Geçen Hafta Küresel Ekonomi Hakkında Ne Okudum & Ne Anladım
Tarafından 27 Mayıs 2020
0
992 Görüntülemeler
Merhaba,
18 – 22 Mayıs haftası için Geçen Hafta Küresel Ekonomi Hakkında Ne Okudum & Ne Anladım aşağıda arz-ı endam ediyor ve bunları okurken de şunu dinlemeniz öneriliyor: https://youtu.be/NQFNcfUygqA (Naci en Palestina – Emel Mathlouthi).
- The Economist’den “Güle güle küreselleşme – Goodbye globalization” (https://www.economist.com/leaders/2020/05/14/has-covid-19-killed-globalisation) adlı makale veya GELEN AĞAM GİDEN PAŞAM; salgınla beraber hızlanan anti-küreselleşmenin nereye ve nasıl evrildiğini konu alıyor.
- Makale; finansal kriz ve ABD-Çin ticaret savaşları ile zaten zarar görmüş küresel ticaret ve serbest mal-sermaye dolaşımının salgınla daha da sefil bir hale geldiği ve hızlıca toparlanamayacağı tespitleriyle başlıyor. Dünya tarihindeki türlü entegrasyon deneyimlerden 1990’larda ortaya çıkan küresel entegrasyonun en ileri gideni olduğu, lakin önce 2008 küresel krizi ardından da Başkan Trump ile keskinleşen ticaret savaşları ile büyük bir gerilemeye girdiği belirtiliyor.
- Salgının gerilemeyi hızlandırıp çatışmaları şiddetlendirdiği, mesela küresel mal ticaretinin bu yıl %30’a kadar düşmesinin beklendiği, Fransa-İngiltere’nin karantina kurallarıyla ilgili uzlaşamadığı, virüsün kökenleri için uluslararası soruşturma talep eden Avustralya’nın Çin’in yüksek tarifelerine mazhar olduğu, ABD’nin liderlik rolünü ve Çin’in de şeffaflaşmayı falan istemediği belirtiliyor. Göçmen işçilere -ihtiyaç duysalar dahi- herkesin uyuz olduğu ve hülasa dünya kamuoyunun küreselleşmeden uzaklaştığı anlatılıyor.
- Bunun sadece başlangıç olduğu, Trump ABD’si ve bazı diğer ülkelerin göçmen işçileri baskılayacağı, sınırların sadece sağlık vs. protokolleri aynı ülkeler arasında açılacağı, sonuçta dünya nüfusunun %90’ının izole olarak yaşayacağı ve nereden geldiğine bakılmaksızın mallara eşit muamele edilmesi esasına dayanan küreselleşmenin ciddi zarar göreceği anlatılıyor.
- Japonya-AB-ABD örneklerinde olduğu gibi hükümetlerin üretimi kendi sınırları içine hapsetmek için vergi mükelleflerinin paralarıyla firmalarına büyük teşvikler verdikleri, bunun ticarette anti-küreselleşmeyi desteklediği ve küreselleşmeyi ima eden e-ihracatın da toplam küresel ihracatın sadece %1,3’ünü oluşturduğu vurgulanıyor. Küresel ticaretteki gerilemenin sermaye akışlarını da olumsuz etkilediği, Çin’deki ABD menşeli girişim sermayesi yatırımlarının %60’da fazla düştüğü, 2020’de çok uluslu firmaların sınır ötesi yatırımlarının %33 azalmasının beklendiği ve dünya GSMH’sinin %59’unu oluşturan ülkelerde yabancı yatırım kurallarının sıkılaştığı aktarılıyor.
- Bunların sonunda küreselden ziyade ilişkili ama bağımsız ulusal ağlar şeklinde bir nitelik kazanacak ticaret sisteminin daha insancıl ve güvenli olmayacağı, yoksul ülkelerin daha geride kalıp zenginlerde de hayatın daha az özgür ve pahalı olacağı, bu parçalanmış dünyanın aşıyı bulma ve ekonomik toparlanmayı sağlama gibi işleri daha iyi yapamayacağı anlatılıyor. Ancak serbest mal-sermaye-insan kaynağı dolaşımının açık ticaret sistemini mahvetmesi nedeniyle artık kimsenin küreselleşme lehine konuşacak gücü bulamadığı ve korkuyla küreselleşmenin yerini alacak şeyin beklendiği söylenerek makale bitiriliyor.
