Geçen Hafta Küresel Ekonomi Hakkında Ne Okudum & Ne Anladım
Tarafından 18 Mayıs 2020
0
1.2K Görüntülemeler
Merhaba,
11 – 15 Mayıs haftası için Geçen Hafta Küresel Ekonomi Hakkında Ne Okudum & Ne Anladım aşağıda arz-ı endam ediyor ve bunları okurken de şunu dinlemeniz öneriliyor: https://youtu.be/O9IUzvBuclw?list=RDywsS4WteceM (Orange Blossom – Maria). Bu vesileyle sevdiklerinizi-sevmedikleriniz-dahi bunu bile çok gördüklerinizi şu linkten gönderim listesine ekleyebileceğiniz de hatırlatılıyor: ABONE OLUN.
- Project Syndicate’den “Süper Negatif Faiz Vakıası– The Case for Deeply Negative Interest Rates” (https://www.project-syndicate.org/commentary/advanced-economies-need-deeply-negative-interest-rates-by-kenneth-rogoff-2020-05) adlı makale veya CANIM CİĞERİM NEGATİF FAİZ; salgınla beraber başlayan ve ne kadar süreceği belirsiz durgunluktan çıkmak için kredi temelli parasal genişleme yerine negatif faiz uygulamasını öneriyor.
- Makale; negatif faiz uygulamasının merkez bankaları tarafından düşünülmesi bile imkânsız bir şey olarak addedildiği, ama anda ABD Merkez Bankası (FED) ve gelişmiş ekonomilerdeki bir sürü merkez bankası tarafından uygulanan sınırsız kredinin gerekli ve geçici bir önlem mi yoksa piyasanın gizli elinin engellenmesi mi olduğunun müphem olduğunu vurgulayarak konuya giriyor.
- Hazine garantili kredilerin salgının yol açtığı kısa vadeli durgunlukla mücadele etmek için harika araçlar olduğu, ancak salgının ve dolayısıyla krizin uzaması durumunda ciddi sorunlara yol açabileceği söyleniyor. Krizin kuvvetle muhtemel kısa sürede sona ermeyeceği, alacaklıların yıllar sürecek müzakere ve davalarla uğraşacağı ve b süreçte kazanacak tarafların da vergi mükelleflerinin paraları ile zenginleşecek iflas avukatları ve lobiciler olacağı belirtiliyor.
- Hal böyle iken FED’in garantili krediler yerine tıpkı Avrupa ve Japonya merkez bankalarının yaptığı gibi negatif faize yöneldiği ve şirketler yerine hükümeti borçlandırdığı bir senaryoda ne olabileceği test ediliyor. Bu senaryoda negatif faizin birçok şirket ve eyaletin temerrüde düşmelerini engelleyeceği, parasal genişlemenin etkisine benzer bir şekilde toplam talebi ve istihdamı artıracağı öngörülüyor ve borçların yapılandırılması gibi acılı bir uygulama yerine ilk etapta bu senaryonun uygulanmasının daha başarılı sonuçlar doğurabileceği söyleniyor.
- Ancak negatif faizlerin etkin olabilmesi için öncelikle emeklilik fonları-sigorta şirketleri-finansal kuruluşlar (ve makale demese de büyük teknoloji şirketleri) gibi nakit zengini işletmelerin nakit tutmalarının engellenmesinin, büyük mevduatlara vadelerine göre değişen faiz verilmesi ile nominal değerli büyük banknotlar çıkarılması gibi nakit zenginlerini cezalandıracak düzenlemelerin geliştirilmesi gerektiği açıklanıyor. Böylece birilerinin parayı sistemden çekip kasalarında istiflemelerinin engellenebileceği, küçük mevduat sahiplerinin korunmasına ilişkin bazı istisnaların yapılabileceği ve bunların da tıpkı Avrupa bankaları gibi çok zorlanmadan yapılabileceği anlatılıyor.
