Geçen Hafta Küresel Ekonomi Hakkında Ne Okudum & Ne Anladım
Tarafından 11 Mayıs 2020
0
948 Görüntülemeler
04 – 08 Mayıs haftası için Geçen Hafta Küresel Ekonomi Hakkında Ne Okudum & Ne Anladım aşağıda arz-ı endam ediyor ve bunları okurken de şunu dinlemeniz öneriliyor: https://youtu.be/2GV2hEAaOVI?list=PLqA13Dz7nEnWAAooXtgyRs742UMtppH39 (Bora Uymaz – Ben Sanırdım, Niyazi Mısri)
- The Economist’den “%90 Ekonomisi – The 90% economy” (https://www.economist.com/leaders/2020/04/30/life-after-lockdowns) adlı makale veya ÜZÜCÜ GÜNLER GÖRECEĞİZ, KAPKARA GÜNLER; tedavi bulunana kadar çok da kısa sürmeyeceği öngörülen normalleşme döneminde yaşanabilecek ve kısa sürede giderilemeyebilecek olumsuzlukları konu alıyor.
- Makale; Çin’de ulaştırma ve konaklamanın %66 ve gıdanın %40 daraldığını ve işsizliğin de -resmi istatistiklerin çok ötesinde- %20’ye çıktığını belirterek “bir şeyin %90’ı çalışıyorsa işler yolundadır” varsayımının ekonomi için doğru olmadığı tespiti ile başlıyor. Salgın sonrası ülke ekonomilerinin %90 oranında çalışmasının aslında %10’luk bir küçülmeye tekabül ettiği, mesela ABD ekonomisinin %10 küçülmesinin II. Dünya Savaşından bu yana yaşanan en büyük daralma anlamına geleceği vurgulanıyor.
- Küresel düzeyde yaşanan izolasyon sonrası normalleşmenin ciddi bir sınama olacağı, kimsenin salgının tekrar yayılmaya başlayıp başlamayacağından emin olamayacağı, aşı bulunana kadar herkesin azalmayacak bir korkuyla yaşayacağı ve bunun da doğal olarak müşterilerin uzak durması, yani talebin eskisi gibi olmayacağı anlamına geldiği belirtiliyor. ABD’de muhtemel bir normalleşme sürecinin başlaması durumunda tüketicilerin üçte birinin AVM’lere gitmeyeceği, Almanya’da normalleşmeye rağmen çoğu tüketicinin dükkânlara girmediği ve Danimarka’da da hanehalkı harcamalarının %80 azaldığı kaydediliyor.
- Bu düşük iç talebin çoğu işletmeyi zorlayacağı, ABD’de KOBİ’lerin %66’sının üç aydan kısa sürede nakitlerini tüketeceği, İngiltere’de işletmelerin %30’unun kiralarını ödeyemediği ve havacılığın da üç yıl boyunca 2019 seviyelerine ulaşmayacağı söyleniyor. GSMH’nin kabaca %25’ini oluşturan yatırımların sadece nakitte kalma tercihinden dolayı değil, ama geleceğin ne getireceğine ilişkin yaşanan büyük belirsizlikten dolayı da gerçekleşemeyeceği belirtiliyor.
- %90 randımanla çalışan bir ekonominin en zayıf işletmelerin kapanmasına ve bunlardaki düşük ücretle çalışan insanların da işlerini kaybetmelerine neden olacağı söyleniyor. ABD’de bu insanların mevcut birikimlerinin en fazla 3 ayı çıkarmalarına yettiği ve salgının henüz ortasında yer aldığımız şu dönemde bile Avrupa’nın en büyük 5 ekonomisinde 30 milyon insanın devletin ücretlerini ödediği –ne kadar süreceği müphem- özel işsizlik programlarıyla yaşatıldığı ifade ediliyor.
- Salgın sonrası normalleşme ve işletmelerin toparlanma sürecinde bazı firmaların verimliliklerini falan artırıp başarılı olabileceği, ancak iç talebin artmaması durumunda çok sayıda işletme ve işin tarihe karışacağı, iş bulamayanların kısa sürede profesyonel niteliklerini kaybedebileceği ve zombi işletmeler & çalışanların temizlenmesinin de on yılı alabileceği söyleniyor.
