Geçen Hafta Küresel Ekonomi Hakkında Ne Okudum & Ne Anladım
Tarafından 4 Nisan 2020
0
706 Görüntülemeler
Merhaba,
30 Mart – 03 Nisan haftası için Geçen Hafta Küresel Ekonomi Hakkında Ne Okudum & Ne Anladım aşağıda arz-ı endam ediyor ve bunları okurken de şunu dinlemeniz öneriliyor: https://youtu.be/QH3Fx41Jpl4 (Nina Simone – Sinnerman)
- The Economist’den “Devletin temellerini oluşturmak – Building up the pillars of state” (https://www.economist.com/briefing/2020/03/26/rich-countries-try-radical-economic-policies-to-counter-covid-19) adlı makale veya DEVLET: VATAN MI KAMU MU?; corono virüsü salgını sürecinde ve sonrasında devletlerin ekonomide değişen konumlarını konu alıyor.
- Makale; devletlerin normal krizlerdeki, amaçlarının serbest pazarı zayıflatmak değil korumak olduğu hatırlatması, ancak anormal sıfatını hak eden bu salgından sonra ekonomide son 500 yıllık insanlık tarihinde görülmemiş bir ağırlıkları olacağı öngörüsü ile başlıyor.
- Ülkelerin salgına kocaman bir parasal genişlemeyle cevap verdikleri; gelişmiş ekonomilerdeki merkez bankalarının faizleri 50 baz puan düşürdükleri, ABD Kongresi’nin 2008 krizindeki parasal genişlemenin iki katı büyüklüğünde bir genişlemeyi onayladığı, İngiltere-Fransa‘nın temerrütleri düşürmek için GSMH’larının %15’i kadar kredi garantisi verdikleri, ölçülülüğü/cimriliği ile meşhur Almanya’nın bile daha fazla para harcamaya başladığı ve hülasa verilecek destek/teşviklerin küresel GSMH’nın %2’sini aşacağı söyleniyor.
- Bunun sonucunda kamu harcamalarının artacağı, zaten 2019’da gelişmiş ekonomilerde GSMH’nın %38’ini oluşturan kamu harcamalarının bu yeni destek/teşviklerle rekor kırarak %40’ı geçeceği belirtiliyor. Devletin ekonomideki bu sayısal büyüklük artışına ilaveten politikacıların başarı kriterlerinin de niteliksel olarak değiştiği ve devletin ekonomi politikalarını oluşturması şekline dair bir devrim yaşandığı aktarılıyor.
- Avrupa Merkez Bankasının satılabilir her şeyi satın alarak piyasayı sınırsız paraya boğma sözü verdiği, bunun AB üyeleri arasındaki borçlanma maliyeti farklarını azaltacağı, aynı şekilde sınırsız para sözü veren ABD Merkez Bankası FED’in çıtayı daha da yukarı çıkararak doğrudan şirketlere ve tüketicilere para sağlayacağı ifade ediliyor.
- Normal krizlerde, her yıl zaten %8’i batan şirketlerin ve %10’u işsiz kalan insanların batması ve işsiz kalmalarına izin verildiği söyleniyor. Ama bu anormal krizde ABD-İngiltere-Fransa’nın ardı ardına kimsenin iflas etmesine ve işsiz kalmasına izin vermeyeceklerini açıkladıklarına dikkat çekiliyor. Gelişmiş ekonomilerin bu amaçlarla çok büyük fonlar oluşturdukları, AB’nin sağlık açısından güvenli bir şekilde çalışamayacak işçilerin ücretini ödemeye başladığı, süper liberal İngiltere’nin bile işçi ücretlerinin %80’ini ödediği ve ABD’nin de her muhtaç eve 1.200 dolarlık çek gönderdiği naklediliyor.
- Ekonominin ölmemesi için uyutulması metaforuyla nitelenen bu önlemlerin yapısal olarak geçici olduğu ve statükoya dönülmesi gerektiği, ancak salgının şu iki yeni olgu ile yeni bir statüko oluşturduğu belirtiliyor: (1) Ekonomi üzerindeki devlet kontrolünün çok büyük ölçüde artması ve (2) tercih edenlerin tercih etmeyenlerden daha güçlü olması nedeniyle ekonomi üzerindeki devlet kontrolünün geçici değil kalıcı olacak olması.
