Geçen Hafta Küresel Ekonomi Hakkında Ne Okudum & Ne Anladım (06 – 10 Nisan 2020)
Tarafından 20 Nisan 2020
0
903 Görüntülemeler
06 – 10 Nisan haftası için Geçen Hafta Küresel Ekonomi Hakkında Ne Okudum & Ne Anladım aşağıda arz-ı endam ediyor ve bunları okurken de şunu dinlemeniz öneriliyor: https://youtu.be/lwSdV3OG6Ks (Adamlar – Utanmazsan Unutmam)
- The Economist’den “Sıkı ama fakir – Stringent but stingy” (https://www.economist.com/finance-and-economics/2020/04/04/emerging-market-lockdowns-match-rich-world-ones-the-handouts-do-not) adlı makale veya AH BİR ZENGİN OLSAM; gelişmekte olan ekonomilerin corona salgınından kaynaklı ekonomik krize güçlü bir şekilde karşılık verme isteklerini ve ama paralarının bu işe yetememesini konu alıyor..
- Makale; önce 2008 küresel krizinin başıboş paranın sermaye piyasalarını ve göçmen işçilerin de memleketlerini terk etmesiyle sonuçlandığını hatırlatıyor. Ardından da corono salgının da benzer şeylere yol açtığını, yabancıların Mart ayında gelişmekte olan ekonomilerden 83 milyar dolarlık hisse senedi ve tahvil aldıklarını ve diğer ülkelere gitmek isteyen işçilerin ise virüsün yayılımını önlemeye çalışan hükümetler tarafından engellendiğini ifade ederek başlıyor.
- Makalenin yayın tarihi itibarı ile en az 27 gelişmekte olan ekonominin sokağa çıkma yasağı uygulamaya başladığı, ekonomisinin böyle bir yasağı kaldıramayacağını söyleyen Pakistan’ın dahi yasak taraftarı haline geldiği, keza bu ülkelerin temel mal ve hizmetlerle ilgili kısıtlamaları kaldırdığı aktarılıyor. Üretim tarafında bazı sektörlerin ciddi üretim engellerine maruz kaldığı veya kalacağı, bazılarının da zaten çalışacak işçi bulamadıkları için üretimlerini durdurdukları anlatılıyor.
- Mevcut krizin sadece mali değil fiziksel kısıtlamalar da getirmesiyle öncekilerden çok farklı olduğu, Latin Amerika’nın İkinci Dünya Savaşından bu yana en kötü daralmayı yaşadığı, ekonominin gidişatının karantinanın süresine bağlı olduğu dünyada mesela %60’ının Nisan sonuna kadar karantinada kalması durumunda Hindistan’ın %10 küçüleceği ifade ediliyor. Hülasa gelişmekte olan ekonomilerin en az gelişmiş olanlar kadar, hatta daha fazla bu krizden etkilendikleri ve etkilenecekleri vurgulanıyor.
- Gelişmekte olan ekonomiler arasından Malezya’nın GSMH’nın %16’sı kadar, Hindistan’ın 23 milyar dolarlık ve Güney Afrika’nın da yine GSMH’nın %8’i kadar bir destek paketi açıkladıkları, bunun kamu borçlarını artıracağı, mesela Güney Afrika’nın kamu borçları/GSMH oranını %69’dan %93’e çıkaracağı belirtiliyor. Bu ekonomilerde merkez bankalarının da piyasadan ya da doğrudan Hazine’den devlet tahvilleri alarak parasal genişlemeyle sürece dâhil oldukları aktarılıyor.
- Ekonomilerini çok güçlü bir şekilde destekleme niyetlerine rağmen hiçbir gelişmiş ekonominin döviz kurlarını görmezden gelemeyeceği, hemen tümünde kamunun ciddi döviz borçlanması içinde olduğu ve yabancıların yerel para cinsinden olan borçlarda da ciddi bir payı olduğu söyleniyor.