- Para politikalarının genellikle krediye yönelik olduğu, oysa enflasyon ve reel faiz oranları ABD’de belirli bir seviyeye yükselene kadar negatif faiz politikasının işe yarayabileceği söyleniyor. İlaveten bu politikanın doların değerini düşürerek çoğu moratoryuma (borcu ödeyemiyorum açıklamasına) gitmesi beklenen gelişmekte olan ekonomilerin de işine geleceği ve bunun nihayetinde ABD’nin de işine yarayacak daha güçlü bir küresel büyüme ve daha etkin bir sermaye dağılımı ile sonuçlanabileceği ifade ediliyor ve makale bitiyor.
- Bu şaşırtıcı makale, mevcut durgunluktan çıkmak için negatif faiz oranı ile en azından gelişmiş ekonomilerdeki portföy yatırımcılarının engellenip bir şekilde reel sektörün finansmanına odaklanılmasını ve küçük mevduat sahiplerinin korunup gelişmekte olan ekonomilere de yayılacak bir yatırım sürecinin başlatılmasını ikna edici gerekçelerle öneriyor. Benzer bir önermeyi daha dolandırmadan yapanlar, yani finans sektörünün asli işi olan reel sektörü destekleme işine geri dönmesini önerenler ise ekonomiden anlamamak ve arkaiklikle suçlanabiliyor. Hülasa herkes durduğu yerden fili tarifliyor veya Barış Manço’nun dediği gibi “guru unu yağı bulan çorbasın kaynatır, ya bulamayan gariban omuzunu oynatır” oluyor.
- The Economist’den “Tehlikeli bir boşluk – A dangerous gap” (https://www.economist.com/leaders/2020/05/07/the-market-v-the-real-economy) adlı makale veya ÇOK İYİYİM VE ÇOK KÖTÜYÜM; ABD ekonomisinin salgından sonra kısa sürede toparlanabileceğine işaret eden borsalardaki yükselmenin ne kadar gerçek olduğunu tartışıyor ve bu iyimserliğe yönelik muhtemel tehditleri sıralıyor.
- Makale; 1920-Büyük Buhran ve 1987-Kara Pazartesi krizini andırır bir şekilde S&P500 endeksinin son 2 aylık dönemde %33 değer kaybettiğini, ama ardından bu kaybın yarısından fazlasını geri kazandığını ve ABD Hazinesi’nin şirket hisseleri alacağı açıklaması ardından yatırımcıların hızlı bir şekilde iyimserliğe geçtiğini belirterek konuya giriyor. İşsizlik %4’den %16’ya çıkmış ve büyük firmaların aksine küçük firmalar 3 kuruş için ABD Hazine’sine yalvarıyorken İngiltere ve Avrupa’ya kıyasla ABD borsalarında yaşanan bu çok hızlı toparlanmanın normal olamayacak kadar rahatsız edici olduğu vurgulanarak soruna işaret ediliyor.
- Önce 2007 küresel krizinin yaralarının yeniden açıldığı, salgından kaynaklanan ekonomik zararların maliyetini kimin ödeyeceği hususunda savaşın yeni başladığı ve ama aralarında bazı politikacıların da olduğu çoğunluğun büyük şirketlerin yine kurtarılmalarına karşı olduğu söyleniyor. Ardından mevcut iyimserliğin; normal şartlarda bir kısmı batması gereken şirketlerin son 6 haftada ortalamalarının iki katı oranında ihraç ettikleri (yani borç aldıkları) 560 milyar dolarlık tahvillerinin ABD Merkez Bankası FED tarafından satın alınmasından kaynaklandığı anlatılıyor. ABD’de devlet tahvillerinin tıpkı Avrupa ve Japonya’da olduğu gibi negatif getirili olduğu ve dolayısıyla yatırımcılar için borsada hisse senedi almaktan gayri pek bir yatırım imkânı olmadığı, FED’in de hisselerin aşırı değer kaybetmesinin durgunluğu daha da derinleştireceği gerekçesiyle el mecbur şirket tahvilleri alarak hisse senetlerini desteklediği söyleniyor. Borsalardaki yükselmenin tüm sektörler için geçerli olmadığı, Avrupa borsalarında salgından önce başlayan otomotiv, bankacılık ve enerji sektörlerindeki düşüşün salgınla daha da hızlandığı, ABD’de de yatırımcıların hiçbir şeyden etkilenmiyor gibi görünen teknoloji devlerine (Alfabe, Amazon, Apple, Facebook ve Microsoft) coşkulu bir yönelme içinde oldukları aktarılıyor.
