Duvarlar…
BThaber Köşe Yazısı: eİNSANA DAİR
Devrim Zımba
devrimzimba@yahoo.com
Şu an bir hafta sonu sabahı, Josef De Schutter’in Lyrides isimli parçasını dinliyorum ve ister istemez sessiz bir ortamda düşünüyorum. Ben kimim? Bir cumartesi sabahı için çok zor bir soru hoş herhangi bir perşembe akşamı için de zor. Aslında zamandan bağımsız zor bir soru çünkü bu sorunun cevabını bilmiyorum. Aslında cevabını kolaylıkla bilmem gereken bir soru ama bilmiyorum.
Bir belgeselde izlemiştim ormana büyük bir ayna yerleştiriyorlar ve oradan geçen hayvanlar aniden kendilerini görüyorlar. Kimi zaman merakla, kimi zaman ürkek, kimi zaman hırçın ama çoğunlukla korku ile gördüklerine bakıyorlar. İlk defa kendilerini görmenin tepkisi hep aynı “korku”. Biz insanlar aynaya alıştık, dış görünümümüzü biliyoruz, baktığımızda korkmuyoruz fakat içimizi gösteren bir ayna olsaydı ne görürdük? Gördüğümüzden korkar mıydık?
İnternette “insanın kendini keşfetmesi” diye arattım, “üç, beş”çiler oturmuş yine baş köşeye. “7 Adımda Kendini Keşfetmenin Yolları, Kendinizi Keşfetmeniz için 8 Adım, Kendini Keşfetmek için Sorman Gereken 12 Soru, Kendinizi Keşfetmenin 5 Yolu, Kendinizi Keşfetmenin 10 Yolu, Kendinizi Keşfetmenin 6 Yolu…”. Lütfen okumaya ara verip siz de aratır mısınız? İnanın güldürüyor insanı.
Bir şekilde büyürken bir duvar örüyoruz çevremize ve kendimizi de o duvarın dışında tutuyoruz ve artık kendimizden uzaklaşıyoruz. Matematiği çok severim bence içerisinde çok şey barındırıyor bilinenleri ve bilinmezleri ile. Bu benzetmeyi daha önce farklı bir açıdan kullanmıştım ama buraya da uyuyor. Bir çember düşünün 0 derecenin de kendiniz olduğunu düşünün, diğer tüm dereceleri yaşadıklarınız, çevrenizde olanlar, birlikte olduğunuz insanlar, işiniz yani tüm hayatınız olduğunu düşünün, çemberi tamamladığınızda yani 360 dereceye geldiğinizde yine aslında 0 dereceye gelmiş oluyorsunuz ve yaşadıklarınızın tamamının kendiniz olduğunu fark ediyorsunuz. Yani ne düşünürseniz düşünün, ne yaparsanız yapın, ne yaşarsanız yaşayın dönüp dolaşıp yine kendinize geliyorsunuz. Belki de yaşadıklarınız sizi siz yapmıyor aksine siz yaşadıklarınıza bir şekil veriyorsunuz çünkü tüm yollar sonunda size çıkıyor, o tanımadığınız ve duvarlar ardına hapsettiğiniz size.
Bir şeyler yaşıyoruz ve yaşadığımız şeyler bizi kötü bir şekilde etkiliyorsa bu etkilerden kurtulmak için duvarlar örüyoruz çevremize. Kızgınlık duvarı, cesaretsizlik duvarı, kırgınlık duvarı, temkin duvarı, mükemmeliyet duvarı, bilgelik duvarı, eminlik duvarı, kibir duvarı, özenme duvarı, teslim olma duvarı ve daha birçok duvar. Bu duvarlar belki sizi daha rahat yaşatıyor ama siz de siz olmaktan yavaş yavaş çıkıyorsunuz.
Sevgili okurum, daha önce yazmıştım hatırlarsanız insan beyninde amigdala dediğimiz bademe benzeyen adını da Latince badem anlamına gelen “amygdaloideum”dan alan beynimizin arka alt kısmında yer alan ve badem boyutlarında olan bu organımız bir hafıza alanıdır ve anıları bir duygu ile kaydeder. Buraya yazılan hatıralar unutulmaz çünkü yaşadığınız olaydan ziyade sizde kalan hatırası silinmez. Örneğin, karşıdan karşıya geçerken adımınızı yola atmışsınızdır ve kaldırıma çok yakın ve çok hızlı gelen bir aracı son anda fark etmişsiniz ve korkarak hızla ayağınızı kaldırıma çekmişsinizdir. Böyle bir durumda zarar görmeseniz bile bir korku ile beyninize kaydettiğiniz o son adımı asla unutmazsınız çünkü o korku duygusu ile kaydedilmiştir. İşte çevremize ördüğümüz her duvarın çimentosu bu duygulardır ve sıkı sıkıya o duvarın taşlarını tutar.
Çok biliyormuş gibi bu alanda ahkam kesmem doğru değil sadece kendimce düşündüklerimi anlatmaya çalıştım o yüzden daha iyi bildiğim bir alandan yani iş dünyasından örnekler vermeye çalışayım.