- Ardından Morgan Stanley’in yurtdışındaki işçilerden gelen gelirlerin %25 azalması, turizm ve seyahat gelirlerinin ortadan kalkması ve yabancıların da ellerindeki hisse & tahvillerin üçte birini satmaları senaryosunda durumunda gelişmekte olan ekonomilere ne olacağını öngören analizine yer veriliyor. Özetle bu analiz; gelişmekte olan ekonomilerin büyük bir kısmının rezervlerinin yetersiz kalacağını ve çok yüksek maliyetlerle dış borçlanmaya gitmek zorunda kalacaklarını söylüyor.
- Bu durumdaki bazı gelişmiş ekonomilerin IMF’nin kapısını çalacakları, bazılarının da mali kısıtlamalara başvuracakları söyleniyor. Nitekim BM Ticaret ve Kalkınma Konferans’ına (UNCTAD) ait 30 Mart tarihli bir raporda da bazı ülkelerin dış sermaye hareketlerinden kaynaklanan dalgalanmayı azaltmak için sermaye kontrollerine gitmesi gerektiğinin belirtildiği ve zaten bazılarının da bu amaçla ülkelerarası işçi hareketlerini yasakladıkları aktarılarak makale bitiriliyor.
- Makale, modern zaman krizlerinin sonuçlarını başıboş-kuralsız-ahlaksız sermayenin durmadan semirmesi ve başıbozuk-kimsesiz-sahipsiz işgücünün de durmadan yenilmesi şeklinde sıralıyor. Bunu da bir sorundan ziyade bir gerçeklik olarak zikrediyor. Böyle bir gerçeklik tasavvurunda; gelişmekte olan ekonomilerin rezerv para sahibi olmamalarından dolayı parasal genişlemeyi ABD ve AB kadar gönüllerince yapamayacak, rezervlerinin azalmasıyla mecbur ütülecekleri dış borçlanmaya gidecek ve ucuzlamış varlıklarını üç otuz dolara/avroya yabancılara satacak olmaları da üzücü, ama kaçınılmaz ve normal oluyor. Bunları, sermaye ve işgücünün serbest dolaşımının sınırlandırılması önerisi/uygulaması ile birleştirince de küreselleşme, en azından gelişmekte olan ekonomiler için uzun bir süre out oluyor.
- Voxeu’dan “Hepsi bir arada, ama farklılıklar ile: Avrupa hanehalklarının salgın sürecinde finanse edilmesi – All in it together, but with differences: The finances of European households through the pandemic” (https://voxeu.org/article/finances-european-households-through-pandemic) adlı makale veya AVRUPALI MI DEĞİL Mİ YERİNE ZENGİN Mİ FAKİR Mİ; corono virüsü salgını sürecinde maddi yardıma ihtiyaç duyan Avrupa hanehalkı nüfusunun buradan görüldüğü kadar az olmadığını gösteriyor.
- Makale; AB’deki toplumsal izolasyonda hanahalklarının desteklenmesi ve bu desteğin ekonomiye etkisinin ölçülmesi için yardım edilecek yoksulluğun tanımlanabilmesine dair bir analizi amaçlıyor ve bu analiz de izolasyonun 3 ay süreceğini varsayıyor.
- Toplumsal izolasyon döneminde maddi yardım yapılması gereken gelir yetersizliği tipi yoksulluğun tanımlanması için Avrupa Komisyonu’nun Avrupa 2020 Strateji Belgesindeki “tek kullanımlık gelirleri ulusal medyanın% 60’ının altına düşen hanehalkları için yoksulluk riski vardır” tanımı kullanılıyor. Bu hanelerin gelirlerinin toplumsal izolasyon döneminde teorik olarak çok düşebileceği söyleniyor.
- Ancak herkes gibi bu hanelerin de gelir kayıplarını telafi etmek için -varsa- finansal birikimlerinden yararlanabilecekleri, dolayısıyla analizde kimlere yardım edilmesi gerektiği ve bunun ekonomiye getireceği yük hesaplanırken gelir yetersizliği& birikim yetersizliğini birlikte içeren bir yoksulluk tanımına ihtiyaç duyulduğu anlatılıyor.
