Geçen Hafta Küresel Ekonomi Hakkında Ne Okudum & Ne Anladım
Tarafından 8 Haziran 2020
0
953 Görüntülemeler
Merhaba,
25 – 29 Mayıs haftası için Geçen Hafta Küresel Ekonomi Hakkında Ne Okudum & Ne Anladım aşağıda arz-ı endam ediyor ve bunları okurken de şunu dinlemeniz öneriliyor: https://youtu.be/YJtsql7tRto?list=RDYJtsql7tRto (Under The Jasmine Tree – Soraya Ksontini & Mark Kelly).
- The Economist’den “Covid-19’un bir sonraki aşaması – The next stage of covid-19” (https://www.economist.com/leaders/2020/05/23/lifting-lockdowns-the-when-why-and-how) adlı makale veya CANA KARŞI CAN; salgınla başlayan tam izolasyon/kilitlemenin mecburen açılmasıyla karşılaşılacak sorunları ve ilişkili önerileri konu alıyor.
- Makale; salgın sonucu başlatılan kilitlemenin salgını çok yüksek bir maliyetle yavaşlattığı ve hükümetlerin hızlı tepki vermeleri gerektiği için o aşamada kilitlemenin maliyetlerine fazla kafa yoramadıkları tespitiyle başlıyor. Sosyal mesafe uygulamasının uzun süre devam edebileceği ve ancak kilitlemenin yüksek maliyetleri nedeniyle geçici olabileceği üzerinden kilitlemenin yavaş yavaş sona erdiğine dikkat çekiliyor. Kilitleme maliyetinin çeyreklik bazda Hindistan için %45 ve Güney Afrika için %23,5 küçülme olduğu, kilitleme sona ererse Hindistan’ın %20 büyümesinin beklendiği anlatılıyor.
- Salgının yoksulları daha fazla etkileyeceği, salgınla birleşen kilitlemelerin günlük 1,9 dolardan daha az geliri olan yoksulların sayısını 440 milyon artırarak 1 milyarın üzerine çıkarabileceği ve yoksullukla mücadelenin 10 sene zaman kaybedeceği söyleniyor. Kilitlemelerin sağlık servislerini de sekteye uğrayacağı, Afrika’da kilitlemeyle engellenen her 1 Covid-19 ölümüne karşı 140 çocuğun aşı olmadığı için ölebileceği ve tüberkülozla mücadelenin kilitlemeyle durması neticesinde 2020-2025 arasında 1,4 milyon insanın kaybedilebileceği anlatılıyor. Hülasa kilitlemeyle engellenen can kayıplarının aynı nedenle oluşacak can kayıplarından az olabileceği belirtiliyor. Zengin ülkeler için daha az dramatik olsalar da yine endişe verici gelişmelerin olduğu, ABD’de işsizlik oranının %3,5’den %14,7’ye yükseldiği, İngiltere’de yeni mezunların aldığı iş tekliflerinin %33’ünün iptal edildiği veya ertelendiği, kurtarılan Covid-19 hastalarının %40’ı kadar insanın kanser konsültasyonlarının ertelenmesi nedeniyle kaybedileceğinin öngörüldüğü söyleniyor.
- Kilitlemeler bu maliyetleri doğururken kilitlemeleri açmanın da başka maliyetler doğurduğu, mesela İran’ın ekonomisini kurtarmak için Nisan’da kilidi açması neticesi ikinci dalga salgınla yüzleştiği ve aynı sonun ABD’nin Georgia eyaleti için de cari olabileceği söyleniyor. Salgınla mücadele odaklanmanın önemi; Kanada’daki ölümlerin %80’inin nüfusun sadece %1’ini içeren bakım evlerinde gerçekleşmesi ya da İsveç’teki ölümlerin çoğunun kalabalık evlerde yaşayan mülteciler arasında görülmesi vakıalarıyla gösteriliyor. Nereye odaklanacağının belirlenmesi için de mümkün olduğu kadar çok test yapılması gerektiği söyleniyor ve başarılı örnekler olarak Almanya ve Güney Kore zikrediliyor.