- %90 randımanlı ekonomik görünüm devam ettikçe krizin derinleşeceği, mevcut salgının İspanyol Gribi ve SARS gibi yakın tarihli salgınlardan daha büyük çaplı olduğu ve insanların da eskiye kıyasla daha talepkâr olduğu vurgulanıyor. Krizin derinleşmesinin toplumun 2007 küresel krizinden daha sert bir şekilde değişim taleplerini iletmesine neden olabileceği söyleniyor. Almanya ve Tayvan gibi ülkelerin popülerliğe kaymadan sağladıkları başarının düşük ihtimalle diğer ülkelerce örnek alınabileceği, ama çok büyük bir ihtimalle, -2007 küresel krizine doğru düzgün bir çözüm üretilmediği belirtilerek- öfke, korumacılık, yabancı düşmanlığı ve hükümet müdahalelerinin artacağı söyleniyor ve bu küresel tehdide karşı hazırlıklı olunması öneriliyor.
- Küresel entegrasyonun artmasıyla en az faydalar kadar hızla yayılan zararların gelişmiş-gelişen-az gelişmiş ülke ayrımı yapmadan, ama fakir-zengin birey ayrımı yaparak paylaşılacağını anlatan makale; artacak öfke, korumacılık, yabancı düşmanlığı ve hükümet müdahalelerinin artacağını öngörse de bunlarla nasıl mücadele edileceğine ilişkin bir şey söyle(ye)miyor. 2007 küresel krizine dünyayı sürükleyen ve sonrasında da bedel ödemeden yakayı kurtaran sözde finansal yatırımcı özde haramilerin engellenmesi, algoritma-yapay zekâ-büyük veri diyebildikleri için süper insan kategorisine terfi etme hakkına sahip olduğunu zanneden teknosoyluların (ve şirketlerinin) tekrar insan(î) kılınması veya finansman denen şeyin de insanlığı iyiliğine hizmet eden bir üretim-tüketim döngüsünü destekleyecek şekilde dönüştürülmesi gerektiğini söylemek de bendenize düşüyor.
- The Economist’den “Küçük işletmeleri kurtarmak – Bailing out small businesses” (https://www.economist.com/finance-and-economics/2020/05/02/politicians-in-america-and-europe-scramble-to-help-small-firms) adlı makale veya PEKİ YA KOBİ’LER?; salgının en çok vurduğu KOBİ’lere yönelik ABD ve Avrupa’da verilen destekleri konu alıyor.
- Makale; salgınla birlikte işleri bozulan bir KOBİ patronunun 16 çalışanından kaçını işten çıkarması gerektiğini hesaplarken çalışanların 2,5 aylık ücreti ödeyen ve 2 yıl boyunca kimseyi işten çıkarmazsa bunu 161.200 dolarlık bir hibeye dönüştüren ABD Ücret Koruma Programına (The Paycheck Protection Programme -PPP) kabul edilmesi hikâyesiyle konuya giriyor.
- ABD seçmenlerinin finans ve havayolu şirketlerine finansal destek verilmesine her daim uyuz oldukları, ama hikâye edilen KOBİ gibilerinin desteklenmesinden mutlu oldukları belirtiliyor. Zira ABD’de salgından esas olarak KOBİ’lerin zarar gördüğü ve 10’dan az işçi çalıştıran KOBİ’lerdeki çalışanların %60’ının işlerini kaybettiği, İngiltere’de ise sahipleri tarafından yönetilen işletmelerin (ki bunlar da genellikle KOBİ oluyor) %70’inin gelirlerinin yarısından fazlasını kaybettiği aktarılıyor.
- S&P 500’de yer alan büyük ABD işletmelerinin değerleri 23 Mart’tan bu yana %31 artsa da -çok uzak ve anmak istemedikleri akrabaları olan- ABD’li KOBİ’lerin ancak birkaç hafta yetecek nakde sahip oldukları, üstelik 2 yıllık bir ufukta işlerinde bir iyileşme falan da ummadıkları söyleniyor. PPP gibi programların teorik olarak KOBİ’lere can suyu verebileceği, ama bu programlardan bile ancak bürokraside sürünmeye yetecek parası ve zamanı olan iri-tosun-azman KOBİ’lerin faydalanabildiği vurgulanıyor.
- ABD ve Avrupa’da KOBİ koruma programlarının; vergileri öteleyerek ve geçmiş vergi ödemelerinin bir kısmını geri vermek, uygun kredi vermek ve işletme sermayesini düşürmek için işten çıkarılacak işçilere devlet ödenekleri sağlamak şeklindeki araçlarla birbirine benzediği aktarılıyor.