- Gelir yetersizliği tipi yoksulluk ve birikim yetersizliği tipi yoksulluk arasında %80 gibi yüksek bir korelasyon olduğu, ancak bu iki farklı yoksulluğun ülke nüfusundaki paylarında AB ülkeleri arasında ciddi farklar olduğu belirtiliyor. AB üyelerinde gelir yetersizliği tipi yoksul nüfusun ülke nüfusları içindeki payının %15-30 arasında değiştiği yani oldukça homojen olduğu, ancak birikim yetersizliği tipi yoksul nüfusun payının %20-90 gibi oldukça geniş bir aralıkta dolaştığı, yani AB ülkeleri arasında çok ciddi bir finansal birikim eşitsizliği/farkı olduğu vurgulanıyor.
- Ardından analizde AB üyeleri bazında birikim yetersizliği hesaplamasına geçiliyor ve birikimler hesaplarken sadece mevduat, hisse senedi, bono gibi likit varlıklar kullanılıyor. AB’de gelir yetersizliği tipi yoksul nüfusun yaklaşık %80’inin aynı zamanda birikim yetersizliği tipi yoksul ve birikim yetersizliği tipi yoksul olan nüfusun da yaklaşık %30-40’ının aynı zamanda gelir yetersizliği tipi yoksul oldukları hesaplanıyor. Bu hesaplamada İtalya ve İspanya’nın en kötü durumda olan ülkeler olduğu, bunları Fransa ve Almanya’nın izlediği ve bu 4 ülkede nüfusun yaklaşık yarısının birikim yetersizliği tipi yoksul oldukları belirtiliyor. Genel olarak Malta, Avusturya ve Hollanda dışında tüm AB üyelerinde birikim yetersizliği tipi yoksul olan nüfusun hayli kalabalık olduğuna dikkat çekiliyor.
- Ardından birikim yetersizliği tipi yoksul olan nüfusun daha ziyade hangi tip bireylerden oluştuğuna bakılıyor. Bunların; (1) emekliler ve süresiz sözleşmeyle çalışanlardan ziyade işsizlik sigortalarından yararlanamayan serbest meslek sahipleri ve süreli sözleşmeyle çalışanlar ile (2) geri ödemeleri ötelenebilen konut kredisiyle aldıkları kendi evlerinde oturanlardan ziyade kiralık evlerde oturanlardan müteşekkil olduğu söyleniyor. Sonra serbest meslek sahibi ve işsizlerin ülke nüfuslarına oranlarının İspanya’da %25, İtalya’da %17 ve Almanya’da %13 olduğu belirtiliyor. Ancak ev sahipliği oranlarının ülkeler arasında farklı olması nedeniyle birikim yetersizliği tipi yoksulluk oranlarının bunlardan farklı olduğu (yani ev sahibi olanların o kadar da yoksul olmadıkları), kiralık evde oturanların toplam nüfusa oranının Almanya’da %33, İtalya’da < %20 ve İspanya’da da %13 olduğu belirtiliyor.
- Gelir yetersizliği tipi yoksullukta hanehalkının toplam gelirleri içinde süresiz sözleşmeden gelen gelirlerin –yani maaşın- payı hususunda da AB üyeleri arasında ciddi farklar olduğu ifade ediliyor. Fransa, Almanya ve İspanya’da birikim yetersizliği tipi yoksul olanların gelirlerinin %10-15’lük kısmının izolasyondan daha az etkilenen süresiz sözleşmeli işlerden geldiği, ama İtalya’da bu oranın sadece %5’de kaldığı söyleniyor. Fransa ve Almanya’da tüm hanehalkı gelirlerinin %85’inin izolasyondan etkilenen işlerden geldiği, aynı oranın İtalya’da %70 ve İspanya’da ise %68 olduğu ifade ediliyor. Bir başka deyişle bu iki verinin en başarısızlar kesişim kümesinde yer alan İtalya’da hem daha fazla süresiz sözleşmeli (potansiyel olarak daha az verimli) çalışanın olduğu, hem de birikim yetersizliği tipi yoksul olanların diğer ülkelere kıyasla daha az sayıda süresiz sözleşmeli (finansal açıdan daha korunaklı) işe sahip oldukları söyleniyor.
