Esas meziyet; yarını garanti altına alabilmekte
‘Biz bu dünyanın sahibi değiliz, onu torunlarımızdan emanet aldık.’ Ezberde yerini yıllar önce alan bu cümle, bugün ülkeler, şirketler, bireyler için bir piramit misali duruyor. Piramit veya Demokles’in kılıcı aslında. Çünkü emanete hıyanet etmemek, geleceğin ve de bugünlerin anahtarı. Bu anahtar birçok ögeyi barındırıyor içinde. Atılan her adımda türlü başlıklarda çevresel etkileri gözeterek hareket etmek, toplumsal hayata etkiler, tarımsal verimliliğe sağlanabilecek faydalar burada ilk akla gelenler. İşte bu yüzden ‘sürdürülebilirlik’ uzun bir kelime olmaktan çok daha fazlası ve kapsamlısı, işte bu yüzden uluslararası organizasyonlar, bazı ülkeler ve şirketler bu konuda yapıcı adımlar atma, işin kurallarını koyma çabasında. Türkiye’de 2004 yılından beri çalışan İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği, bu konuda kurumsal ve bireysel bilinci artırmakta, uluslararası çalışmalarla bir yol haritasına herkesi dahil etmekte kararlı. İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği Genel Sekreteri Engin Güvenç detayları şu sözlerle paylaşıyor:
» Sürdürülebilir kalkınma kavramını nasıl tanımlamak gerek ve bu yapı hangi başlıkta, ne gibi çalışmaları içerir?
Bruntland tanımı olarak da bilinen klasik tanımı ile ‘sürdürülebilir kalkınma’, “bugünkü ihtiyaçlar karşılanırken, gelecekteki nesillerin ihtiyaçlarını karşılamasının engellenmemesi” şeklinde. Tanım geniş bir çerçeveyi, yani çevresel, ekonomik, toplumsal konuları içine alır. Tanımın ilk yapıldığı ve raporun yayınlandığı 1987 yılından bu yana ana kavram olarak bir değişim olmamakla beraber ‘sürdürülebilir kalkınma’ artık kavram olmaktan çıkıp uygulamaya geçilen bir alan oldu ve alt başlıklarda önemli gelişimler var. Su, enerji, inovasyon ve teknoloji, toplumsal gelişim, şehirleşme, taşımacılık, ekosistemler, atık yönetimi, tarım gibi uzayıp giden alt başlıklarda temel prensip insani kalkınmayı sağlarken, doğal kaynakların daha verimli kullanıldığı, hatta yerine geri konulduğu ortamlar kurgulayabilmek. Böylece her bireyin temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir seviyeye ulaşması, aynı zamanda dünya kaynaklarının kendini yenileyebileceği bir ortamın da sağlanması hedefleniyor.
» Bu kavram iş dünyasında nasıl bir uygulama alanına sahip?
Sürdürülebilir kalkınma stratejisi; şirketlerin çevresel ve toplumsal konulara şirket süreç ve kararlarında ekonomik kararlar kadar yer vermesini talep eder. Burada karşımıza çıkan konular ve yapılması gerekenler de kurumlara göre farklılık gösterir. Çözümler, kurumların ait olduğu sektöre, ülkeye ve ülke dinamiklerine uygun olmalı. Şirketler gibi tüketicilerin de bu konulardaki bilgi ve duyarlılığının artması, gelecekte faaliyetlerini sürdürmek isteyen şirketler için önemli bir gösterge. Çevre ve sosyal içerikli konuları doğru yöneten şirketler ekonomik kazançlara daha kolay ve sürekli erişim imkanı sağlayabilirler. Su, enerji, emisyonlar gibi üretim sektöründe ön planda olan başlıklar temel olmak üzere birçok şirket kendi bulunduğu sektöre ve rekabetçi pozisyonuna göre değişik çalışmalar yapabilmekte. Örneğin ürün ambalaj malzemesini daha çevreci hale getirmek bile yaratıcı bir sürdürülebilirlik çalışması. Bunun yanında, şirketleri düzenleyen bazı yasal yönetmelikler de gelişiyor. Sürdürülebilirlik çalışmalarının kurumlara sadece maliyet getirdiği görüşü artık değişti. Bu alana erken giren kurumlar daha verimli kaynak kullanımı ile maliyetlerini düşürüyor, itibarlarını yükseltiyor, yeni iş alanlarını keşfediyorlar. Bu kurumlar genç neslin, yüksek becerilere sahip çalışanların da görev almayı tercih ettiği kurumlar.
» Siz dernek olarak bu alanda ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?
İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği (SKD) 2004 yılından bu yana çalışmalar yapan bir think-tank ve sivil toplum kuruluşu (STK). Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi’nin (WBCSD) Türkiye’deki temsilcisi ve tek iş ortağı. WBCSD’nin başardığı çalışmalara baktığımızda, SKD aslında daha işin başında. Ancak konuyu iş dünyasının gündemine taşımak için hızlı ilerleyerek güzel çalışmalar yaptı. SKD üyeleri iç çalışma gruplarında hem bir think-tank yapısı altında birlikte düşünüp çözüm önerileri getiriler hem de bir STK yapısı altında projeler geliştiriler. Ama her şeyden önemlisi, bu süreçte ortak aklı kendi şirketlerine taşırlar ve şirketin sürdürülebilirlik çalışmaları için vizyoner ve gerçekçi stratejiler sunarlar.
2012 Haziran’ında Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde gerçekleşen
‘Rio+20 Zirvesi’ne taşınan rapor için, ülkemizin ‘sürdürülebilir kalkınma’ alanındaki ‘en iyi uygulamalarını’ kapsamlı çalışma ile seçim sürecini de SKD olarak yönettik. Ayrıca Eylül’ün ikinci yarısında bir konferans düzenliyoruz.
Bu konferansta Kalkınma Bakanlığı ve Birleşmiş
Milletler Kalkınma
Programı ile birlikte hem Rio+20 Zirvesi’nin çıktılarını yorumlayacağız, hem de Türkiye’nin Rio+20 Zirvesi’nin ardından ‘sürdürülebilir kalkınma’ prensiplerinin kurumsal çerçeveye nasıl oturtulacağı konusunda tartışma platformu oluşturacağız.
Bunun yanı sıra, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) işbirliği ile ‘İMKB Sürdürülebilirlik Endeksi (ISESI) çalışmamız var. ISESI, şirketlerin sürdürülebilirlik performanslarının yatırımcılar tarafından izlenebileceği bir platform olacak. Endeksi; Türk şirketlerinin rekabetçi pozisyonlarını güçlendirdikleri bir kılavuz olarak görüyoruz.
Ayrıca, SKD olarak WBCSD’nin ‘Küresel Vizyon 2050 Raporu’nu Türkçe olarak yayınladık. Bununla bağlantılı olarak TÜSİAD tarafından yayınlanan ve ‘WBCSD Küresel Vizyon 2050’ raporunun baz alındığı “Vizyon 2050 Türkiye Raporu” ise iyi eğitim ve sağlık standartlarının sunulabilmesi, doğal kaynaklar tükenmeden, herkesin refah içinde yaşayabilmesi için bir uyarı niteliği taşıyor.
» Türk iş dünyası ‘sürdürülebilir kalkınma’ alanında nasıl bir bilinç seviyesine sahip? Bu alanda ne gibi uygulamalar, yatırımlar yapılıyor?
Genele bakarsak, henüz oluşum aşamasında ve düşük bir ilgi var. Ancak Türkiye’de kurulu uluslararası kurumlar ve bazı lider Türk şirketleri konuyu ileri taşıma anlamında ciddi çaba gösteriyor. Türk ekonomisi için yapılabilecek en akılcı katkı sürdürülebilirlik bilincinin Türk iş dünyasında yaygınlaştırılması. Çalışmalarımız bu hedefe hizmet ediyor. Sektörel olarak, konu hakkında oldukça bilinçli kurumların aralarında yer aldığı çimento ve otomotiv hızlı çalışmalar yapmakta. Yine inşaat sektörü özellikle şehirleşme, düzenleme etkileri ve inovasyon ile bazı ilerlemeler sağlamış durumda.
Yakın gelecekte sürdürülebilir kalkınma çalışmaları şirketler için zorunluluk olacak. Konuyla ilgili yönetmelikler artıyor ve hükümetler bu konudaki çalışmalarını hızlandırıyor. Avrupa’ya paralel olarak Türkiye’de de bu konudaki çalışmalar devam ediyor.
» Küresel bazda sürdürülebilir kalkınma nasıl uygulanıyor, bu konuda gerek devletler gerekse şirketler ne gibi çalışmaları hayata geçiriyor?
Türkiye için oldukça yeni olan sürdürülebilir kalkınma konusu, dünyada uzun yıllar önce çalışılmaya başlanan bir alan. Çevresel ve sosyal baskıların yönetilmesi ile başlayan süreç, şirketlerin politikalarının yenilenmesine ve gelişmesine katkıda bulundu. Sürdürülebilir kalkınma hemen her ülkede iş dünyasının temel stratejilerinden biri. Çin ve Hindistan gibi hızla büyüyen pazarların yanı sıra diğer gelişmekte olan ülkeler de çalışmaları artırıyorlar. Küresel krizin ardından bu kavramın dünya çapında önemi artıyor.
Konuya dünya çapında öne çıkan konular diye bakarsak, enerji verimliliğinin sağlanması, orman kayıplarının önüne geçilmesi, düşük emisyon teknolojilerinin büyümesi, esnek yakıt ve enerji depolama altyapılarının geliştirilmesi, yüksek karbonlu yakıtların yerine düşük karbonlu yakıtların tercih edilmesi, karbon tutma ve depolama, biyolojik çeşitliliğin korunması, su ve geri dönüşüm modelleri ve teknolojileri gibi konular ele alınıyor.