- ABD borsalarının bu denli hızla toparlanıp Ağustos 2019’daki değerlerinin de üstüne çıkmalarının ekonominin hızla toparlanabileceğini ima ettiği için olumlu olduğu, ama diğer tarafta da bu hızlı düşüş-çıkışın/yüksek oynaklığın öngörmeyi çok zorlaştırdığı kaydediliyor. Ardından ekonomi için 3 ana tehdit sıralanıyor: (1) 2020-2. çeyrekte zaten %10 küçülmesi beklenen ABD ekonomisinde şirketlerin maliyet düşürücü politikalarının iç talepteki azalmayı körüklemesi ve ikinci bir şoku tetiklemesi. (2) 2007 küresel krizinden sonra foyası iyice ortaya çıkan ucuz finans mühendisliği ve muhasebe maskaralıklarının, yani sahtekârlığın sürmesine göz yumulması. (3) Ağırlıklı olarak büyük şirketlerin desteklenmesinin küçük şirketler ve seçmenlerde oluşturduğu tepkinin büyük bir siyasi tepkiye yol açması. Bu sıralamayı takiben ABD’li yatırımcıların FED’e şimdilik güvendikleri, fakat son 2 aylık gelişmelerin gösterdiği gibi bu güvenin hızla güvensizliğe dönüşebileceği ve borsalarda büyük bir çöküşü tetikleyebileceği söyleniyor ve makale bitiriliyor.
- Makalenin diğer insanlarla birlikte değil de insanlara rağmen para kazanılmasını sağlayan becerileri “ucuz finans mühendisliği” ve “muhasebe maskaralıkları” olarak tanımlaması önem arz ediyor. Ancak çok artmış işsizlik oranı & KOBİ’lerin kötü durumuna rağmen büyük şirketlerin ABD borsalarında değer kazanması bir tarafta herkesin bu tanımlamayı paylaşmadığını, yani aynı gerçeklik düzleminde/dünyada yaşamadığını, diğer tarafta ise iyimserliğe geçtiği hızla kötümserliğe geçebilen bu alternatif dünyanın gayet şizofrenik olduğunu gösteriyor. Bu biraz bilinçli biraz da çaresiz şaşkınlıktan mülhem şizofreniden kaçmak ise gerçekten yaşamakla, yani bildik yatırım-üretim-kâr/zarar yapılan orijinal-hakiki-sahici dünyayı tercih etmekle mümkün oluyor.
- Jonesday’den “COVID-19 ve Yatırım Anlaşmaları – COVID-19 and Investment Treaties” (https://www.jonesday.com/en/insights/2020/05/covid19-and-investment-treaties) adlı makale veya ÖNCE BEN, SONRA YİNE BEN; salgın sürecinde –gelişmekte olan ekonomilerdeki- hükümetlerin yabancı yatırımlara karşı muhtemelen hayata geçirecekleri uygulamalar çerçevesinde yabancı yatırımcılara neyle karşılaşabileceklerini ve ne yapabileceklerini anlatıyor.
- Makale; salgının yayılmasıyla birlikte artan devlet müdahalesi ve küresel ekonomik daralmanın şirketleri belirsizliğe sürüklediği tespitiyle başlıyor ve Uluslararası Yatırım Anlaşmalarının bu belirsizliği azaltabileceğini söylüyor. Ardından da mevcut durumdan ne anladığını ve ne önerdiğini anlatmaya koyuluyor.