- Fayda-maiyet hesapları üzerinden; maske kullanımına devam edilmesi, okulların riski azaltan kurallarla yeniden açılması, birden fazla işyerinde çalışılmasını gerektiren iş modellerinin engellenmesi ve sosyal mesafe kurallarına uyulması öğütleniyor. Yoksul ülkelerin bunları tam olarak yapamayabileceği, ama onların da ucuz hijyen araçları ve sosyal çerçeveleme gibi kısmi karantina önlemleriyle, kilitlenip aç kalmaktansa yarı açık ve tok kalabilecekleri belirtiliyor. Salgına hızla cevap vermek zorunda kaldıkları için mazur görülebilecek hükümetlerin ikinci aşamada böyle bir mazeretlerinin olmayacağı vurgulanıyor ve dolayısıyla risk gruplarını belirleyip uygun programları hızla hayata geçirmeye hazır olmaları gerektiği konusunda uyarılıyorlar.
- Salgının doğurduğu cana karşı can şeklindeki ödünleşmeyi çok iyi resmeden makale; kilitlenme sonrası yeni normal için kısmi çözümü, maske-mesafe-hijyen ve riskli gruplara daha yoğun odaklanma olarak özetliyor. Zaten bildiğimiz ve ama önemli bir gerçeklik olarak hiçbir ülkenin kilitlemeye uzun süre dayanamayacağını vurguluyor ve kilitlemeyi en sonunda yapmak zorunda kalmaktansa mümkün önlemlerle şimdi yapmanın ehveni şer olacağını söylüyor.
- Bloomberg Businessweek’den’den “Girişim sermayesi Amerikan sağlık hizmetini nasıl mahvediyor – How private equity is ruining American health care” (https://www.bloomberg.com/news/features/2020-05-20/private-equity-is-ruining-health-care-covid-is-making-it-worse) adlı makale veya GİRİŞİM SERMAYESİ ŞİRKETLERİ GALİBA CUMHURİYETÇİ İMİŞ; son 5 yıllık dönemde ABD sağlık kuruluşlarının aldığı özel/girişim sermayesi yatırımlarını konu alıyor.
- Makale; ABD’de çok yaygınlaşmış bir fonlama modeli olarak Goldman Sachs Group’dan aldığı hisseye dönüşebilecek bir krediyle 2007’den sonra 40’dan fazla şube açan ve bir dermatoloji poliklinik zinciri olan California Skin Institute’un (CSI) Kaliforniya valisinin aksi tavsiyesine rağmen salgın sürecinde açık kalmayı sürdürmesi hikâyesiyle başlıyor. CSI’nin sahibi Dr. Greg Morganroth’un tedbir almaları kaydıyla açık kalmalarının normal olduğu ve tıpkı açık kalan gıda sektörünün temel gıda maddeleri yanında lüks gıdaları satması gibi sağlık sektörünün de botoks gibi ek servisleri sunmaya devam edebileceği açıklamaları naklediliyor.
- Morganroth’un ileri sürdüğü “salgında botoks servisleri açık kalsın” önerisinin çoğu insana saçma görünebileceği, ancak dünyayı nakit akışı ile anlamlandıran Wall Streeet yatırımcılarının gözüne gayet makul göründüğü anlatılıyor ve bir süredir girişim sermayesi şirketlerinin sağlık harcamalarındaki hızlı artışla birlikte sağlıkla ilgili gördükleri her şeyi satın aldıkları hatırlatılıyor.
- ABD’de son beş yılda girişim sermayesinin dermatoloji başta olmak üzere tıbbi uygulamalara 10 milyar dolarlık yatırım yaptığı, bugünün yetişkinleri olan bebek patlaması kuşağının cilt kanseri ve cilt bakımı alanlarında ciddi bir talep oluşturdukları ve ABD dermatoloji pazarının zaten %10’una sahip olan yatırım şirketlerinin kadın sağlığı, üroloji ve gastroenteroloji gibi diğer uzmanlık alanlarını da hedefledikleri aktarılıyor.
