E-TİCARET TBMM’DE
ocoskunoglu@gmail.com
twitter.com/osmancoskunoglu
facebook.com/osman.coskunoglu
www.coskunoglu.org
ULUSAL
Tam da bugünlerde, TBMM’de “Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı” komisyonlardan geçti ve Genel Kurul’da her an görüşülebilir. İyileştirilme ihtiyacı olsa da, bu tasarının kanunlaşması önemli. Fakat, tasarının önemli maddelerinden olan, istenmeyen e-postalarla ilgili 6. maddesi, şimdiki haliyle sakıncalı görünüyor. Ciddi rahatsızlık yaratan istenmeyen e-postaları önlemek için iki genel yöntem var: Alıcı, ilk e-postadan sonrasını istemediğini belirtebilir (“opt-out” yöntemi); veya ilk mesaj için bile alıcıdan izin istenmesi şart koşulabilir (“opt-in” yöntemi). ABD “opt-out,” AB ise “opt-in” yöntemini kullanmakta. Fakat, katı bir “opt-in” yerine, e-ticaretin gelişmesini desteklemek amacıyla, AB’de “yumuşak opt-in” kullanılmaya başlandı. Bu yönteme göre, alıcının iletişim verilerini baştan alıcının rızasıyla yasal yollardan elde etmiş olan bir kuruluş, daha sonra yeniden rıza almadan pazarlama, bilgilendirme ve tanıtım amaçlı mesajlar gönderebiliyor.
TBMM’de ilgili komisyonlara gelen tasarının 6. maddesi katı bir “opt-in” getiriyor. Sektörü temsil eden MOBİLSAD’dan (Mobil Servis Sağlayıcı İş Adamları Derneği) gelen itirazlara, uygulamayı yapacak olan Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın ilgili dairesi de katıldığı halde, Adalet Bakanlığı’nın taşıdığı tasarı komisyonlardan 6. Madde değiştirilmeden geçti. Şu anda, gözler TBMM Genel Kurulu’nda. Tasarı görüşülürken verilecek olan değişiklik önergesi kabul edilecek mi, edilmeyecek mi?
İşte bu süreçte, TBMM’de sık sık yaşadığım bir gereksinim bir kez daha ortaya çıktı. Özellikle teknoloji ile ilgili yasa tasarıları tartışılırken, milletvekillerinin konu hakkında yeterli bilgi sahibi olmaması nedeniyle hatalar yapılabiliyor. Her ne kadar ihtisas komisyonlarında, konunun uzmanları bilgi veriyorsa da, bunlar zaman zaman ya yetersiz ya da tek yönlü olabiliyor. Ondan sonra, konunun uzmanları ve ilgili STK’lar bakanı ikna peşinde koşuyor. Oysa, TBMM İçtüzüğünde yapılacak bir değişiklik ile, teknoloji gibi ihtisas isteyen konularda, ilgili komisyonun üyesi milletvekillerinin uzmanlarca bilgilendirilmesi yolu açılırsa, tasarılar daha sağlıklı bir şekilde tartışılıp yasalaşır. Açıkçası, şu anda milletvekilleri yasama görevini yapamadığı için etkisiz kalırken, yasalar tamamen yürütmenin (yani hükümetin) ve bürokrasinin (yani devletin) istediği doğrultuda şekilleniyor.
Konu açılmışken, G-20 ülkelerinde internetin ekonomiye katkısını ölçen Boston Consulting Group’un çalışmasından da söz etmek gerekir. Ekteki şekilde görüldüğü gibi, maalesef bu konuda da ülkemiz sonlarda yer alıyor. E-ticareti teşvik etmek gerekirken, olumsuz etkileyebilecek yeni bir yasa tasarısı ile karşı karşıyayız.
KÜRESEL
Washington’da, Center for American Progress (Amerika’yı İlerletme Merkezi), doğrudan Obama’ya çeşitli konularda politika geliştirme desteği veren bir düşünce kuruluşu (think tank). Kendileri açıkça hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat partinin, fikri mülkiyet hakkını korumak ile internetin özgürlüğü arasında sıkıştığını kabul ediyorlar. Bir politika geliştirme konusunda sıkıntıyı dile getiriyorlar.