Bir toplantıya girdiniz, fikrinizi söylediniz ve masada bulunan yöneticiniz, patronunuz herkesin içerisinde size kızdı. Hemen duvarınızı örmeye başladınız çünkü çimentoyu yöneticiniz size verdi. Hızla taşlarınızı yerleştirdiniz ve aralarına çimentoyu eklediniz ve ardında siz olan kocaman bir duvar inşa ettiniz. Bundan sonra katılımcılar arasında yöneticiniz olan hiçbir toplantıda fikrinizi söylemezsiniz ya da söyleyip söylememeye çok düşünerek karar verirsiniz. Bu olayı asla unutmazsınız çünkü onu bir duygu ile kaydettiniz. En iyi ihtimalle yöneticiniz hatasını anladı, geldi, sizden özür diledi bu bile duvarınızı tam olarak yıkmaya yetmeyebilir. Kim kaybetti? Bence siz kaybettiniz. Çünkü bundan sonra fikirlerinizi daha doğmadan öldüreceksiniz. Hayırlı olsun iş dünyası bir robot daha kazandı. Biz robota ve otomasyona yatırım yapalım derken kastımız insanları robotlaştırmak değil bilakis insan beyninden daha katma değerli alanlarda faydalanmak değil miydi?
Sevgili okurum, yukarıda okurken bazı duvarlar dikkatinizi çekmiştir, iyi gibi görünen ama asla ilerlemenize izin vermeyen duvarlardır bunlar. Mükemmeliyet duvarı örneğin, en iyisini arıyoruz çalışırken, en mükemmelini. Bu arayışlar bitmiyor ve bu arayışlar ilerledikçe özden de uzaklaşıyoruz.
Yakın zamanda bir toplantıda “karşılaşılan sorunları çözme sürecini” tasarlıyoruz ekiple. Kalabalık bir toplantı ve hepsi de kendi konusunda uzman kişilerden oluşan bu ekip kısa bir süre içerisinde süreci öyle mükemmel tasarladı ki asıl sorunumuzu çözemez hale geldik. Hatta bir ara öyle mükemmel boyuta çıktık ki alınması tavsiye edilen o araçların toplam maliyeti ile küçük bir şirket kurulabilirdi. Oysa temel sorunlarımız nelerdir, bunları kimler çözecek, ne kadar süre içerisinde çözecek, işin sahibi kimdir gibi basit birkaç soru ile toplantı da çalışma da toplanabilirdi. Mükemmel çözüm adına son 20 senedir sorun çıkarmamış ve çıkarsa bile etki alanı çok küçük olabilecek bir konu için bol sıfırlı dolarlarla alınacak bir araca ihtiyacımız olmadığını anlamasaydık ne olacaktı? Çok mükemmel bir sistemimiz olacak ancak astarı yüzünden pahalı hale gelecekti.
Akıl koymuyor değiliz ama iş yaşamımızda bir yerlerde bir yöneticimizin veya kendimizin mükemmel tasarım isteği bizi fazla akıl koymaya zorluyor olabilir. Fakat her iş, her yönetici her kurum aynı değil ki patates baskı ile hep aynı mükemmeliyeti arayalım. Çoğu zaman basit ve hızlı çözümler çok şey kazandırabiliyor.
Hiç dikkat ettiniz mi sevgili okurum kimse hatalı değil. Toplamda 30 seneye yakın iş hayatında çalışıyoruz ve gerçekten bu kadar hatasız işler mi yapıyoruz ya da çevremizdekiler mi yapıyor? Nasıl oluyorsa hep bir savunma hali hatalı olmadığımıza dair. Hatasızlık duvarı örmüşüz çünkü. Oysa hatalı olduğumuzu kabul ettiğimizde hem kendimiz için çok öğretici oluyor hem de karşımızdaki insanın tepkisi genelde bizi korumak şeklinde yön değiştiriyor. Benim iş dünyasında gördüğüm kimse aptal değil o nedenle hatalı olduğumuz bir durumda hatasız olduğumuzu ısrarla savunmak karşımızdaki kişilerin aklına da saygı duymadığımızı gösteriyor.
Toplumumuzun hastalığıdır her şeyi bilmek. Belki denemişsinizdir ya da deneyebilirsiniz dilerseniz iş arkadaşınıza bir konuyu bilip bilmediğini sorarsanız genel olarak biliyorum der ya da konuşurken “sen de biliyorsun şu konu aslında şöyledir” derseniz “yoo bilmiyorum” demez. Bu zayıflığı kullananlar vardır biliyorsunuz (belki de bilmiyorsunuz ama şu an konuşuyor olsak bilmekten başka çareniz yoktu). Fakat gerçekten bu zayıflığı kullananlar vardır, kendi isteğini kabul ettirmek için topluluk önünde aslında bilmediğiniz bir şeyi siz de biliyormuşsunuz gibi gösterip kabul ettirenlerdir bunlar.
Aslında sevgili okurum sizin bir duyguyla kendinizi korumak için ördüğünüz her duvarı suiistimal edecek birileri olacaktır. Ancak bunlar bir kenara duvarların arkasında bulunan “eşsiz kendinizin” çok değerli olduğunu bilmeniz ve her şart altında onun sözünü dinlemeniz size hep doğruyu yaptıracaktır. İşte o zaman fark yaratmaya ve iz bırakmaya başlayabilirsiniz hem iş hayatı denen bu oyunu keyifle oynamanın en önemli yolu da bence budur.