- 18 ve özellikle 19. yüzyıldan itibaren çoğu devlette kamu harcamalarının ve devletin ekonomideki payının arttığı, Reagan ve Thatcher dönemlerindeki büyük liberalleşme hamleleriyle ABD ve İngiltere’de özel sektörün ekonomideki payı kısmen artırılsa bile 1988-2018 arasında devletlerin %65’in de kamu harcamalarının GSMH içindeki payının arttığı, hülasa çölün genişleme ve devletin de büyümeye meyyal olduğu söyleniyor.
- Devletin sürekli daha çok büyümeye teşne olması; 19. yüzyıl Alman ekonomisti Adolph Wagner’in zenginleşen bireylerin devlet müdahalesini gerektiren düzenlemeleri ve kamu refahını daha çok talep etmeleri teorisiyle açıklanıyor. Ücretsiz eğitim ve işsizlik ücretinin başlangıçta geçici hizmetler olarak çıktığı ve kamu harcamalarının da bu yüzden geçici olarak artığı, ancak bu tip hizmetlerin kalıcılaşmasıyla kamu harcamalarındaki artışında geri döndürülemeyecek şekilde artmak zorunda kaldığı kaydediliyor.
- Değerlendirilen son 500 yıllık insanlık tarihinde devletin gücünü hiçbir şeyin krizler kadar artırmadığı, 1700’lerden beri kapitalist ülkelerde üretim kapasitenin devletlerin giderek daha büyük ve uzun süren savaşlar bulmasıyla arttığı, bu savaşlarla devletlerin daha fazla ve karmaşık üretim ve tedarik yapılarını yönetmeyi öğrendikleri, nihayetinde de düzenlenmiş pazarlar, verimli iletişim ve ulaşım altyapısı, sağlıklı ve eğitimli vatandaşlarla bildiğimiz kapitalizmi oluşturdukları anlatılıyor.
- Bu savaşları kazananların sanayilerini destekleyecek hammaddeleri ve pazarları da ele geçirdiği, tarihçilerin krizlerin ekonomik kalkınmanın motoru olduğu şeklindeki tespitlerinin doğru olduğu, ilk kapitalist devletler olan Hollanda ve ardından İngiltere’nin büyük deniz filolarına sahip olmalarının tesadüf olmadığı ve Sanayi Devrimini de Napolyon Savaşlarının mümkün kıldığı hatırlatılıyor.
- O tarihten bu yana devletlerin gücünün pekiştiği ve bunu savaşların mümkün kıldığı, örneğin 1914’de gelir vergisi diye bir şeyin olmadığı Fransa’da 1918’de bu oranın %50 olduğu, 1940’da 7 milyon gelir vergisi mükellefine sahip olan ABD’de bu sayının II. Dünya Savaşından sonra 42 milyona çıktığı ve Avrupalı devletlerin komünist devrimleri engellemek için beşikten mezara refah sloganlarıyla potansiyel devrimci nüfuslarına bir sürü kamu hizmeti ve altyapısı sundukları anlatılıyor.
- Bu kısa tarih anlatısından sonra corona salgını sonrası ne olacağı öngörülerine geçiliyor. Kamu harcamalarının artması ve gelirlerinin de kaçınılmaz olarak azalması sonucunda kamu borçlarının epey bir artacağı, bunun da ya vergilerin artırılması ya da vatandaşların devlete piyasa fiyatlarının altında borç vermeye zorlanması yollarından mülhem Finansal Baskı ile sonuçlanacağı ifade ediliyor.
- Merkez Bankalarının krize sınırsız parasal genişlemeyle cevap vermelerinin kendilerini sihirli para muslukları haline getirecek bir alışkanlık oluşturabileceği, yani politikacıların ekonomik büyüme ve düşük işsizlik dönemlerinde bile kamu borçlanmalarını desteklemek için merkez bankalarını faizleri sıfırlamaya ya da corona dışındaki gerçek ya da üretilmiş başka bir düşmana karşı da para basmaya zorlayabilecekleri söyleniyor.
- Corona virüsüne karşı devlet müdahalesinin başarılı olması, yani işleri ve gelirleri koruması durumunda toplumun talebiyle bu geçici halin kalıcılaşabileceği, mesela hem yaşlanan hem de salgın nedeniyle iyice korkan nüfusun sağlık gibi pahalı ve kârsız kamu hizmetlerine taleplerinin artabileceği, bunun sonucunda da devletin büyüyüp kamu harcamalarının artabileceği belirtiliyor.