- Sonuç olarak AB üyelerinde toplumsal izolasyondan ekonomik olarak hakikaten etkilenecek büyük bir nüfus olduğu, bunların finansal birikimleri açısından 3 aylık bir izolasyonu finanse edemeyecekleri ve bunlara hanehalkı desteği sağlanması ihtiyacının tüm Avrupa’da açık bir şekilde hissedileceği belirtiliyor.
- Okuması da özetlemesi de meşakkatli olan makale öncelikle; rezerv para birimine sahip ve dahi müreffeh-havalı-çağdaş AB’nin bir vatandaşı olmanın, salgını önleme amaçlı izolasyonun olumsuz ekonomik etkilerinden otomatik falan korumadığını bir güzel anlatıyor. Ardından da hem her bir AB üyesinde gelir veya birikim yetersizliği çeken büyük bir yoksul ve desteğe muhtaç nüfusun olduğunu, yani üye ülkelerin kendi içlerinde süper eşitlikçi falan olmadığını hem de bu yoksulların ülke nüfuslarına paylarında üye ülkeler arasında kocaman farklar olduğunu, yani AB’nin bazı üyelerinin çok daha eşit olduğunu söylüyor. “Maaşı-sigortası-evi” olanlar şeklindeki krizden en az etkilenecek nüfus tarifi ise modern zaman hastalığı garanti hayat/ölümsüz köy bulma işini akla getiriyor. Bu da rızık korkusunun insanları nasıl verimsiz-ezik-katma değersiz işlere razı ettiğini ve bu işlerden bolca üretebilen türlü büyük biraderlerin nasıl meşrulaştığını açıklıyor. Ama Allah’tan insan ne yağmurun ne zaman yağacağını, ne rızkının nereden geleceği ve ne de ne zaman öleceğini tam olarak bilemiyor da gerçek hayat mümkün, kalan her şey de yalan oluyor.
- The Economist’den “Acımasız bir hesaplama – A grim calculus” (https://www.economist.com/leaders/2020/04/02/covid-19-presents-stark-choices-between-life-death-and-the-economy) adlı makale veya ÖLÜM NE YANA DÜŞER USTA?; corono virüsü salgını sürecinde devletlerin insan hayatı ile para arasındaki zor tercihleri nasıl yönettiklerini ve yönetebileceklerini konu alıyor.
- Makale; iki hasta ve sadece bir ventilatörün olduğu veya ekonominin mi yoksa insanlarını mı öleceği bir tercih zorunluluğu/ödünleşme vakıası üzerinden – New York Valisi Cuomo’nun insan hayatlarına bedel biçilemeyeceğini sözüne hilafına – insan sağlığı da dâhil olmak üzere her şeyin parayla ölçülebileceğini ve siyasi karar alıcıların da salgın devam ederse ödünleşme için bir mekanizmaya ihtiyaç duyacaklarını söyleyerek konuya giriyor.
- Hindistan’dan Rusya’ya, ABD’den Çin’e tüm ülkelerin virüs salgınını kısa sürede kontrol altına alma hesabıyla ciddi kararları uygulama başladıkları, ama buralardaki ekonomi-politika-toplum sağlığı arasındaki ödünleşmelerin hepsinin mantıklı olmadığı söyleniyor. Hindistan’ın hıza öncelik verdiği, ama göçmen işçilerine ne olacağını öngörmediği ve yaşamak için çalışmak zorunda kalanları besleyecek bir bütçe ayıramadığı için karantinayı sürdürmesinin çok zor olduğu ve yine ama karantinayı kaldırırsa da salgının yine başlayacağı anlatılıyor. Singapur ve Tayvan’da işe yarayan açık ve güvenilir iletişimin Putin Rusya’sına uygun olmadığı, Batı’ya karşı dik kuyruklu propagandanın sürdürülmesi ve siyaseten zarar görülmemesi için Rusya’daki ödünleşmenin –toplumun işine yaramasa da- salgını engellemekten ziyade toplum sağlığı bilgilerinin kamuoyundan saklanmasından geçtiği belirtiliyor. ABD’de Başkan Trump’ın iki hafta boyunca toplum sağlığı ve ekonomi arasındaki ödünleşmede ekonomiyi tercih ettiği, ama baskılar neticesinde geri adım atıp Hindistan gibi ekonomiyi kapatmak ve Hindistan’dan zengin olduğu için çalışanlara ciddi parasal destek sağlamak zorunda kaldığı belirtiliyor. Trump’ın ilk tercihinin hesaplama hatasından falan değil, ödünleşme hesabında ekonominin kapatılması maliyetinin insan kaybetme maliyetinden yüksek görülmesinden kaynaklandığı vurgulanıyor. Çin’deki ödünleşmede ise karantinanın, yabancı işletmelerin çalışamaması pahasına güçlü bir şekilde uygulanabildiği ifade ediliyor.