- Önce hükümetlerin salgının hızını azaltmak için mal-insan dolaşımı üzerinde türlü kısıtlamalar getirdikleri, bazı hükümetlerin zorunlu olanlar dışında tüm işletmeleri kapatıp bazılarını kamulaştırdıkları, ihracatçılarını korumak için mücbir sebep sertifikaları verdikleri ve yabancı yatırım anlaşmalarının uygulanmasını önlemek için de mücbir sebep başlıklı acil düzenlemeler getirdikleri anlatılıyor. Hükümetlerin bunu insan sağlığı ve ekonominin sürmesi arasında bir dengeyi gözeterek yapmaya çalıştıkları, ancak bazılarının aşırı korumacı davrandıkları, hatta kamu menfaati gerekçesinin olmadığı bazı hallerde yabancı yatırımcı haklarını ihlal edebildikleri ve dolayısıyla yabancı yatırımcıların uluslararası anlaşmalarla gelen haklarını iyi bilmeleri gerektiği ifade ediliyor.
- Dünyada yabancı yatırımları koruyan 3.000’den fazla anlaşmanın olduğu, bu anlaşmalarla genellikle yabancı yatırımcılara yerli olanlarla eşit hakların sağlandığı, kamulaştırma yapılmayacağı taahhüdü verildiği, tazminat ve uluslararası hukuka-tahkime başvuru haklarının düzenlendiği belirtiliyor. Uluslararası tahkimi bugün 150’den fazla ülkenin kabul ettiği ve bunun da yabancı yatırımcıların elindeki en güçlü koruma araçlarından biri olduğu anlatılıyor.
- Hükümetlerin salgınla birlikte yabancı yatırımcılara karşı uygulamaya soktukları önlemler; verilen desteklere ulaşmalarında ayrımcılık yapılması ve sağlık-ticaret-finansla ilgili mücbir sebebe dayandırılan uygulamalar olarak sıralanıyor. Bir yabancı yatırımın yatırımcının haklarını elinden alarak geçici ya da kalıcı olarak kamulaştırması, yabancı işletmenin –mesela bir ilaç firmasının– iç pazara erişiminin kısıtlanması ve salgına karşı uygulanan destek ve kredilere yabancı şirketlerin erişiminin engellenmesi bu tip negatif ayrımlara örnek olarak zikrediliyor. Bunların yabancı yatırımları koruyan anlaşmalara uygun olmayabileceği, ancak yerel hükümetlerin bu tip uygulamalara ilişkin itirazları salgını bir mücbir sebep olarak ileri sürerek reddedebilecekleri, üstelik 19. YY’daki çiçek salgını sırasında bir Alman nakliyat şirketini kamulaştırıldığı meşhur Bischoff Davasının (1903) Venezüella lehine sonuçlanması örneğinde olduğu gibi uluslararası yasalara göre bu tip eylemlerin meşru kabul edilebileceği vurgulanıyor.
- Bu noktada yabancı yatırımcılara hükümetin erişimine karşı hazırlıklı olmaları ve yabancı yatırım anlaşmalarının korumasından yararlanmak için gerekirse yatırımlarını tekrar yapılandırmaları salık veriliyor. Bu yeniden yapılandırmanın zamanlamasının önemli olduğu, yeniden yapılandırmaya mücbir sebebe dayanılarak yapılan hükümet uygulamalarına maruz kalındığında gidilmesinin doğru olmayabileceği ve korumadan yararlanmak için bunun daha önce yapılması gerektiği söyleniyor. Sonuç olarak; hükümetlerin mantıksız, orantısız, keyfi veya ayrımcı uygulamalarına karşı yatırımlarını yabancı yatırım anlaşmaları ile korumak için yabancı yatırımcılara profesyonel danışmanlara başvurmaları öneriliyor.