- Hedefleri genellikle 3-5 yıl içinde %20-30’luk bir getiri olan girişim sermayesi şirketlerinin bir tarafta sağlık çalışanlarını hastalarla yatırımcılar arasında mümkünsüz bir seçime zorladıkları, ama diğer tarafta bu yeni yatırımlarla daha fazla hastaya erişimi mümkün kıldıkları anlatılıyor. Yine de genel ketum tarzları ve çalışanlarını gizlilik sözleşmeleriyle sessizleştirmeleri nedeniyle girişim sermayesinin sağlık sektöründeki olumlu etkilerinin ölçülemediği ifade ediliyor. Ardından yatırım almış 10 büyük dermatoloji grubunun nasıl çalıştığı ve neden bazen başarısız oldukları konulu çalışmaya dayanılarak yatırım döngüsü 5 adımla anlatılıyor:
- 1. Adım – Evlilik: On yıl öncesine kadar tıp lisansına sahip olmayanların doktorların çalıştığı sağlık kurumlarını (muayenehane ve poliklinik) satın almalarının ABD’de yasal olarak mümkün olmadığı, ama zeki avukatların girişim sermayesi şirketlerinin “klinik olmayan” varlıkları satın alıp doktorlara da bunların kullanımını yönetim giderleri adı altında faturalamalarını mümkün hale getirdikleri ve tüm tıbbi kararları “teorik” olarak doktorlar aldığı için sorunsuz bir evliliğin mümkünleştiği anlatılıyor. Girişim sermayesi şirketlerinin çok sayıda sağlık kurumunu satın alarak ölçek kazandıkları, bunu da hem tıbbi malzemeleri daha ucuza satın almada hem de sigorta şirketleri ile pazarlıkta daha yüksek geri ödeme oranları almada kullandıkları belirtiliyor. Doktorların muayenehanelerini 2-7 milyon dolara sattıkları, bu bedelin %20-30’unu yeni yapının hisseleri şeklinde aldıkları, satıştan önceye kıyasla daha düşük ücretlerle aynı yapıda çalışmaya devam ettikleri aktarılıyor ve böylece de doktorlarla girişim sermayesi şirketlerinin evliliğin gerçekleştiği aktarılıyor.
- 2. Adım – Büyüme: Evliliğin ardından daha fazla hasta vaadi ile yeni doktorların transfer edildiği, daha fazla hasta ziyareti için reklam ve indirim kuponu gibi promosyon araçlarının bolca kullanıldığı ve doktorlarınki de dahil olmak üzere çalışan ücretlerinin hasta sayısına bağlandığı belirtiliyor. Bu durumun hastanın gerçek ihtiyaçlarından ziyade skor yapacak şekilde daha fazla analiz ve muayene ile sonuçlandığı, girişim sermayesi şirketlerinin tıbben gerekli olup olmadıklarından bağımsız bir şekilde daha kârlı işlemlere yöneldiği/yönelttiği ve ayrıca sağlık servis zincirindeki diğer yatırımlarını, mesela laboratuvar yatırımlarının kullanımını da bu şekilde maksimize ettikleri kaydediliyor. Bu gelir zinciri ile sağlanan düşük gider ve yüksek kâr ortamına da büyüme adı veriliyor.
- 3. Adım – Sinerji: Büyüme döneminde maliyetlerin azalmasının hem doktorların hem de hastaların lehine olabileceği, ancak bazı tıbbi ve genel sarf malzemelerindeki aşırı maliyet kısıntılarının sorunlara yol açabildiği ve daha önemlisi sigorta şirketlerinden daha fazla para alabilmek için hasta ve doktor başına düşen vizite sayılarının artırılmasının yaygın bir uygulama olduğu söyleniyor. Uzman doktorlara kıyasla daha ucuz sağlık personelinin daha fazla istihdamını da kapsayan bu artık olgunlaşmış gider azaltımı ve gelir artırımı dönemine de sinerji adı veriliyor.