- Bu ülke örneklerinin ardından ekonomi ya da toplum sağlığını desteklemenin alternatif maliyetlerinin olduğu, dolayısıyla (1) ilk olarak en makul tercihin yapılmasını sağlayacak bir formüle ihtiyaç duyulduğu, formülde de maddi unsurların dışında insan hayatı-işlerin korunması-sosyal ve ahlaki değerler gibi unsurların da dikkate alınmasının gerektiği söyleniyor. Karar vericilerin sorumluluklarını hakkıyla yerine getirebilmeleri için –ne kadar çok kazanacağınızdan ziyade ne kadar az kaybedeceğinizi ölçmeniz gereken bu mücadelede- neyi ne pahasını yaptıklarını bilmeleri gerektiği vurgulanıyor. Kararlı olmanın kalpsiz demek olmadığı üzerinden (2) ikinci olarak yapılması gerekenin; kaybeden taraflara, yani işini kaybedenlere, okullarından yemek alamayan çocuklara, salgın sonrası ekonominin toparlanması sürecinde daha fazla yük taşıyacak gençlere yardım edilmesi olduğu belirtiliyor. Üçüncü (3) gerekliliğin ise fayda-maliyet üzerinden ülkelerin; salgının yeniden hortlaması ihtimaline karşı sağlık sistemlerini ve altyapılarına güçlendirmeleri, hastalığın tedavisi için aşılar-ilaçlar-yolların araştırılmasına daha fazla kaynak ayırmaları ve böylece ekonominin tekrar işlemesi maliyetlerini düşürmeleri olduğu ifade ediliyor.
- Sonuçta; yapılan her şeye rağmen salgının durdurulamayabileceği, çoğu ülkenin yaz aylarında iki haneli küçülmeler yaşayacağı ve ABD ile AB’nin de GSMH’larının üçte birini kaybedecekleri bir dünyada izolasyonun faydasının maliyetinden daha ağır olabileceği, yani daha çok insan kaybı yaşansa da ekonomilerin karantinadan çıkarılıp işlemeye başlatılabilecekleri, yine de böyle bir ödünleşmeye şimdilik kimsenin razı görünmediği söyleniyor.
- Daha az insan mı kaybedelim yoksa ekonomiyi mi çalıştırmaya başlayalım ödünleşmesinde gelinen ve gelinecek noktayı özetleyen makale; dünyadaki her şeyi de fayda-maliyet üzerinden değerlendirme iddiası taşıyor. “Şu olursa bu olur ve şu olursa da bu” şeklinde sözde dinamik ve ama dört işlemin her şeyi çözeceği inancıyla hayli statik olan bu ödünleşme; ne tevekkül denen pratiği ne de buna dayanan tembel-korkak-hayalperest olmayan insan olmanın gereği iyimserliği formüllerine yansıtamıyor. Oysa salgına karşı İbn-i Sina’nın elleri yıkayıp evde oturmak dışında mutlu olmayı da tavsiye ettiği ve mutlu olmanın -makine değilseniz- sadece dört işlemle mümkün olmadığı biliniyor.
- Project Syndicate’den “Küresel Halk Sağlığı Çok Taraflılığı Nasıl Canlandırabilir? – How Global Public Health Could Revive Multilateralism” (https://www.project-syndicate.org/commentary/how-covid19-threat-can-revive-multilateralism-by-arancha-gonzalez-2020-04) adlı makale veya HAYAT BAYRAM OLSA; corona virüsü salgınından alınan derslerle AB’nin küresel ölçekte toplumsal sağlığı koruyacak ve daha nice küresel belayı defedecek bir modelin kurulmasına nasıl öncülük edebileceği anlatılıyor.