- Bilip de bulduğunuz yerine görüp de ödünç aldığınız kavramları, mesela “küresel” kavramını cümle içinde kullanabilmek veya bunun tarafında ya da karşısında olmak çok anlamlı sonuçlar doğurmayabiliyor. Daha ziyade kavramı icat edenlerle bunların acentelerini abat eden küreselleşmenin bitmesi, tıpkı başlaması gibi–ucuza jean giymek, The Voice ve yerli uyarlamalarını dinlemek ve mochaccino gibi kahveleri içmek dışında- dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğunu pek ilgilendirmiyor. Dünyayı ve dünyanın iyiliğini ilgilendiren; ülkeler arasındaki ortalama ömür beklentisinin bu kadar farklı olmadığı bir entegrasyonun-dayanışmanın-paylaşımın ve vakur bir mütekabiliyetin nasıl sağlanabileceği oluyor ve belki de salgın böyle bir dünyaya yaklaşmanın imkânlarını sunuyor. Zaten aksi bir dünya sonraki salgınla tümden yok olmayı gayet hak etmiş olacak gibi duruyor.
- The Economist Intelligence Unit’den “Covid-19’dan sonra jeopolitik dengeler: Salgın bir dönüm noktası mı? – Geopolitics after Covid-19: is the pandemic a turning point?” (https://www.worldfootwear.com/news/could-covid-19-be-a-turning-point-in-geopolitics/4925.html) adlı makale veya BAKIN YAKLAŞIYOR YAKLAŞMAKTA OLAN; salgınla daha bir belirginleşen jepolitik çatışmaları ve muhtemel sonuçlarını konu alıyor..
- Makale; kriz zamanlarında küresel rekabetin azalmaktan ziyade arttığı tespitiyle ABD-Çin arasındaki küresel ekonomik savaşın şiddetleneceği öngörüyor ve bu öngörü üzerinden olup olacakları değerlendiriyor.
- ABD-Çin arasında süren dezenformasyon savaşında; ABD’nin Çin’i virüsü dünyaya yaymakla suçlaması bir tarafta ABD’nin salgın karşısındaki beceriksizliğini örtbas etme, ama diğer tarafta da Çin’e karşı ahlaki üstünlüğünün şeffaflıktan kaynaklandığını tüm dünyaya gösterme çabası olarak nitelendiriliyor. Karşı hamle olarak Çin’in salgından etkilenen diğer ülkelere göstere göstere yardım ettiğine ve Batılı ülkelerin salgın karşısındaki beceriksiz sağlık yönetimlerini türlü şekillerde ifşa ettiğine dikkat çekiliyor.
- Salgının güç dengesinin Batı’dan Doğu’ya kayışı hızlandıracağı, Avrupa ve ABD üzerindeki olumsuz etkisinin görece uzun süreceği ve buralardaki parasal & mali genişlemenin geri döndürülmesinin zor olacağı ve böylece yavaş büyüyen Batı ile hızlı büyüyen Doğu arasındaki farkın Doğu lehine artacağı söyleniyor. Salgını muhtemelen ilk kontrol altına alacak ülke olacak Çin’in var gücüyle ekonomisine yükleneceği, aşırı borç ve başka bazı sorunlarla uğraşmak zorunda kalacağı, ancak yine de uzun vadede güçlü yatırım, yenilikçilik ve verimlilik artışı ile Batı ekonomilerinden daha çok büyüyeceği ekleniyor.
- Çin’in salgından hemen sonra itibarının düştüğü ve ama türlü yardımlarla bunu onarmaya çalıştığı ve ABD ve Avrupa nezdindeki itibarının pek düzelemeyecek olmasının küresel olarak güçlenmesini engelleyemeyeceği anlatılıyor. Özellikle Afrika, Doğu Avrupa, Latin Amerika ve Güneydoğu Asya’da Çin’in önlenemez bir yükselişe gireceği öngörülüyor. Tedarik zincirlerinde Çin’e bu kadar bağımlı olmanın bazı yerelleştirme ve başka ülkelere kayma gibi sonuçlara yol açacağı, ama bunları realize etmenin epey bir zaman alacağı ve ne kadar realize edileceğin de müphem olduğu belirtiliyor.