- Salgın sonrasında hastalık taşıyabilirler gerekçesiyle göçmenlerin kabul edilmeyeceği, büyük şehirlerin küçülmesi için baskı oluşacağı ve anti-küreselleşmeyle devletlerin tuvalet kâğıdı ve tıbbi malzemeler gibi stratejik malları kendi ülkelerinde üretecekleri, ama en önemlisi devletin rolünün çok değişeceği söylenerek makale sona eriyor.
- Makalenin devletin büyüyeceği öngörüsü; devletin hem vatan hem de kamu anlamına gelmesi ve ardından içsesin “vatandır, vatan” telkini ile kulağa önce hoş geliyor. Ama neden sonra “ya kamu ise” şüphesi insanın içini kemiriyor ve bütün cesametiyle hayatımızın her alanını kolaylaştıracak-koruyacak-güdecek bir devlet korkutucu bir heyula olarak karşımıza çıkıyor. Neyin olacağı ve olmayacağını ise hemen her şeyde olduğu gibi ne kadar konfora/kolaya veya ne kadar sorumluluğa/zora talip olduğumuz belirleyecek gibi görünüyor. Nihayetinde rahatlıkları bir yerine batmayanlar beşikten mezara garantili hayatlara, insan olarak sınanmaya inananlar ise hayır ve şerrin tek bir kaynaktan geldiğine inanıyorlar.
- Project Syndicate’den “COVID-19 Dünyayı Baştan mı Kuracak? – Will COVID-19 Remake the World?” (https://www.project-syndicate.org/commentary/will-covid19-remake-the-world-by-dani-rodrik-2020-04) adlı makale veya DEĞİŞEN TEK ŞEY DEĞİŞMEDİĞİMİZİ FARK ETMEMİZ; corono virüsü salgını sonrası dünyanın değişmek bir yana çok daha muhafazakâr bir hale dönüşeceğini güçlü bir şekilde iddia ediyor.
- Makale; corona salgınının beklenen bir kriz olduğunu belirterek başlıyor. Nitekim Dünya Sağlık Örgütünün 2005 yılından beri salgından kaynaklanabilecek muhtemel krizlere karşı çalıştığını, 2016’da da düşük gelirli ülkelere yardım etmek için Salgınlarda Acil Finansman Tesisi adında bir yapıyı kurduğunu ve Trump Yönetiminin de bu salgının beklenen bir kriz olduğunu gayet iyi bildiğini vurguluyor.
- Trump’ın haftalar boyunca krizi önemsizleştirmeye çalıştığı, yumurta kapıya dayanınca da hem tıbbi malzeme hem de tesis açısından ABD’nin yetersizliğinin ortaya çıktığı ve Trump’ın bunlara rağmen elindeki zorlayıcı araçları kullanmaktan imtina ederek sınırlı tıbbi malzeme için hastaneleri ve kamu yetkililerini serbest piyasada rekabet etmeye terk ettiği anlatılıyor.
- Test kitleri ve sosyal izolasyonun sağlanması hususunda Avrupa’nın da pek becerikli olmadığı, İtalya, İspanya, Fransa ve Birleşik Krallık’ın çok yüksek bedeller ödediği (ve ödemeye devam ettiği), sadece Güney Kore, Singapur ve Hong Kong gibi bazı Doğu Asya ülkelerinin test, izleme ve katı karantina politikalarıyla salgını kontrol altına aldıkları veya şimdilik öyle göründükleri kaydediliyor.
- Salgın sürecinde aynı ülkenin farklı bölgelerinde performans farklarının oluştuğu, salgınla mücadele sürecini mesela İtalya’da Veneto’nun komşusu Lombardiya’dan ve ABD’de de Kentucky’nin komşusu Tennessee’den daha iyi yönettiği aktarılıyor.
- Salgının farklı ülkelerde yönetişimin tarzlarına uygun bir biçimde yönetildiği, ABD’de Trump ve Brezilya’da Bolsonaro’nun kriz yönetimlerinin yetersiz-yanıltıcı-küçümseyici, oysa kamu güvenini hala koruyan Güney Kore, Singapur ve Tayvan’da kriz yönetimlerinin etkin olduğu, Çin’de salgın kontrol altına alınan kadar tüm enformasyonun baskılandığı, Türkmenistan’da corona virüs ifadesinin ve maske kullanımının bile yasaklandığı, Macaristan’da da Orbán’ın salgını, coronaya karşı acil yetkiler aldıktan sonra parlamentoyu feshetmek için kullandığı belirtiliyor.