- 4. Adım – Birikeni Toparlama: Girişim sermayesi şirketlerinin maliyetlerini çıkarıp kabul edebilecekleri miktarda kâra geçtikten sonra yatırımlarını başka girişim sermayesi şirketlerine sattıkları ve bu yeni şirketin de ilgili sağlık kuruluşunu daha düşük maliyetli hale getirmeye koyulduğu belirtiliyor. Bu süreçte örneklerle bazı doktorların etik kurallara uymadığı ve hastaları gereksiz ya da riskli operasyonlara yönlendirdikleri, yani kâr için hastaların sağlığını riske attıkları, girişim sermayesi şirketleri tarafından atanmış yöneticilerin ise kârlılığa ilişkin bir sorun olmadığı müddetçe bunları görmezden geldikleri anlatılıyor.
- 5. Adım – Satış: Bazı durumlarda yatırım yapılmış sağlık kuruluşundaki maliyetlerin düşürülemediği ve bu durumda bunların çok daha büyük ölçekli girişim sermayesi şirketlerine satışlarının kaçınılmaz olabildiği söyleniyor. Verilen bazı örneklerde maliyetleri düşüremeyen bazı sağlık kuruluşlarının iflas edebildiği ya da ciddi borç bataklığına düşebildiği, zira sağlık kuruluşlarında kârı maksimize etmenin de doğal bir üst sınırı olduğu aktarılıyor.
- Finalde; salgının hastalarını kârlı opsiyonel servislere yönlendirmek yerine enfekte olanları tedavi etmeye zorlayarak sağlık kuruluşlarını finansal olarak zorladığı ve bu durumun da bu kuruluşları görece ucuza alabilecek girişim sermayesi şirketlerine yaradığı anlatılıyor. Salgın öncesi günlerinde yatırım tekliflerini reddeden çok sayıda doktorun ve sağlık kuruluşunun yeni (ve muhtemelen öncekinden daha düşük) teklifleri kabul etmek ve uzun süreli işten ayrılmama sözleşmelerini imzalamak zorunda kalacakları söyleniyor. Zaten yatırım almış mevcut sağlık kuruluşlarının da hem işin ortağı doktorlar ve sağlık personeli hem de girişim sermayesi şirketleri açısından salgına rağmen açılmaktan ve şova devam etmekten gayrı bir seçeneklerinin olmadığı ekleniyor ve makale böylece bitiyor.
- ABD medyasının çoğunluğu gibi az cumhuriyetçi çok demokratçı dergi; süper liberalizmin önemli araçlarından biri olan girişim sermayesi yatırımlarının sağlık (ve muhtemelen eğitim) gibi sosyal hizmet odağının yoğun olduğu alanlarda olmasını sakıncalı bir şey olarak aktarıyor. Hemen herkesin haklı yanlarını öne çıkarıp haksız yanlarını halının altına süpürdüğü bu bildik dünyada makalenin tespitine tamamen inanmak zor görünüyor, ama kâr odağının sosyal servislerde çok ikircikli ajandalar ortaya çıkarabileceği de her yerden görünüyor. Hemen her durumda olduğu gibi işbu durumda da, aracın, yani girişim sermayesinin kafadan iyi ya da kötü olduğunu söylemek kötü fikir, tüm taraflara optimum fayda sağlayabilecek bir kurguda girişim sermayesinin –sağlık ve eğitim sektörleri de dahil olmak üzere- nasıl faydalı bir rol olabileceğini tartışmak ise iyi fikir gibi görünüyor.
- The Economist’den “Varlık fonları– Sovereign-wealth funds” (https://www.economist.com/leaders/2020/05/23/lifting-lockdowns-the-when-why-and-how) adlı makale veya PARA KAZANMAK ZORUNDA OLANLAR; emtiaya dayalı varlık fonlarının salgınla birlikte karşılaştıkları sorunları ve muhtemel geleceklerini konu alıyor.