- ABD gücünün azalmasının vakıa olduğu ama hala hem ekonomik hem de askeri olarak tartışılmaz hegemonik güç olduğu, Trump ABD’sinin Çin dışında Avrupa’yı da sistemik ve stratejik bir rakip olarak nitelemesinin ve zaten var olan Çin korkusunun Avrupa’yı iki arada bırakarak daha güçlü bir dış ve savunma politikası geliştirmeye zorladığı anlatılıyor. Salgınla birlikte bu rakip hırsların er meydanında test edileceği, bazılarının sandığı kadar zayıf ya da saf olmayan ABD’nin Çin’e karşı cezalandırıcı ticaret tarifeleriyle muhtemelen ilk hamleyi yapacak taraf olacağı söyleniyor.
- Salgında bırakın Pan-Avrupalı Beethoven 9. Senfonisi eşliğinde diğer ülkelere küresel liderlik yapmayı birlik içinde dahi yardımlaşmayı becerememesiyle AB’nin ciddi itibar kaybettiği, birliğin görece fakir üyeleri ve adaylarına yapılan geç ve yetersiz yardımların bunların kızgınlığını azaltmadığı anlatılıyor. Bu haliyle birlik üyeleri arasındaki kuzey-güney ve doğu-batı ayrımının derinleştiği, borç-göçmen-Brexit krizleri ardından virüs krizinin AB’yi daha da zayıflatacağı öngörülüyor.
- Rusya ve Türkiye’nin salgından kısa vadede etkilenebilecekleri, ama AB’nin üyelerine dahi yardım etmeyen ve ABD’nin de evine kapanan tutumları sonucu uzun vadede güçlenecekleri öngörülüyor ve Çin dışındaki kazananlar bu ülkeler olarak işaret ediliyor.
- Makale salgın sonrası hepimizi zor bir dünyanın beklediğini söylüyor. Bu dünyada “ABD-Çin’i, Çin Avrupa’yı ve Avrupa da Çin’i yer, sonra her şey de bize kalır.” diye bir şey –tüm kombinasyonları da dâhil olmak üzere- olmuyor, her zaman olduğu gibi çalışan kazanıyor elması kızarıyor, kurt yazıya falan gitmediği için meydan tazıya falan kalmıyor, birbirine iyiliği emredip kötülükten nehyetmek gerekiyor yoksa yerinize kolayca başkaları geliveriyor.
- Project Syndicate’den “Küresel Gücün Geleceği – The Future of Global Power” (https://www.project-syndicate.org/commentary/coronavirus-crisis-future-of-global-power-by-joschka-fischer-2020-05) adlı makale veya KOCA YAŞLI ŞİŞKO AVRUPA; küresel kriz olarak nitelediği covid salgını ile hızlanan ABD-Çin arasındaki hegemonik güç savaşında Avrupa’nın nasıl davranması gerektiğini konu alıyor.
- Makale; covid salgınını geçen yüzyılın dünya savaşları misali bu yüzyılın ilk küresel krizi olduğunu, I. Dünya Savaşının daha erken bir ekonomik entegrasyon ve küreselleşme çağını ertelediğini, II. Dünya Savaşının ise hegemonik gücün İngiltere’den nihayetinde ABD’ye geçmesine yol açtığını belirtiyor ve salgınla birlikte küresel güç dağılımının nasıl değişeceğini tartışmaya koyuluyor.
- Bu ölçekteki bir ekonomik krizin ciddi jeopolitik şokları da beraberinde getireceği, ABD’nin hiyerarşinin tepesindeki yerini koruyabileceği, ama daha güçlü ihtimalle Çin’in önderliğinde Doğu Asya hâkimiyetinin başlayabileceği söyleniyor. ABD-Çin arasındaki hegomonik güç olma yarışının salgından önce başladığı ve ama salgının bunu hızlandırdığı, salgına müdahalede yetersiz kalan ve muhtemelen ciddi bir ekonomik krizle de baş başa kalacak olan Trump’ın Kasım 2020’deki başkanlık seçimleri öncesi Çin’i günah keçisi yaparak yırtmaya çalıştığı belirtiliyor.