- Hülasa devletlerin ve de aslında herkesin salgınla kendi orijinal meşreplerini bir şekilde doğrulama, gönüllerince ifade etme ve hatta belirginleştirme imkânı buldukları, dolayısıyla salgının dünyayı dönüştürmekten ziyade mevcut olanı daha da derinleştirmeye yaradığı ve yarayacağı söyleniyor. Bu süreç; ekonomide daha fazla veya daha az devlet etkisi ve kamu payı isteyenlerin, daha fazla küresel yönetişim veya daha güçlü ulusal hükümet arayanların, daha otokrat veya liberallerin, yani herkesin veya herkesin kendince haklı çıkacağı ve türlü taraflar açısından pek bir şeyin değişmeyeceği bir süreç olarak tasvir ediliyor.
- Sonuçta da neo-liberalizmin ölmeye, popülist otokratların daha popüler & otokrat olmaya, ulus devletlerin güçlenmeye, hiper-küreselcilerin görüşlerini savunmaya, Çin-ABD çatışmasının sürmeye, oligarşiler, otoriter popülistler ve liberal enternasyonalistler ile ulus devletler arasındaki savaşların yoğunlaşmaya, sol çevrelerin ise programlar tasarlamaya devam edeceği söylenerek makale nihayete erdiriliyor.
- Salgın ertesinde dünyanın yapısal olarak değişeceği kabulüyle bizi umutlandıran/yıldıran türlü görüşün aksine makale; insan malzemesi değişmediği için hiçbir şeyin değişmeyeceğini, sadece olmakta olanın daha da hızlanıp belirginleşeceğini söylüyor. Türlü değer sistemleri/çıkar grupları arasında farklı yoğunluklarda zaten süren anlaşmazlık ve çatışmaların; türlü medeni görünme zorunluluklarından kurtulup gerçekte olduğu gibi görünmesi ise Ülkemiz gibi içi-dışı pek farklı olmayanların işine yarayacak, başkalarının maskelerini-doktorlarını-paralarını çalan diğerlerinin ise fesini düşürüp kellerini meydana çıkaracak gibi görünüyor. Bir de pek afili “değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” sloganına karşı “değişen tek şey değişmediğimizi daha çok fark etmemizdir” sloganı arz-ı endam ediyor.
- Voxeu’dan “Daha gençseniz ve küçük bir firmada çalışıyorsanız büyük ücret kesintilerine hazırlanın – Prepare for large wage cuts if you are younger and work in a small firm” https://voxeu.org/article/prepare-large-wage-cuts-if-you-are-younger-and-work-small-firm) adlı makale veya VİRÜS & GELİR EŞİTSİZLİĞİ; corono virüsü salgının ücret gelirlerine olumsuz etkisi konusunda yapılmış kantitatif bir çalışmayı içeriyor.
- Makale; ABD ve Avrupa’daki 2020 ikinci çeyrekteki GSMH küçülmesinin %10 (dolayısıyla yıllık %40) olduğu verisinden hareketle, corona salgının 1929 Büyük Buhranından beri yaşanan en büyük ekonomik kriz olduğu tespitiyle başlıyor. Çalışanların GSMH’deki değişimi ücretleri üzerinden gördükleri belirtilerek krizin ücretler üzerindeki olası etkilerinin analiz edilmesinin ve riski en yüksek çalışan gruplarının belirlenmesi gerektiği ifade ediliyor. Ardından da bu analize geçiliyor
- İngiltere’de 1975-2016 arası 400 binden fazla çalışana ait 3 milyon ücret verisi ile GSMH arasındaki etkileşimin analizinde; GSMH’de yıllık %10’luk bir düşüşün hangi tür çalışanları nasıl etkileyeceği araştırılıyor. Reel ücretlerin ortalama %3,5 düşeceği, ancak bu düşüşün farklı çalışan gruplarında farklı tezahür edeceği söyleniyor.
- Modele göre; yaşlı çalışanlardan daha yüksek ücret artışı alan genç çalışanların ücret azalışlarından da daha fazla etkileneceği, 45-55 arası yaşlıların reel ücret kaybı %3 olurken gençlerin kaybının %3,8 olacağı ve daha da önemlisi en genç çalışanların uzun bir süre iş bulamayacağı öngörülüyor.