- Almanya’da keşfedilerek tüm kıtaya yayılan kısa çalışma ödeneğinin orijinalde büyük işletmeler için tasarlandığı, neden sonra KOBİ’lere de yayıldığı, bugün Fransa’da ücretli işgücünün yarısını oluşturan 11 milyon çalışanın ve Almanya’da da 700 binden fazla işletmenin bu programdan yararlandığı söyleniyor.
- Kısa çalışma ödeneğinin Amerikan versiyonu olan PPP’de programa tahsis edilen 349 milyar dolarlık ödeneğin 13 günde tükendiği ve Kongre’nin mecburen ek 310 milyar dolarlık ödeneği onayladığı, ama hala onaylanan destekleri alamayan KOBİ’lerin olduğu ve ABD Küçük İşletme İdaresi sisteminin çöktüğü anlatılıyor.
- İngiltere, Almanya ve İtalya’da da KOBİ’lere onaylanmış desteklerin verilmesinde gecikmeler yaşandığı, bunun da bu destek kredilerini parayı bir daha öde(ye)meyeceği kesin işletmelere kaptırmamak için bankaların kılı kırk yarmalarından kaynaklandığı ifade ediliyor. Durumu fark eden hükümetlerin çözüm için potansiyel kredi zararlarının %70-90’ına garanti verdikleri, ama yine de gecikmelerin önlenemediği kaydediliyor. Örneğin beş haftalık bir sürecin sonunda İspanya’da 100 milyar avroluk destek kredilerinin sadece 13,4 milyar avrosunun KOBİ’lere aktarılabildiği, benzer sorunlar yaşayan İngiltere’nin ise Almanya’nın yöntemini benimseyerek Mayıs başından itibaren kredilere devlet garantisi vererek kredibilitesine bakmadan KOBİ’lere kredi dağıtmaya başladığı söyleniyor.
- En fazla ihtiyacı olanların en az para alacağına ilişkin endişelerin haklılığı, Chicago Üniversitesini yaptığı bir araştırmaya dayanılarak ABD için doğrulanıyor. Avrupa’da da salgından en fazla zarar görmüş İtalyan ve İspanyol işletmelerinin ülkelerinin mali durumlarından dolayı en az destek kredisi alabilen Avrupalı işletmeler olduğu söyleniyor.
- Salgının hızı göz önüne alındığında ABD ve Avrupa’daki KOBİ koruma programlarının sınırlı etkinliğinin normal olduğu, Avrupa’daki kısa süre ödeneklerinin çalışanları ve aslında kaybolması gereken işleri şimdilik koruduğu, ABD’nin ise çok büyük bir işsizlikle boğuştuğu söyleniyor. Durumun vahameti de ABD Ocak ayında küçük işletmelerin yarısında en az üç çalışan varken, Nisan ayında aynı yarıda artık hiç çalışan olmadığı söylenerek belirtiliyor ve makale bitiriliyor.
- ABD’de kısa çalışma ödeneği için tahsis edilen 349 milyar doların 13 günde tükenmesi ve ek 310 milyar dolar eklenmesi ve Fransa’da ücretli çalışanların aslında yarısının işsiz olması gibi gerçekler insanı korkutuyor. Bu korkutucu gerçeklere rağmen bürokrasinin ve bankaların bildikleri gibi çalışmaya devam edebilmeleri ise insanı şaşırtıyor. Destek alabilen KOBİ’lerin desteğe görece daha az ihtiyaç olanlar olması da insanı epey bir düşündürüyor. Amma velakin böyle korkmuş-şaşkın-düşünceli bir haletiruhiyeden kimsenin işine yarayacak bir şey çıkmıyor. Bir işe yaramak için önce durmak ve neyin yanlış olduğuna ilişkin etrafa şöyle iyi bir bakmak, sonra bizi insan kılacak ve tutacak bir ekonomi düşlemek, ardından yola falan revan olmak, korkak-şapşik-evhamlıları da ilk durakta bırakmak gerekiyor.
- Forbes’den “COVID-19’un İşyerlerinde Sonsuza Dek Değiştireceği 6 Şey – 6 Ways COVID-19 Will Change The Workplace Forever” (https://www.forbes.com/sites/williamarruda/2020/05/07/6-ways-covid-19-will-change-the-workplace-forever/#3885a920323e) adlı makale veya ELLE GELEN DÜĞÜN BAYRAM; herkesi/her şeyi etkilediği için sorundan duruma dönüşmüş ve dolayısıyla başka şeylerin de konuşulmasına izin veren salgından sonra işyerlerinde nelerin değişeceğini konu alıyor.