Fikri mülkiyet hakkını korumak için interneti sınırlayacak olan SOPA ve PIPA diye iki kanun tasarısı bu yılın başında gündemdeydi. Eğer bu kanunlar geçecek olursa, Obama veto edebileceğini söyledi. Ayrıca, genel baskılar da internet özgürlüğü yönünde ağır basınca, tasarıların ikisi de görüşülmeden şimdilik ertelendi. Bu erteleme sadece toplumsal baskının değil, Silikon Vadisinin Hollywood’a göre daha ağır basmasının da sonucu bir başarıdır. Fakat, internetin özgürlüğünün şirketlere de bırakılamayacağı bir gerçek.
Ne siyasi partilere ne de şirketlere emanet edilemeyecek olan internetin gerçek sahibi olarak toplum, sivil toplum kuruluşları etrafında güçlenmek zorunda. Washington’daki Center for Democracy and Technology (Demokrasi ve Teknoloji Merkezi) hem bu zorunluluğun hem de internetin küresel niteliğinin farkında olarak bir Küresel İnternet Özgürlüğü Projesi (Global Internet Freedom Project) yürütüyor. Bu proje bağlamında, Uluslararası Telekomünikasyon Birliği’ne (ITU) 17 Mayıs tarihli bir mektupla, Aralık 2012’de Dubai’de toplanacak olan World Conference on International Telecomunications (Uluslararası Telekomünikasyon üzerine Dünya Konferansı) hazırlık sürecinde sivil toplum örgütlerinin dışlandığına dikkat çekiliyor ve bu durumun düzeltilmesi talep ediliyor.
Ne siyasi partiler ne de şirketler, internetin sahibi toplumdur, dolayısıyla ilgili STK’lara çok iş düşüyor.
BİREYSEL
İnternet ve ilgili teknolojilerin birey üzerindeki olumsuz etkileri üzerine neredeyse her hafta yeni bir yazı, rapor veya kitap çıkıyor. Geçtiğimiz ay, Kaliforniya’dan “teknoloji psikologu” olarak tanınan Dr. Larry Rosen’in “iDisorder” (“E-zihin bozukluğu” diye çevrilebilir) kitabı da dikkat çekici bir yeni yayın. Stres, uyku bozukluğu, zihinsel dağınıklık, sürekli cep telefonuna bakma ihtiyacı gibi bozuklukların oluşabildiğini ve ne yapılması gerektiğini anlatan bir kitap.
Missouri Bilim ve Teknoloji Üniversitesi araştırmacısı Sriram Chellappan, konuyu başka yönden araştırmış: depresyon gibi sorunları olanlar teknolojiyi nasıl kullanıyor? Araştırmanın, bireyi inceleyerek değil, bireyin internet kullanma verilerinin analizine dayanması bakımından bir ilk olduğu iddia ediliyor. Üniversite öğrencilerinden 216 kişi üzerinde yapılan araştırmada, önce psikolojik bir test uygulayarak yüzde 30’unun depresyonun minimum kriterlerini sağladığı saptanıyor. Daha sonra, tüm öğrencilerin internet kullanım logları tutulup incelenince, depresyon içerisindeki öğrencilerin interneti çok farklı kullandıkları saptanıyor. Örneğin, depresyon içinde olanlar internet sitelerini daha rasgele bir şekilde geziyor, sık sık uygulama değiştiriyor, dosya paylaşım sitelerini ve yüksek bant genişliği gerektiren uygulamaları daha çok kullanıyor. Araştırmanın potansiyel uygulamalarından birisinin de, bireyin internet kullanım şekline bakarak, kendisinin depresyon içinde olup olmadığı saptanabilir diye iddia ediyor araştırmacı. Fakat, böyle bir yaklaşımın mahremiyet ihlali ve etik sakıncaları olacağı da bir gerçek.