- Trump’ın Amerikan toplumunu bölmeyen ama birleştiren tek politikasının Çin’e karşıtlık olduğu, totaliter bir devlet olan Çin’in ekonomik ve teknolojik casusluk, haksız ticaret uygulamaları, Hindistan, Tayvan ve Güney Çin Denizi’ne karşı toprak iddiaları, Sincan’daki etnik ve dini azınlıklara karşı yürüttüğü asimilasyon ve Hong Kong’u kontrol altına alma çalışmalarıyla Amerikan toplumunun topyekûn karşıtlığını epey bir hak ettiği söyleniyor.
- Ancak Trump’ın yöntemindeki ABD’nin de sorumluluk almadan ve bunun bedelini ödemeden küresel liderlik haklarına sahip olmak gibi mümkünsüz bir isteği olduğu, bu ikircikli tutumunun Çin’in oluşacak jeopolitik güç boşluğunu doldurmak için uzun vadeli stratejilerini uygulamasını mümkün kıldığı anlatılıyor. Keza ABD’nin salgına karşı kendi insanlarını bile koruyamamasının itibarını epey bir sarstığı ve virüsün yeni bir dünya savaşına kıyasla hayli barışçıl bir şekilde hegemonik gücün değişmesine vesile olduğu ifade ediliyor.
- Bu iki gücün çatışması sürecinde Avrupa’nın kendini pek bir rahatsız durumda bulduğu, ABD’nin Çin’e karşı asıl niyetinin ne olduğunu anlamadığı ve 19. YY’da Avrupalıların yaptığı gibi Çin ile topyekûn bir çatışmaya girmesinden korktuğu anlatılıyor. Bu noktada Avrupa’nın tek seçeneğinin Çin’i stratejik rekabet temelinde uzun vadeli olarak kontrol altında tutmak olduğu, değer sistemleri açısından Batı ile hiçbir benzerliği olmayan Çin’in hâkimiyetindeki bir dünyanın Avrupa için açık bir yenilgi olacağı ve Trump’lu ABD’nin bile nur üstüne nur kalacağı söyleniyor. Nihayetinde de Avrupa’nın Çin ile stratejik ortaklık/rekabet ilişkisini sürdürmesi ve ama ekonomik veya teknolojik olarak Çin’e bağımlı olmaktan kaçınması öneriliyor.
- Peki, “Çin’in eli armut mu topluyor” veya “salgındaki derin yalnızlıklarıyla İtalya ve İspanya’nın da parçası olduğu birleşik bir Avrupa gerçekten var mı” sorularını hak eden bu Avrupa iyimseri makale yine de salgının güç ve ekonomi dengelerini değiştireceğini söylerken haklı görünüyor. Özetle; Almanya’nın bu ölçekte dış ticaret fazlasını ve patronajını koruyacağı, Kuzey Avrupalıların tepeden bakmalarına rağmen Almanya korkusundan zorunlu müttefik gördükleri Doğu ve Güney Avrupalılara sadece içlerinden söylenecekleri ve Güney Avrupalıların da gönüllerince yaşayıp göçmenleri Akdeniz’e terk edecekleri bir dünya değişecek gibi duruyor. Salgında test-vakıa-ölüm oranlarıyla Avrupa’nın birlikten ziyade dağınıklık olarak nitelenebilmesi ise sanki Çin’in de en az ABD kadar bu yaşlı kıtadan müttefikler bulabileceğini ve Ülkemizin de bundan yarar sağlayabileceğini söylüyor.
- The Economist’den “Bizim Covid – Covid Nostra” (https://www.economist.com/international/2020/05/16/the-pandemic-is-creating-fresh-opportunities-for-organised-crime) adlı makale veya ÇOCUĞUMA BİR TADELLE ALAMAYACAK MIYIM; salgınla beraber başlayan yeni normale -gerektiğinde hayırsever bir yüzle- hızla entegre olan organize suç örgütlerini konu alıyor.
- Makale; istatistiklere göre izolasyonların başladığı Mart ayından beri Avrupa-Asya-Amerika kıtalarında suç işleme oranlarında bir düşüşün yaşandığını, ancak bu istatistiklerin gerçeği yansıtmayabileceğini zira izolasyonun suçlular için de bazı şeyleri –mesela düşmanlarını ve rakiplerini bulmayı-kolaylaştırdığını ve dolayısıyla da özellikle organize suçların artmış olabileceğini belirterek başlıyor.