- Makaledeki tasvir ve önerilerin, 2007 küresel krizi ertesine benzer ve hatta hacim olarak daha da büyük olabilecek gelişmiş ekonomilerdeki parasal genişleme kararları ertesine gelmesi pek tesadüfe benzemiyor. Bu parasal genişlemenin Ülkemizin de içinde olduğu bazı gelişmiş ekonomilere doğrudan dış yatırım anlamına gelecek olması, bu makalenin yazılmasına neden olan yabancı yatırımcıların salgın-kriz-mücbir sebep falana karşı koruma isteyerek, yani bildik maliyetleri minimize ve kârları da maksimize etme amacıyla pazarlık masasına oturacaklarını gösteriyor. Hal buyken ve gelişmekte olan ekonomiler arasında da yabancı yatırımlarla ilgili yoğun bir rekabet varken bunları fiyatla, yani sadece destek-imtiyaz-ayrıcalıkla ikna etmek pek kârlı bir yol gibi görünmüyor. Dolayısıyla doğru düzgün doğrudan yabancı yatırımları çekmek için müphem-subjektif CDS skorları gibi kolpa müneccim göstergeleri biteviye tartışmak yerine sermaye kontrollerinin olmaması, kredilerde temerrüde düşülmemesi, türlü pazarlara fiili erişim becerisi ve yatırım alabilecek sektörlerin rekabetçiliği gibi net-objektif verilere odaklanılması çok daha akıllıca görünüyor.
- The Economist’den “Gıda mucizesi – The food miracle” (https://www.economist.com/leaders/2020/05/09/the-global-food-supply-chain-is-passing-a-severe-test) adlı makale veya KARNIN TOK SIRTIN PEK; ciddi bir sınavdan geçmeyi başaran gıda sektörünün salgın sonrasında neye-nasıl evrileceğini tartışıyor ve yoldaki tehditlere dikkat çekiyor.
- Makale; küresel salgın döneminde gıda tedarikinin sorunsuz bir şekilde sürmesinin bir mucize olduğunu ve bunun da 8 triyon dolarlık küresel tedarik zinciri ile yapılabildiğini, ancak bu durumun bir garantisi olmadığını ve bu zincirin çok iyi anlaşılması gerektiğini belirterek konuya giriyor.
- Akıllı telefon veya otomotiv sektörüne ait tedarik zincirlerine kıyasla küresel gıda tedarik zincirinin çok iyi bilinmediği, bu zincirin küresel GSMH’nin %10’unu oluşturduğu ve 1,5 milyar insanı istihdam ettiği kaydediliyor. Küresel gıda arzının 1970’den günümüze 3 kat arttığı, gıda yokluğu çekenlerin dünya nüfusuna oranının aynı dönem içinde %36’dan %11’e düştüğü, -sandığımın aksine- mesela reel rakamlarla mısır ya da kırmızı etin üretim maliyetinin 50 yıl öncesinden daha düşük olduğu belirtiliyor. Gıda ihracatının son 30 yılda altı kat arttığı ve insanların %80’inin başka ülkelerden gelen kalorilerle beslendiği söyleniyor.
- Bu başarının hükümetlere falan ait olmadığı, tam aksine -AB’nin ithal tarım ürünlerine tarım dışı ürünlere uyguladığının 4 katı tarife uygulamasının gösterdiği gibi- hükümetlere rağmen gerçekleştirildiği söyleniyor. Hükümetlerin gıda sektörüne müdahalelerin azaldığı, yine de gıda fiyatlarının sabitlenmesinde ve dağıtım ağlarının kontrolünde zaman zaman etkin oldukları ifade ediliyor. Küresel bir bakışla aralarında ABD, Hindistan, Rusya ve Vietnam’ın olduğu bir düzine dev gıda ihracatçısı ülkenin buğday ve pirinç gibi temel gıdalarda tekel oldukları, Minnesota-ABD’den Cargill ve Pekin-Çin’den cofco gibi yarım düzine dev gıda ticaret şirketinin de küresel düzeyde gıda ticaretini ellerinde tuttukları anlatılıyor
- Az oyuncudan kaynaklanan pazar konsantrasyonu ve hükümet müdahalelerinin iklim değişiklikleri ve emtia piyasalarındaki oynaklıkla birleşerek ciddi sorunlara yol açabileceği, 2007-2008 sezonunda yaşanan kıtlık ve artan enerji maliyetleriyle bazı hükümetlerin ihracatı yasaklamaları sonucu gıda fiyatlarının küresel düzeyde çok artması vakıası hatırlatılıyor. Dünyanın bu vakıadan gerekli dersi aldığı, mevcut salgın döneminde hububat arzının stokların da yardımıyla korunduğu, gıda nakliye firmaları ve limanların çalışmaya devam ettiği anlatılıyor. Dışarda yemek yeme alışkanlığının kesilmesinin fast-food firmalarını küçülttüğü ama e-ticaret ve lojistik firmalarını büyüttüğü, hükümetlerin 2007-2008 dönemindeki %19’a kıyasla gıda ürünlerinin sadece %5’lik kısmına dair korumacılık önlemlerine başvurduğu ve bunun da gıda fiyatlarının yükselmemesini, hatta düşmesini sağladığı belirtiliyor.