- Bir İspanyol yazarın kaleminden çıkmış makale; salgın gibi küresel krizleri çözmek için uluslararası işbirliğinin en etkin yol olduğu tespitiyle başlıyor ve corona salgını ile mücadele sürecini buradan değerlendiriyor. Ardından salgının İspanya’ya verdiği büyük tahribat ve Avrupa’da pek yardımlaşma olmaması falan üzerinden hükümetlerin birincil sorumluluklarının kendi vatandaşlarına karşı olduğu teslim ediliyor, ancak uluslararası işbirliği olmadan da salgına karşı etkin olunamayacağı söyleniyor.
- AB ve üye ülkelerin ulusal politikalarını entegre eden ve salgınları önleyerek-tespit ederek-çözerek küresel toplum sağlığına daha etkili çözümler getiren bir model için önce bir çerçevenin oluşturulması gerektiği ve bunun da yeniden düzenlenmiş Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ile mümkün olacağı ifade ediliyor. G-20, G-7 ve OECD gibi yapıların desteğiyle DSÖ’nün yapısal bir dönüşüme girmesi gerektiği, bu dönüşümle de tasarlama-uygulama-zorlama kapasitesine sahip ve çevik bir yapı olabileceği anlatılıyor. Bu uluslararası işbirliğinin; toplum sağlığının çevresel-ekonomik-sosyal-güvenlik boyutları da olan “bütünleşik sağlık yaklaşımı” ile tanımlanmasını sağlayacağı vurgulanıyor.
- AB’nin bir hazırlık ve kriz yönetimi modelini oluşturabileceği, İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa Kömür ve Çelik Birliği’nin –süper etkin!- AB’yi doğurması misali bu modelin de küresel bir sağlık çerçevesinin doğmasını sağlayabileceği belirtiliyor. Bu süreçte Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi’ne daha fazla özerklik ve kaynak sağlanması, Avrupa Kriz Yönetim Birimi adında yeni bir yapı kurulması, finans sektöründe yapılan stres testi benzeri ölçümlemelerin Avrupa sağlık sistemi için de yapılması ve yeni bir salgını tetiklemeden ekonomiyi başlatacak geçiş stratejisinin koordine edilmesi öneriliyor. Avrupa dışında küresel ölçekteki işbirliğinin geliştirilmesi için de sağlık diplomasisinin geliştirilmesi, sağlık sistemindeki eksiklerin tespit edilip giderilmesi ve zayıf ülke/insanlara yardım edilmesi gerektiği söyleniyor.
- Krizin kırılganlığımızı ve uluslararası işbirliğine ihtiyacımızı bir güzel gösterdiği belirtilerek böyle böyle oluşturulan/geliştirilen küresel işbirliği ortam ve araçlarının iklim değişikliği, silahlı çatışmalar, yoksulluk, artan eşitsizlik, uluslararası göç, nükleer silahların yayılması ve terörizm gibi diğer küresel tehditlere karşı da kullanılabileceğimiz vurgulanıyor ve makale bitiyor.
- Bu süper sıkıcı, ya kendini ya da bizi saftirik sayan makale; önerdiği Avrupa/ Küresel ölçekli işbirliği modelinin niye daha önce kurul(a)madığına ilişkin zerre bir öz tespit ve özeleştiri yapmıyor. Toplum sağlığı da dâhil olmak üzere dünyanın ve insanların iyiliği için öncelikle değer birliği gerektiği, nihayetinde kendi hesabına çalışıp rakiplerini zayıflatmayı tavsiye eden etkinlik ve verimlilik kavramlarıyla falan bu tip işlerin kotarılamayacağı ve İtalya-AB & Almanya örneğinde görüldüğü gibi sözde işbirliği mumlarının da ancak yatsıya kadar yandığı hiç söylenmiyor. Neyse ki bu salgından sonra böyle –miş gibi yapmaların sona erecek ve “fayda-maliyet/haklı güçlüdür” çıplak formülü ile “İnsanlar ya dinde kardeşin ya da hilkatte eşindir.” ilkesi arasında uygulamalı tartışmaların başlayacak olması insanı ferahlatıyor.