- Makale; Rusya ve Suudi Arabistan varlık fonlarının aşı, eğlence, ulaşım ve paylaşımlı servisler gibi alanlara yaptıkları yatırımlardan bahsederek bir giriş yapıyor ve emtiaya dayanan varlık fonlarının küresel gelirin %10’una tekabül eden 8 trilyon dolarlık bir hacmi yönettiklerini hatırlatıyor. Varlık fonlarının, emeklilik ve sigorta fonlarına kıyasla normal zamanlarda çok sabırlı yatırımcılar oldukları, zira hemen kimseye karşı yükümlülük falan taşımadıkları, ancak salgın sonucu emtia fiyatlarının düşmesiyle birlikte ufukta beliren ekonomik çöküş riskinin varlık fonlarının yatırım şekillerini değiştirdiği belirtiliyor.
- 1950’lerde ilk kez Kuveyt’in kurduğu emtia gelirlerine dayalı varlık fonlarının; emtianın tükenmesi durumunda kullanılacak yedek akçe oluşturmak ve zenginliği-sonraki nesillere transfer etmek şeklinde temel iki amaçlarının olduğu, Çin’in petrol talebinin rekorlar kırdığı 2000’lerde hızlı büyüdükleri ve 2010’larda da çok yüksek yatırım dönüşleri elde ettikleri kaydediliyor. Kuveyt Varlık Fonu yatırım dönüşlerinin 2015’den beri beklenen %4-5 seviyesinin neredeyse iki katına erişmesi de örnek olarak zikrediliyor.
- Piyasaların bu yılki durumunu büyük ölçüde varlık fonlarının belirlediği, işlemlerin %80’ini gerçekleştiren 15 varlık fonunun yatırım yaptıkları kamu hisselerinde 62 milyar dolarlık bir kayıp yaşadıkları, Çin’in en büyük 4 bankasında yatırımı olan Çin Yatırım Fonu’nun bu kaybın %66’sını yüklendiği ve ancak diğer fonların kayıplarının 2008’deki kayıplarının üçte birinden az olduğu anlatılıyor. 2019 başlarında varlık fiyatları rekor seviyelere çıktığı için fonların çoğunun nakitte kalmayı tercih ettikleri ve varlık fiyatlarının aşağı doğru yeniden değerlenmesini bekledikleri ifade ediliyor.
- Hükümetlerce sağlanan teşviklerin küresel GDP’nin %3,8’ine ulaşarak 2008 krizinde verdiklerinin 2 katını geçtiği ve böylece hisse senetlerine ilave değer ekledikleri, ama varlık fonlarının da akıllandığı ve kozmetik olanlar yerine düzgün yatırımlar yapmak için çok sayıda profesyoneli istihdam ettikleri söyleniyor. Piyasaların eskiye kıyasla çok daha fazla yatırım alanı sunduğu, bu sayede varlık fonlarının bir şeyi alma ve satma arasındaki marjinlerinin (yani kâr beklentilerinin) giderek yükseldiği, örneğin Norveç Fonunun dünyadaki hisse senetlerinin %1,5’una sahip olduğu belirtiliyor.
- Suudi Arabistan Varlık Fonu’nun salgın döneminde kurvaziyer operatörüne, diğerlerinin ise ucuzlayan Çin varlıklarına ve gayrimenkul fonlarına yatırım yaptıkları anlatılıyor. Varlık fonlarının yatırımlarının son yılarda pek likit olmayan özel pazarlara yoğunlaştığı, bu pazarların genellikle hisse senedi piyasalarını takip ettiği ve ama kriz dönemlerinde değerlemelerin belirsizleşmesiyle marjinlerin çok arttığı, düşük faiz oranlarının özel pazarlarda normalde fiyatların artırmasıyla sonuçlanması gerektiği ve ama tüm yatırımcılar çok temkinli davrandıkları için bu beklentinin gerçekleşmediği aktarılıyor.