- Makale; tıpkı 11 Eylül’de olduğu gibi Covid-19 salgınından sonra da ABD işyerlerinde bir sürü şeyin geçici ve bazılarının da kalıcı olarak değişeceğini belirterek konuya giriyor ve Covid-19’un daha küresel-kalıcı-yıkıcı-görünür olması nedeniyle 11 Eylül’den daha çok şeyi değiştireceği vurgulanıyor. Ardından da işyerlerinde değiştireceği düşünme ve davranış şekilleri 6 madde halinde sıralanıyor:
- (1) Hem işletmelerin hem de çalışanların uzaktan çalışmaya alıştıkları, en karşıt olanların bile sanal işgücünün mümkün olduğunu gördüğü ve Kurumsal Esneklik’ten kimsenin kolay kolay vazgeçmeyeceği söyleniyor. Karine olarak da ABD’de çalışanların %54’ünün uzaktan çalışmaya izin verecek bir iş için mevcut işlerinden ayrılmayı tercih edeceklerini gösteren bir anket gösteriliyor.
- (2) Uzaktan çalışmanın mümkün ve genel geçer olduğu bir iş dünyasında insanların birlikte olacakları işyerlerinin kişisel ofislerden/alanlardan çok ortak zaman geçirilecek toplantı salonları gibi ortak alanlardan oluşacağı, zira salgınla birlikte insanları robotlardan esas ayıran şeyin karşılıklı etkileşimle yenilik üretebilmeleri olduğunun anlaşıldığı ve bu yeni tip işyerine de Şirket 2.0 deneceği belirtiliyor.
- (3) Salgında evlerinden çalışmak zorunda kalan insanların çoğunun yetersiz teknolojik altyapıdan şikâyetçi oldukları, buradan hareketle internet bant genişliği ve lüzumlu türlü teknolojik alet edevatın süper gelişeceği ve evlerin upgrade olacağı, sonuçta da İşe Hazır Ev’lerin ortaya çıkacağı anlatılıyor.
- (4) Salgınla mecbur içine gömüldüğümüz e-öğrenmenin salgından sonra da devam edeceği, şirketlerin yüz yüze eğitimler dışında e-öğrenme platformlarını da yoğun bir şekilde kullanmaya devam edecekleri, hülasa Herkes İçin E-Öğrenme adı verilen akımın mevcut akımın süreceği ifade ediliyor.
- (5) Uzaktan çalışmayla gelen gönlünüzce giyinme imkânının salgından sonra da süreceği, tıpkı bazı danışmanlık firmalarında ve teknoloji şirketlerinde olduğu gibi müşteriyle görüşmeyecekseniz serbest giyinmenin bir norm haline geleceği ve Resmi Kıyafetlerin Emekli Edileceği belirtiliyor.
- (6) Bir başka değişikliğin de videoların türlü amaçlarla ve çok daha yoğun bir şekilde iş hayatında kullanılması olacağı, salgından önce eğitim-pazarlama-bilgilendirme amaçlı videoların etkinlik ve kullanılabilirliğine dönük endişelerin rüştlerini ispatlamalarıyla ortadan kalktığı ve uygulama-donanım-insan olarak Video Virtüözlerinin artacağı söyleniyor.
- Bunca korku-hastalık-ölüm ve zorlanan sağlık altyapısı ve ekonomik döngünün ortasında birilerinin kalkıp bunları düşünülebilmesi herhalde şunlarla mümkün oluyor: (1) Dünya unutarak-alışarak-normalleştirerek dönüyor. (2) Kendinize veya çok yakınınıza isabet edenler dışındaki sıkıntılar-acılar eninde sonunda öznel/üzücü deneyimden nesnel/nötr kalınabilen bilgi mesafesine öteleniyor. (3) Krizlerden daha güçlü çıkanlar, asıllarını ve ajandalarını unutmayanlar ve yönetemeyecekleri riskleri de durum diye kabullenenler oluyor.
- The Conversation’dan “İnsanların hastalık tehdidine nasıl tepki verdikleri, COVID-19’un kişilikleri yeniden şekillendirdiği anlamına gelebilir – How people react to the threat of disease could mean COVID-19 is reshaping personalities” (https://theconversation.com/how-people-react-to-the-threat-of-disease-could-mean-covid-19-is-reshaping-personalities-137366) adlı makale veya SALGIN İNSAN KURTLARI ORTAYA ÇIKARIYOR VE ZAMAN DA ONLARI TEMİZLİYOR; salgınının alamet-i farikası olan toplumsal mesafelenmenin psikolojik sonuçlarını konu alıyor.