- Ancak gıda sektörüne yönelik salgından kaynaklı risklerin henüz sona ermediği, mesela ABD’de domuz eti tedarikinin %25 azaldığı ve eti için yabani hayvan avlama lisanslarının %28 arttığı, ABD ve Avrupa’nın gıda sektörleri için 1 milyon ilave göçmen işçiye ihtiyaç duyacağının tahmin edildiği kaydediliyor. Ayrıca akut gıda sıkıntısı çekenlerin dünya nüfusuna oranının %1,7’den %3,4’e çıkacağı, tüm bunların da orta-uzun vadede kötü sonuçları olacak hükümet müdahalelerine yol açabileceği kaydediliyor.
- Muhtemel olumsuz sonuçları engellemek için hükümetlerin sınır ötesi üretim yapmalarının, göçmen işçilere vize ve sağlık hizmetleri vermelerinin ve gıdaya ulaşamayan fakirlere nakit yardımlar sağlamalarının gerektiği söyleniyor. Ayrıca salgında büyük firmaların zor durumdaki küçükleri yutarak tekelleşmelerini ve sertifikasyon & kalite standartlarından oluşan gıda güvenliği sistemini güçlü bir şekilde sürdürerek virüsün yayılmasını engellemeleri gerektiği belirtiliyor. Salgından önce ABD-Çin-Fransa arasında yaşanan soya fasulyesi-peynir ticaret savaşı ile gıda güvenliğinin ancak kendi kendine yeterlilikle sağlanabileceği gibi yanlış bir anlayışın oluştuğu, oysa gıda güvenliğinin ancak karşılıklı ticaret ile mümkün olabileceği anlatılıyor.
- Önümüzdeki 30 yıl içinde gıda arzının %50 artırılıp ama karbon izinin %50 azaltılması gerektiği ve gıda sektöründe çoklukla teknolojiye dayanacak büyük bir verimlilik devrimine ihtiyaç duyulduğu vurgulanıyor. Sonuçta da; bunların ancak ciddi bir insan ve finans sermayesi ile yapılabileceği, gıda sektörünün sadece içinde bulunduğumuz salgın gibi olağanüstü durumlar için değil dünyanın olağan dönüşü için de ciddi bir dönüşümden geçmesinin gerektiği, sanılanın aksine gıda tedarikinin sürmesinin “cepte var bir” falan olmadığı söyleniyor.
- Salgın sonrası cazibesi artacak sektörlerin; insanları doyuracak gıda, yaşatacak sağlık ve koruyacak savunma sektörleri olacağı söyleniyor. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi misali insanı-dünyayı ve dolayısıyla sektörleri önce can-mide sonra canan-kalp üzerinden anlamlandıran bu öngörü, aslında tarihsel olarak defaatle yaşanmış bir gerçeği de hatırlatıyor: Gıda-sağlık-savunma güvenliğini/yeterliliğini sağlayabilen ülkeler diğerlerine karşı avantaj sağlıyor. Bu avantajın diğer ülkelerle işbirliği/paylaşımla mı ve nasıl sağlanacağı güçlü bir analiz ve ajanda gerektiriyor. Kazanıldıktan sonra bu avantajın tahakküm için mi yoksa birlikte efendi olmak için mi kullanılacağı ise çapınıza-meşrebinize-irfanınıza kalıyor.