- Varlık fonlarını olumsuz etkileyen daha önemli sorunlar olarak; Körfez hükümetlerin salgınla ilgili ekonomik desteklerin finansmanı için kaynak istemeleri, Asya hükümetlerinin acil durum varlıklarının likitleştirilmesini istemeleri, Norveç Varlık Fonu’nun da 2020’de her zamanki %3 oranı yerine varlıklarının %4,8’ini nakit olarak hazineye aktarması ve zordaki şirketleri desteklemek için 1 yerine 3 kez kâr dağıtımı yapması sıralanıyor.
- Varlık fonları üzerindeki finansal baskının petrol gelirlerinin toplam varlıklarının %2,5’inden %1’ine düşmesiyle daha da artacağı, Körfez fonlarını bu sene varlıklarının %15’ine denk gelen 300 milyar dolarlık bir küçülme yaşayacakları söyleniyor. Gelir-giderleri arasındaki artan makasın daha fazla likide geçip daha fazla ülke içi yatırımlarla iktifa etmek zorunda kalmalarıyla sonuçlanacağı belirtiliyor. Artan gelir beklentilerini karşılamak için büyük varlık fonlarının gelecek vadeden sektörlerde daha aktif yatırımcılar olabilecekleri ve mesela sağlık sektörüne yönelik hızla artan yatırımlarının da bunu gösterdiği söylenerek makale bitiriliyor.
- Salgınla birlikte ülke içi destek/teşvikleri finanse etmek için küçülecek emtiaya dayalı varlık fonlarının diğer tarafta sağlık gibi cazip alanlara yoğunlaşmaları önemli bir tespit gibi görünüyor. Salgına-küçülmelerine-ülke içine yatırım yapmak zorunda olmalarına rağmen emeklilik fonlarına kıyasla daha cesur ve uzun vadeli davranma kapasitesine sahip emtiaya dayalı varlık fonlarının neye ve nasıl davet edileceklerine çalışmak ise hala ve hatta daha kârlı bir iş gibi duruyor.
- Project Syndicate’den “Ne İçin Hazırlanmalıyız? – What Should We Be Preparing For?” (https://www.project-syndicate.org/commentary/covid19-response-needs-financing-for-developing-countries-by-ricardo-hausmann-2020-05) adlı makale veya ZENGİNLERİN SORUMLULUĞU; salgının başlattığı büyük ekonomik durgunluğu ve bundan çıkmak için rezerv para sahiplerinin neler yapması gerektiğine ıdaklanıyor.
- Makale; Kategori-2 ve Kategori-5 büyüklüğündeki fırtınalara aynı şekilde hazırlanılamayacağı metaforu üzerinden salgının yol açtığı durgunluğun gerçekçi bir şekilde değerlendirilmesi ve buna uygun bir şekilde tepki verilmesi gerektiği tespitiyle giriş yapıyor.
- Salgına karşı kilitleme/izolasyon ve test stratejisinin bazı ülkelerde başarıyla uygulanıp (Arnavutluk, Ürdün, İsrail, Lübnan, Tunus, Kosta Rika, Belize, Uruguay, Tayland ve Namibya) yayılım ve ölüm trendini yataylaştırdığı, ama bazı ülkelerde uygulanmadığı (İtalya, Fransa, İspanya, Birleşik Krallık ve ABD’de) ve buralarda büyük kayıpların yaşandığı belirtiliyor. Ekonomik kaygılardan dolayı kilide devam desteğinin azalmasıyla çok sayıda ülkenin virüsün hızla yayılması riskine rağmen kısmen normalleşmek zorunda kaldıkları anlatılıyor. Ayrıca kilitlemenin bazı ülkelerde (Hindistan, Rusya, Arjantin, Şili, Meksika, Peru, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Katar, Umman, Güney Afrika ve Cibuti) vakıa ve ölüm sayısını azaltamadığı da kaydediliyor. Ve bu ülkelerin ne güvenli bir şekilde açılma ne de kilitli kalmaya devam etme imkânına sahip olmadıkları vurgulanıyor.