- Makale; salgının insanların kişiliklerini etkilediği ve dönüştüreceği, zira insan zihninin yaşam şartlarıyla şekillendiği ve yeni şartlara uyum sağladığı tespitiyle başlıyor. Sosyal mesafe gerçeği üzerinden bazı araştırmalarda salgının, insanların sosyalleşme taleplerinin daha muhafazakârlaşmasına yol açtığının belirlendiği söyleniyor.
- Salgınla nasıl mücadele edildiğine bakıldığında; beyaz kan hücreleri ve bağışıklık sistemi gibi fiziksel korunma mekanizmalarının dışında insanların tehditlere karşı bilişsel, duygusal ve davranışsal reaksiyon mekanizmalarına da sahip olduğu söyleniyor. Psikolojik bağışıklık sistemi denen bu reaksiyon mekanizmalarının diğer insanlarla mesafelenmeyi sağladığı ve özellikle biriyle birlikte olmak konusundaki kriterlerin çıtasını yükselttiği anlatılıyor.
- Araştırmalara göre; kendilerini enfeksiyona karşı daha savunmasız hisseden insanların görece daha yalnız hayatları tercih ettikleri, ama bunların dışında risk grubunda olmayan insanların da birdenbire enfeksiyon riski bilgi bombardımanına tutulduklarında yalnızlaşmaya meylettikleri, hülasa salgının yabancılardan kaçmayı ve onları olumsuz değerlendirmeyi yaygınlaştırdığı belirtiliyor. Yine araştırmalara göre; eş seçiminde sağlıklı olmak ve güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmak olarak anlaşılan yüz simetrisinin önem kazandığı, bir başka deyişe yüz simetrisine sahip olan insanların eş olarak seçilme ihtimallerini daha yüksek olduğu ve 29 kültürde potansiyel eşlerin patojen içermediği ve güçlü bağışıklık sistemlerine sahip olduğuna ilişkin gözlemlenebilir kriterlerin olduğunun gözlemlendiği söyleniyor. Bu araştırma sonuçları; yakın ve uzak tarihte bir salgının yaşandığı bölgelerin dışa kapalı, yeni deneyim ve insanları kolay kabul etmeyen ve diğer insanlarla daha az ortaklık kurulan kültürlere sahip oldukları tespitiyle perçinleniyor.
- Bu tespitler üzerinden Covid-19 salgınının da bazı şeyleri değiştirdiği, mesela artık hapşıran insanlara “çok yaşa” denmek yerine ters ters bakıldığı ya da eskiden olmayan sosyal mesafe kuralını çiğnediğinizde kolaylıkla darp-şiddete falan maruz kalabildiğiniz anlatılıyor. Salgının bir tarafta insanların toplumları için bir şey yapma isteklerini artırarak toplumsalcı/kollektivist fikirleri desteklediği, ama diğer tarafta da sosyalleşmeyi engelleyecek şekilde daha az merak-deneme-yenilik arzusuyla sonuçlanarak bireyselliği/bencilliği artırdığı söyleniyor. Enfeksiyon riski yüksek bir zaman diliminde yaşamanın; insanların toplumdaki yerlerine ilişkin tanımlarını, tanışma ve birlikte olmayla ilgili duygu ve davranışlarını, geleneksel düşünce ve davranışlara yönelik tercihlerini ve genel olarak da risk kabul eşiklerini şekillendireceği vurgulanıyor. Salgının uzun sürmesi durumunda ise bu değişikliklerin geçici olmaktan kalıcı olmaya evrileceği söyleniyor ve makaleye son veriliyor.
- Salgının ne kadar az özne ve ne kadar çok nesne olduğumuzu gösterdiği, yani aczimizi yüzümüze yüzümüze vurduğu bu dönemde, makaleden davranış alışkanlıklarımızın da kalıcı olarak değişebileceğini duymak hiç iyi gelmiyor. Sosyalleşmenin düşeceği ve diğerlerinin her daim şüpheli sıfatıyla dolanacağı-tersleneceği-reddedileceği bir dünya da öyle şen şakrak bir yer olacak gibi görünmüyor. Neden sonra her şeyin öngörülemeyeceği, bir sürü kriz-savaşa rağmen insan olmanın bugüne kadar bir sürü şeye rağmen bir sürü başka şeyi yapmakla mümkün olduğu ve olacağı, üstelik kültürel-fiziksel-bilişsel-ruhsal dar gen havuzlarının hep yok olduğu aklına geliyor da insan bir rahatlıyor ve hatta gülümsüyor bile.