerimize de öngörülebilir bir ortam sunması bakımından hukuki bir çıpa oluyor. Şirketler hukuku, yapılan işin esasına yönelik düzenleme ve hukuki yorumların yanında üçüncü bir bacak olarak rekabet hukuku yönüyle hem büyük teknoloji şirketleri hem de yeni çıkan iş modellerinin durumunu değerlendirmek gerekmektedir. Rekabet Kurumu bu konudaki gelişmeleri çok yakından takip ediyor ve bir süre önce dijital dünyadaki rekabet uygulamaları ile ilgili bir çalışma kurulu oluşturdu. Dünyada da rekabet hukuku bakımından dijital dünya ve uygulamaları özelinde yepyeni yaklaşımlar ve yorumların gelişeceğin düşünüyorum. Bu çerçevede şirketler hukuku, yapılan işin esasına yönelik doğru ve öngörülebilirliği sağlayan hukuki kaynak ve yorumlar ile rekabet hukuku açılımları dijital dünyadaki inovatif şirket ve girişimlerin önünü açacaktır.
Vergi uygulamaları burada nasıl konumlanıyor?
Dijital dünyada doğru hukuki altyapının temini noktasında şirketler hukuku, yapılan işin esasına yönelik doğru ve öngörülebilirliği sağlayan hukuki kaynak ve yorumlar ile rekabet hukuku açılımlarına bir dikey olarak da vergi hukuku konusunu ekleyebiliriz. Devletimiz de son zamanlarda bu konu üzerinde önemli çalışma ve düzenlemeler yapıyor. Vergi uygulamaları da dijital teknolojiler ile beraber değişebiliyor. Devletin vergi uygulamalarını şekillendireceği, teşvik destek mevzuatının da buna uygun olarak nasıl şekilleneceği de bu noktada ortaya çıkıyor. Pandemi döneminden önce Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu’ndaki devletin size verdiği teşviklerden yararlanabilmenizin ön koşulu fiziken teknoparklarda faaliyet göstermenizdi. Bunun bir örneği; yazılımcının teknoparktaki ofise kart basarak girmesi gerekliliğiydi. Ama pandemi döneminden dolayı bu kuralı esnettiler. Buna kendi hukukumuzda ‘lokasyon bağımlı teşvik sistemi’ diyoruz, ama küresel bazda lokasyon bağımlı teşvik sisteminden ayrılan bir dünya görüyoruz. Artık lokasyon değil, faaliyet bağımlı bir yapı gelişiyor. Yani “Faaliyeti nerede yapıyorsan yap. Faaliyeti yaptığın ve istenilen sonucu oluşturduğun takdirde ben seni teşvik ederim” anlayışı mevcut. Bu yüzden önümüzdeki dönemlerde küçük şirketler için bu noktadaki teşvik destek sistemimizin de değişmesi gerek.
Blockchain ekosisteminin nasıl bir gelişim sergilemesini ve özellikle regülasyon bağlamında nasıl konumlanmasını bekliyorsunuz?
Bendeniz diğer vazifelerimin yanında Blockchain Türkiye Platformu’nda İcra Kurulu Üyeliğimi de sürdürüyorum. Blockcahin’in hukuksal tarafı çokça merak edilen bir şey. Teknik anlamda blockchain önemli bir altyapı getiriyor. Güveni sağlamak için güvenin içerisindeki birtakım katmanları ortadan kaldırıyor ve teknolojik altyapı ile güveni tahsis ediyorsunuz. Bloklar arasındaki bilgiyi ise değiştiremiyorsunuz. Ancak, teknik anlamdaki güven ile hukuki anlamdaki güven, bir başka deyişle sosyal bilimler anlamındaki güven aynı şey değildir. Örneğin; paraya filigran koyuyor, taklit edilmemesine yönelik teknik güvenlik önlemleri alıyorsunuz. Ama bizim paraya güven duymamızın tek ve önemli nedeni taklit edilmesine yönelik bu teknik güvenlik önlemleri değil. Paraya güveniyoruz çünkü üzerinde Merkez Bankası’nın imzası ve gücü var. Bu gücü de düzenlemelerle ve kurumsallaşma ile sağlıyor. Teknolojik anlamda güveni sağlayan enstrümanlar çok önemlidir ama onun üzerine hukuki anlamdaki güven mekanizmalarını koymadığınız zaman, güvenin teknolojik anlamda sağlanması çok bir şey ifade etmiyor. Bunu çözülmesi gereken problem olarak görüyorum.
Örneğin; blockchain ortamındaki en büyük kazanımlardan biri, ‘token” dediğimiz değerlerin yaratılarak bu değerlerin menkul kıymet veya şirketlere fon sağlayan bir maddi değer olarak kullanılabilmesi konusu. Bunu blockchain ortamında yapabilirsiniz ve birçok şirket de bunu yapıyor. Küresel ölçekte 400-500 şirket kendi içerisinde ‘token” yaratma sistemi ile fon topluyor. Bunu Türkiye’deki klasik ortama soktuğunuzda, bu menkul kıymetse SPK’ya kaydedilmesi lazım. Ama SPK bunu menkul kıymet olarak kabul edecek mi? SPK menkul kıymet olarak kabul etmezse, bu para toplama ve değer yaratma faaliyetine ne denilecek? Baktığınızda siz bir ‘token’ alıyor, bunun için bir para veriyorsunuz, şirket, proje büyüdükçe paranız da büyüyor. Bu yapı menkul kıymete benziyor, ama hukuki güvenlik bakımından ona ‘menkul kıymet’ diyebilecek bir otoritenin olması lazım. Teknolojik anlamda altyapıdaki güveni ve bloklar arasındaki bilginin değiştirilemez anlayışı ile “token” üretimini ve “token”ın sahipliğini “blockchain” altyapısında teknik kesinliğe sahip olacak şekilde güvenliğini garanti ediyorsunuz. Ancak hukuki güvenlik için yaratılan değerin hukuken tanımını yapmanız, sahiplerine ne tarz hak ve mükellefiyetler sağladığını belirtmeniz, bununla ilgili ekosistemin tüm unsur ve oyucularını hukuken tanımlamanız, hak ve yükümlülüklerini ortaya koymanız gerekmektedir. Bunun yanında bu hukuki süreçlerin de uygulanmasını temin etmeniz gerekmektedir. Hukuki güvenlik ancak bu şekilde sağlanır. Literatüre baktığımızda teknik olarak menkul kıymetlerin oynadığı iş fonksiyonlarının birçoğunun blockchain altyapısında yapılabileceğine yönelik bilimsel çalışmalar ve uygulamalar görmekle birlikte, mevcut menkul kıymetler sisteminin yerine blockchain tabanlı altyapılar kullanılırsa hukuki güvenlik nasıl sağlanacaktır noktasında çözüm ortaya koyan bilimsel çalışmaların sınırlı olduğunu görmekteyiz. Bu çalışmaların artmasıyla konuyu daha doğru bir bilimsel zeminde tartışabileceğimize inandığım gibi bu çalışmalar sayesinde blockchain uygulamalarının sayısının artacağına inanıyorum.