- İngiltere’nin 1706’dan beri yaşanan en kötü durgunlukla karşı karşıya olduğu, ABD’de 40 milyona yakın insanın işini kaybettiği, ama benzer iş kayıplarına uğrayan ve İngiltere & ABD kadar kolay borçlanma (aslında karşılıksız para basma) imkânına sahip olmayan Peru gibi ülkelerin ise çok daha kötü durumda oldukları kaydediliyor. Gelişmekte olan ekonomilerin 2020 ikinci çeyreğinde %20-40 küçüleceklerinin öngörüldüğü, ancak uluslararası örgütlerin kötü havayı yaymamak için bu öngörüleri paylaşmadığı belirtiliyor.
- Daha kötü bir haber olarak kilitlenme sonrası toparlamanın beklendiği kadar hızlı olmayacağı, zira süren enfeksiyon tehdidi ve sosyal mesafe kurallarının ekonomik faaliyetleri sınırlayacağı anlatılıyor. Seyahat ve turizm sektörlerinde bir aşı bulunana kadar kesin bir çözümün olmayacağı, sermayenin gelişmekte olan ekonomilerden kaçtığı ve bu ekonomilerin kredi derecelendirme kuruluşlarından aldıkları puanların düştüğü kaydediliyor. Gelişmekte olan ekonomilerde finansmana erişimde yaşanan zorluğun duran ekonomi neticesi vergi gelirlerinin düşmesiyle daha da arttığı, üstelik bu ekonomilerin yurtiçinde finansman bulmalarının mümkün olmadığı ve mecbur yurtdışına yöneldikleri belirtiliyor.
- Bretton Woods ile kurulan II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası kuruluşlarının salgınla başlayan ekonomik krizde yetersiz kaldıkları, zira türlü kurallarla sıkı sıkıya bağlandıkları, örneğin IMF’nin ülkelere kotalarının% 100’üne eşdeğer Hızlı Finansman Aracı Kredileri verebildiği ve bunun da bir ülkenin GSYİH’sının% 1’inden daha azını oluşturduğu, yani pek bir işe yaramadığı belirtiliyor. Dünya Bankası ve bölgesel kalkınma bankalarının daha fazla sermayeye ihtiyaç duydukları, ama uluslararası örgütler üzerinden de devam eden mevcut ABD-Çin çatışması nedeniyle bunun mümkün olmadığı ve olmayacağı anlatılıyor.
- Böyle kötümser bir ortamda makalenin önerisi; ABD ve AB merkez bankalarının içeriye dönük parasal genişleme adımları dışında gelişmekte olan ekonomilere yönelik tahvil alım programlarına başlamaları ve bu ekonomilerin borçlarının yeniden yapılandırılması oluyor. Aksi durumda bu ülkeleri de kapsayacak şekilde tüm dünyayı etkileyecek uzun süreli bir bunalımın kaçınılmaz olacağı uyarısında bulunularak sahne terkediliyor.
- Çoğunu zaten bildiğimiz umumi manzarayı hızlıca resmeden makale; rezerv para sahibi ülkelerin parasal genişlemelerini tahvil alımları ve borçların yeniden yapılandırılması suretiyle gelişmiş ekonomilere doğru yaymamaları durumunda çok kötü şeylerin olacağını söylüyor. Tıpkı göçmen krizlerinde olduğu gibi AB ve ABD’de ortalama (yani mortgage-araba-eğitim harcamaları nedeniyle borcu yüksek, finansal birikimi düşük, çocuğu az-yok, organik bağlantısızlık nedeniyle aç kalabileceğinden korkmuş ve zaten işsizlik sigortasına başvurmuş) insanın kuvvetle muhtemel manipüle edileceğini ve gelişmiş ekonomilere bir desteğin almayacağını söylemek daha mümkün görünüyor. Bu korkuların niye ve neyin yararına manipüle edildiği ise uzun tartışmaları hak ediyor, ama kısaca “bak cambaz var” ile işaret edilen yer hep yanlış yer oluyor ya da dünya nüfusunun çoğu gelişmiş ve gelişmemiş ekonomi insanları şeklinde değil de zengin ve fakir insanlar diye bölünüyor.