- Salgın döneminde sahte ilaç üretimi, tıbbi ürün dolandırıcılığı ve veri korsanlığı/fidyeciliği gibi yeni tip organize suçların arttığı, insanların özgürce dolaşmalarını gerektiren kumar-uyuşturucu-fuhuş gibi eski tip organize suçların ise şimdilik azaldığı anlatılıyor.
- Önemli bir organize suç sektörü olan uyuşturucuda hammaddeyi sağlayan Afganistan ve Kolombiya’daki afyon ve koka hasatlarının salgından etkilenmediği, uyuşturucu üretiminde kullanılan kimyasallardaki arz düşüşünün geçici olduğu, uyuşturucunun karayolu yerine otonom araçlarla havadan ve denizden taşındığı ve piyasanın perakende fiyatlarının artmasıyla yeni duruma adapte olduğu belirtiliyor.
- Çetelerin yoksullara gıda yardımı, sokağa çıkma yasağını uygulatma ve dezenfeksiyon gibi türlü hayır işleri yaptıkları, ama bunların genellikle suç eylemlerini örtmeye yaradığı ya da suç örgütlerinin meşruiyetini artırarak devletin suçla mücadelesini zorlaştırdığı söyleniyor.
- Ekonomik daralmayla suç örgütlerinin; yüksek işsizlikten bunalan insanların arasından daha kolay eleman bulabilecekleri, sektörlere destek vermeyi amaçlayan kamu sözleşmelerini kazanıp büyüyebilecekleri ve ucuzlayan değerleriyle daha fazla şirketi paravan olarak satın alabilecekleri anlatılıyor. Maalesef politikacıların salgının etkileriyle mücadeleden meşgul oldukları ve gelişmeleri bilmelerine rağmen artan organize suçlara yeterince müdahale edemedikleri belirtilerek makale bitiriliyor.
- Organize suç örgütlerinin bile salgınla başlayan değişimi lehlerine kullanmaya ve bunun için de dönüşmeye çalışmaları; yeni ekonomik dengelenme süreçlerinde proaktif olarak yer almanın önemini gösteriyor. Bu süreci kenardan “insanlar elele tutuşsa, hayat bayram olsa” naifliği-korkaklığı-tembelliğiyle izleyenler geldikleri gibi boş-beleş-fakir gidiyor, izlemekten ziyade izlenenler ve dahi izlenemeyenler ise alacaklarını alıyor. Önemli bir husus olarak; talih bile ajandası olana gülümsüyor veya parası olana borç veriliyor veya almak için önce emek vermek ve niyet etmek falan gerekiyor.
- The Economist Intelligence Unit’den “2020’de Küresel Ekonomide İlk Beş Risk – Top Five Risks to the Global Economy In 2020” (https://www.eiu.com/public/topical_report.aspx?campaignid=globalrisks2020) adlı 2020 başlarında kaleme alınmış makale veya ???; küresel büyümeyi bu yıl için %2,9 bekleyen bir grup analistin perspektifinden küresel ekonominin karşılaşabileceği beş önemli riski ve gerçekleşme ihtimallerini sıralıyor.
- (1) ABD-İran Çatışmasının Petrol Fiyatlarını Artırması: ABD’nin 3 Ocak’taki Kasım Süleymani suikastının İran ile gerginliği artırdığı, doğrudan çatışmadan kaçmak her iki tarafın işine gelse de Yemen, Lübnan, Suriye ve Irak gibi diğer bölgelerde vekâlet savaşları ve iki taraflı siber savaşlar yaşanabileceği, bunların da %25 ihtimalle doğrudan çatışmalara yol açabileceği söyleniyor. Bu durumda küresel petrol arzının %20’sinin geçişine ev sahipliği yapan Hürmüz Boğazı’nın kapanabileceği, petrol fiyatlarının da varil başına 90 dolara kadar çıkıp enflasyonu artırabileceği ve talebi düşürebileceği belirtiliyor.