» Sürdürülebilir kalkınma alanında yatırım yapmamak, bu konuda bilinç seviyesine sahip olmamak ne gibi riskleri beraberinde getirir?
Sürdürülebilir kalkınma modeli aslında şirketler için tüm detayları ile bir risk yönetimi çalışması. Bugün özellikle ülkemizde klasik iş modellerinde ekonomik risklere, iş ortamının risklerine bakılır, ama yönetimsel ya da etik ve şeffaflık konularının riskleri çok ele alınmaz. Çevresel konular hep şirket dışı sorunlar olarak görülür ve planlar içinde yer almaz. Örneğin üretim yapılacak fabrikanın oluğu yerdeki su kaynaklarının durumu şirketleri genelde ilgilendirmez, hele 10 yıl sonraki durumu hiç gündemde yer alamaz. Ama eğer fabrika yatırımı kendini 5 – 10 yılda geri döndürecek bir yatırım ise ve 5’inci yılda su nedeniyle üretim yapılamıyorsa, bu şirket için hayati bir risk. Sürdürülebilirlik anlayışı tüm alanlara bakar ve bütünsel bir risk yönetimine izin verir. Uluslararası yatırımcılar şirketleri analiz ederken çevresel, sosyal ve yönetimsel konulardan kaynaklanan sorunları ele alıp almadıklarına da bakmakta. Bu nedenle sürdürülebilir kalkınmaya yatırım yapmamak bir ‘kurumsal intihar’ şeklinde de isimlendirilebilir.
» Türkiye’de merkezi yönetim, sürdürülebilir kalkınma mantığının ne seviyede bilincinde ve bu konuda ne gibi çalışmalar yapılıyor?
Türkiye’de sürdürülebilir kalkınma konusu Kalkınma Bakanlığı liderliğinde yürüyor. Bakanlıkla olan çalışmalarımız ve diyaloglarımız ile konunun öneminin gayet farkında olduklarını söyleyebiliriz. AB üyelik süreci de bakanlıklarımızı oldukça yoğun tutan çalışmalar ve neredeyse tümü sürdürülebilirlik temelli. Sürdürülebilir kalkınma konusunun büyük bir başlık olması ve dönüşüm süreçlerinin kolay olmaması yapılacak çalışmalar için ciddi ve uzun sürebilecek diyalog gereksinimi nedeni ile çalışmalar ağır ilerleyebiliyor. Bizim beklentimiz; ağır da olsa sağlıklı ve küresel çalışmalara uyumlu gelişimin olabilmesi. Bazı bakanlıklarla süregelen diyaloglarımız çerçevesinde beraber yapılabilecek birçok çalışmanın olduğunu gözlemliyoruz. Kamu – özel sektör işbirliği, sağlıklı ve işleyebilen çözümler için esas.
» Sürdürülebilir kalkınma kavramında kimlere ne gibi görevler düşüyor?
Sürdürülebilirlik çalışmalarında her bireye ve paydaşa önemli görevler düşüyor. Önemli olan ‘işimizi yaparken sürdürülebilir bir kalkınma modeline uyumlu ve ülke ve dünya beklentilerine katkıda bulunabilecek nasıl bir çalışma yapmalıyım?’ sorusunu sormak, hedef belirlemek. Ana paydaşlar olan kamu, özel sektör, üniversite ve sivil toplum örgütlerinin işlerinin temeli sürdürülebilirlik prensibine dayanmalı. Bu paydaşlar arası sağlıklı ve toplumsal sorunlara çözüm getirebilecek diyaloglar ve çözüm için birlikte uygulamalar aynı zamanda anahtar çalışmalar. Atık yönetimini örnek alırsak, atık kaynaklı sorunu STK’lar tespit edip dikkat çekebilir, belediye ya da kamu otoriteleri bu konuda tebliğ ve yönetmelikler yayınlayabilir, şirketler atıklarını azaltmak ya da planlı bertaraf için çözüm arayışlarında olabilir. Üniversite ise çözüm arayışlarında her zaman yenilikçi buluşlar sunabilir, arayış destekleri verebilir.
Sürdürülebilir kalkınma modelinin başarılı olabilmesi için küresel, ulusal ve yerel düzeyde ortaklıklar şart. Küresel çevresel bileşenleri, iklimi, ozon tabakasını, ekolojik yaşam çeşitliliğini korumak için birlikte hareket edemediğimiz takdirde, ulusal ve bölgesel kalkınmanın sürdürülebilirliği de söz konusu olmaz. Dünyadaki uygulamalarda, STK’lar tarafından temsil edilen sivil toplum, özel sektör, bilimsel kurumlar, yerel yönetim ve merkezi kamu kuruluşları; sektörel politikaların planlamalara entegre
edilmesi ve sürdürülebilir kalkınma stratejilerinin oluşturulmasında kilit rol oynar. Türkiye’de de bu yakın işbirliğinin gerçekleşmesi, çalışmaların eşgüdüm içinde sürdürülmesi zorunluluk.