- Yine modele göre; çalışan sayısı dışında çalışan firma büyüklüğünün de ücret kaybı üzerinde etkili olacağı, nakde daha kolay ulaşan ve ücretleri görece yüksek büyük firmalarda çalışanlara nazaran küçük firmalarda çalışanlarda ücret kayıplarının daha çok olacağı, iki uç değer olarak büyük bir firmadaki yaşlı bir çalışanın ücret kaybı %1,4 olurken küçük bir firmadaki genç çalışanın kaybının %6,7’ye ulaşacağı öngörülüyor.
- Cinsiyetler arasındaki farkın da çalışıldığı modele göre; kadınların kamu veya gıda sektörü gibi GSYİH dalgalanmalarından daha az etkilenen sektörlerde çalışma ihtimallerinin daha yüksek olduğu, sonuçta krizlerde kadınlar için ücretlerin %2,2, oysa erkekler için %4,6 düşebileceği, ama mevcut krizde kadınların da hizmet sektörlerinde yer almasından ve okula gidemeyen çocukların sorumluluğunu daha fazla üstlenmelerinden dolayı ücret düşüşü farkının daha az olabileceği öngörülüyor.
- Öngörülerin İngiltere ve ABD için geçerli olduğu ve geçmiş verilere dayandığı, mevcut parasal & mali genişleme politikalarının ve ayrıca serbest meslek sahiplerinin gelirlerinin tamamen ortadan kalkması gibi nevzuhur bir durumun etkilerinin henüz bilinmediği belirtiliyor. Nihayetinde de corona virüsü ile başlayan ekonomik krizin büyük ve uzun sürecek bir gelir eşitsizliği oluşturabileceği söyleniyor.
- Ücretli çalışanların kriz zamanlarındaki muhtemel gelir kaybını araştıran bu analiz gibi çalışmalar, destek-teşvik mekanizmalarının kurgulanmasında devletlere fikir vermelerinden dolayı önem arz ediyor. Dolayısıyla, corona virüs salgının küresel ölçekte derinleşmesi veya salgının uzun vadede kontrol altına alınabilmesi şeklindeki kötümser senaryolar kapsamında arz-talebin nasıl destekleneceği ve ihracatın nerelere-nasıl mümkün olacağı konusunda yapılacak analizler de; yapısal muhafazakâr, yani “herkesi ellerini yıkayıp hiçbir şey yapmadan evlerinde oturmaya zorlayan” sağlık politikalarına karşı ekonomi çarkının nasıl döneceği sorusuna bazı cevaplar vadediyor. Bu tespitten sonra da insan sağına-soluna bakıp bu tip çalışmaların bir yağmur gibi üstüne yağmasını bekliyor, amma velakin şemsiyesini boşuna taşımış oluyor.
- The Economist’den “Koronopticon’u Oluşturmak (Opticon: Beynin Optik Lobunun Genişlemesi) – Creating the coronopticon” (https://www.economist.com/briefing/2020/03/26/countries-are-using-apps-and-data-networks-to-keep-tabs-on-the-pandemic) adlı makale veya BÜYÜK BİRADER HER ŞEYİ İZLİYOR, SALGINI DA; corono virüsü salgını ile gelişen veya ortaya çıkan izleme teknolojilerini ve sonumuzu konu alıyor.
- Makale; Çin’de karantinadan çıkanların WhatsApp ve Facebook’un “arkadaşlarınızla canlı konum paylaşma fonksiyonu” ile sürekli takip edilmesi üzerinden Çin, Güney Kore, Hong Kong, Singapur ve Tayvan’ın salgının yayılımını kontrol altında tutmak için teknolojiyi nasıl yoğun bir şekilde kullandıklarını belirterek başlıyor.
- 2,5 milyarlık nüfusuyla bölgede salgının kontrol altına alınmasından sonra da enfekte olup iyileşmiş ve enfekte olmamış kişilerin, yani herkesin izlenmesi için teknoloji kullanımının devam edeceği söyleniyor. Ardından teknolojinin 3 tip kullanım alanından bahsediliyor: (1) Enfekte olmuş ve olmamış insanların nerede olduklarının izlenmesi. (2) Hastalığın yayılım şeklini açıklayan ve dolayısıyla tahmin eden modeller için büyük veri derleme ve (3) enfekte olmuş insanlarla temas etmiş insanların takibi.