- (2) ABD-AB Ticaret Savaşının Patlak Vermesi: ABD’nin AB’den otomotiv ithaline ilişkin %25 ek tarife tehditleri şimdilik ortadan kalkmış gibi görünse de Airbus’a sübvansiyon sağlaması soruşturmaların ardından çeşitli AB mallarına Ekim 2019’da tarifeler getirdiği, dijital hizmetler vergisi nedeniyle Fransa’yı ek tarifelerle tehdit ettiği ve AB’nin yeni Yeşil Düzen(Green Deal) anlaşmasının da sürtüşmelere neden olacağı belirtiliyor. Çin ile işi bittikten sonra AB’ye de karşı verdiği dış ticaret açığı meselesine dönecek olan ABD’ye AB’nin çok fazla bir şey vermeyebileceği, özellikle tarım ürünleri konusunda AB’nin korumacılığı seçebileceği ve sonuçta da %25 ihtimalle ikisi arasında bir ticaret savaşının patlak verebileceği söyleniyor. ABD’nin ilk elde tarifeleri yükselteceği otomotiv sektörünün AB’deki istihdamın %6’sını oluşturduğu hatırlatılarak bu savaşın hem küresel ekonomiyi hem de taraf seçmek zorunda kalacakları için tek tek diğer ülkeleri etkileyeceği vurgulanıyor.
- (3) Corono Salgınının Dünya Ekonomisine Kalıcı Zara Vermesi: Salgının yayılması ve uzun sürede kontrol altına alınabilmesi durumunda tedarik ağlarının Çin’den dışarı çıkacağı ve türlü ikili ticaret anlaşmalarıyla küresel ticaretin sınırlanacağı söyleniyor. Bu durumda Çin’in ABD-Çin ticaret anlaşmasına uymayacağı, yani ABD’den ithalat yapmayacağı ve bunun da gerilimi tekrar artıracağı anlatılıyor. Buna ABD’nin karşılık vermesiyle Çin açısından dış talebin ve dolayısıyla üretimin düşeceği, bunun emtia fiyatlarını ve küresel ihracatı azaltacağı ifade ediliyor. Çin’in uygulamak zorunda kalacağı gevşek para ve maliye politikalarının küresel düzeyde büyük özel borç stoku ve uzun vadeli finansal istikrar sorunlarını beraberinde getireceği vurgulanıyor.
- (4) Gelişmekte Olan Ekonomilerdeki Borç Yükünün Durgunluğa Sebep Olması: 2008 küresel finans krizinden sonra 10 yıl boyunca düşük seviyelerde seyreden borçlanma oranlarının gelişmekte olan ekonomilerin borçlanma oranlarını çok yükselttiği, ancak küresel büyümeye ilişkin olumsuz beklentilerin ve ABD’deki şirket borç & risklerinin artmasının güçlü dolara yol açabileceği ve bunun da gelişmekte olan ekonomilerin borçlanma maliyetlerini artırıp durgunluğa girmelerine neden olabilecekleri belirtiliyor. Gerçekleşme ihtimali %20 olarak verilen bu riskin dünyanın büyük bir bölümünü durgunluğa itecek bir tüketim daralmasına yol açabileceği söyleniyor.
- (5) Protestoların Asya’nın En Büyük Finans Merkezi Hong Kong’un Boşalmasına Yol Açması: Haziran 2019’de başlayan Hong Kong protestolarının Eylül 2020’de yapılacak seçimlerle tekrar alevlenebileceği, Çin’in bu kez Hong Kong’un geniş kapsamlı özerkliğine doğrudan müdahale edebileceği ve bunun sonucunda şehri finans merkezi yapan bir sürü işletmenin Singapur, Tokyo, Taipei veya Bangkok’a kaçabileceği belirtiliyor. %15 ihtimalle listeye giren bu riskin gerçekleşmesi durumunda Çin ile Batı arasındaki gerilimin daha derinleşeceği de ekleniyor.
- 2020 başında öngörülen risklerle bugün içinde olduğumuz halin arasındaki dramatik bir farkın olması ve ama salgın az-çok kontrol altına alındıktan sonra bu risklerle bezeli ajandaya hızla geri dönülecek olması insanın kafasını karıştırıyor. Yani dünya; tasalar ve endişelerle, sonra bunları önemsizleştiren ve nostaljiyle/mumla aratan daha büyük tasalar ve endişelerle, sonra bunların ortadan kalkmasıyla eski itibarlarını kazanan tasa ve endişelerle biteviye dönüp duruyor ve kafa karışıklığından kurtulduktan sonra insanın biraz canı sıkılıyor.
Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu Üyesi Dr. Hakan Yurdakul