- Bu 4,5 (Hong Kong buçuk ediyor) ülkenin insanların karantina bölgesinden ayrılmaması için bu teknolojiyi kullandıkları, ayrıca Alipay ve WeChat gibi özel sektör oyuncularının da verilere ulaşmasına izin vererek enfekte insanların haritadaki yerlerini gösteren uygulamalar geliştirdikleri söyleniyor.
- Kimin anlık olarak nerede olduğu bilgisini içeren bu büyük verinin bütün dünyada şirketler ve hükümetler tarafından toplandığı ve çok farklı amaçlarla kullanıldığı, yasalara aykırı olsa bile kişisel verilerin kuvvetle muhtemel hükümetlere aktarıldığı ve büyük teknoloji devlerinin de hükümetlerle işbirliği içinde olduğu kaydediliyor. Aralarında Almanya ve İngiltere’nin de olduğu birçok hükümetlin ellerindeki büyük veriyi, kişi bilgilerini anonimleştirerek özel sektör kuruluşlarına kullandırdığı belirtiliyor.
- Aynı verilerin insan etkileşimlerini ve salgının yayılmasına etkilerini ortaya koyma amaçlı analizlerde de kullanıldığı, bu analizlerin salgının uzaması durumunda ekonomiyi işler durumda tutmaya (ve dağıtık üretim yapılarının oluşturulmasına) yardımcı olacağı söyleniyor. Zaten -kimse açıkça söylemese de- olup bitenin, terörle mücadele için gayet yoğun bir şekilde kullanılan izleme teknolojilerinin bu sefer de halk sağlığı için kullanılması olduğu ifade ediliyor.
- Hükümetlerin izleme teknolojilerini izledikleri kişileri/şeyleri “uyandırmamak” için gizli tuttukları, kişi mahremiyeti ile toplum güvenliği/sağlığı arasında kaldıklarında hep ikincisini tercih ettikleri söyleniyor.
- Teorik olarak bu teknolojilerle Corona salgınında enfekte olmuş kişilerin temas ettikleri herkesi bulma ve uyarma imkânının olduğu, ama hem internet kapasitesini çok aşacağı için hem de dünyanın yarısında hala internet olmadığı için bu çözümün pratikte işe yaramayacağı belirtiliyor. Bu teknolojilerin maskeler ve ventilatörler üreten tıbbi tedarik zincirlerinin optimizasyonu gibi işlerde kullanılmasının daha makul olacağı belirtiliyor.
- Google ve Facebook’un tıbbi amaçlar için gerekli güvenilir ve detaylı veri ihtiyacını karşılayamayacaklarını söyledikleri, ama aslında bu verileri ne kadar etkin bir şekilde topladıklarının anlaşılmasını istemiyor gibi göründükleri ifade ediliyor. Hükümetlerin de bu konuda daha gelişkin/insanı kafesleyen uygulamalar ürettikleri, mesela Singapur’un bluetooth ile çalışan ve kişiler birbirlerine fazla yaklaşırsa uyarı veren sosyal mesafeleme uygulaması TraceTogether’ı hayata geçirdiği ve bunun da nüfusun %13’ü tarafından kullanıldığı aktarılıyor. Benzer şekilde İsrail’in de enfekte kişilerin diğerleriyle temasını izleyen MyHealth adında bir uygulamayı vatandaşlarına sunduğu, toplamda bu tip uygulamaların türlü şekillerle insanların izlenmesi için kullanılabileceği söyleniyor.
- Hükümetlerin toplum sağlığını izleme işini küresel seviyeye çıkarmak için ortak protokoller ve veri desenleri konusunda çalışmalarının gerektiği, mevcut durumda salgını öne sürerek geliştirdikleri bu izleme becerilerini başka alanlarda da kullanmayı planladıkları/kullandıkları ifade ediliyor. Sonuçta da -güce sahip olan bu durumu sürdürmeyi ve artırmayı ister üzerinden- potansiyel bir Büyük Biraderi büyümeden ezmek için bu sistemlerin sürekli göz önünde bulundurulması salık veriliyor.
- Makale; bunca detayın sonunda “Büyük Birader beni-seni-onu ve bizi-sizi-onları sürekli izliyor ve gerek görürse ödüllendiriyor/cezalandırıyor” dünyasına hoş geldiniz diyor ve bize de –aklımızı yapay başlar yerine kendi başımıza toplamazsak- özgür düşünen son kuşak olacağımız şeklindeki tahminlerden endişelenmek düşüyor.
Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu Üyesi Dr. Hakan Yurdakul