Geleceğe bir göz atalım
Kalabalıklaşıyoruz. Hem kırsal alandan büyükşehirlere, başta İstanbul, büyük bir göç var, hem de “en az 3” politikasıyla nüfusumuzu genç tutmaya çalışıyoruz. Ama bir yandan da iyileşen yaşam koşulları nedeniyle bu gençler, önceki yarım yüzyılda olduğu gibi 60 yaşlarında ölmeyip daha uzun yaşadıkları ve yaşayacakları için, uzun seneler, “kalabalığı” artıracak, sürdürecekler.
Üretim yapanların fiziksel olarak işyerlerine gitmeleri gerek. Bu tür işlerde çalışanlar, genelde “servis” otobüsleriyle taşınıyor. Otobüs olduğunda görece daha iyi ama minibüslerle taşınma da bireysel otomobil kullanımına göre çok iyi. Yolda, metrekareye düşen yolcu sayısı burada ölçüt. Hızı artırınca, araçların arasındaki mesafeyi güvenli sürüş için artırmak gerektiğinden metrekareye düşen yolcu sayısı azalıyor, ama, bir şeritten saatte geçen araç/yolcu sayısı artıyor. Güvenli sürüş ile en yüksek araç geçiş sayısına 70km/s hızında ulaşılıyor. Geçiş sayısını artırmanın bir yolu, araçları daha yakın mesafe ile sürmek. Bunun için, araç arkası yazılardan birinde belirtildiği gibi “az daha yaklaş da limuzin olalım” mantığını harekete geçirmek gerek. Bu da güvenlikten geri adım atmadan, ancak araçların sürüşünü bir “otomatik sistem”e devretmekle mümkün. Eh o zaman, gelsin otomasyon, gelsin kontrol, gelsin araçlar arasında telekomünikasyon. Kısaca, ana ulaşım yollarına (köprü dâhil) çıktığınızda, yol, aracınızın sürüşünü elinizden alacak, siz, o “dar boğaz” olarak adlandırılan sıkışan yoldan gideceğiniz yöne yol alırken, gazetenizi okuma olanağına kavuşacaksınız. Bu otomatik sürüş sırasında neredeyse tampon tampona bir izleme mesafesi uygulanacak. Çoğumuz, riskleri göze alıp bunu olabildiğince uyguladığımız için öyle 5-10 kat iyileşme beklemeyin, ama sizin 3 metre ile izleme yapmanız yaklaşık 35km/s hızda oluyor, sistem bunu 100km/s’ye çıkartacaksa, 3 katı geçiş yapılacak, ya da süre üçte bire inecek demektir.
Üretim yapmayanların çoğunun fiziksel olarak “işe gitme”lerine aslında gerek yok. Yasaklarla kolu kanadı budanmaz, ileri sürüldüğü gibi maliyeti artmaz, varsayıldığı gibi bir yerlerden (fişleme) dolaşacağı için gecikmesi (latency) bir konuşmayı zevksiz kılacak şekilde katlanmaz ise, “internet olanaklarını kullanarak evden çalışmak” pek âlâ mümkün. Böylece, üretim yapmayan işyerleri (örneğin satış pazarlama sektörü) hem dükkan kirası, hem çalışma saatleri açısından çok daha verimli ve dolayısıyla rekabetçi noktalara gelebilecekler. Düşünün ki, müşteriye evinden çalışarak yardımcı olan satış elemanı sayısı esnek çalışma saatleri hattâ müşteri başına ücretlendirme ile şirket için en düşük maliyete yol açacak. Bunlara sabahtan akşama “dükkanı bekletmek” yerine, müşterilerin sayısının arttığı saatlerde mesai yaptırmış oluyorsunuz. Zâten “internetten satış” dediğimiz satış şekli, karşınızda bir satıcı olmadan bile hızlı bir pazar payı büyümesi yaşamıyor mu? Buna bir de ürünün üç boyutlu olarak bir satıcı tarafından tanıtılmasını ve sorulan sorulara bire bir yanıt verilmesini ekleyin, dükkana gitmeye ne gerek kalıyor? Prova. Evet, ayakkabı, giysi gibi ürünlerde prova şart. Ama bu sorun, daha bugünden bedelsiz kargo iadesi ile çözülmüş değil mi?
Bir mobilya mağazasının bile, hiç dükkan (show room deniyor nedense) açmadan, evinizin o mobilyayı koymak istediğiniz kısmının sizin çektiğiniz resmi üzerine “photo-shop” teknikleri ile kendi ürünlerinden yerleştirip birkaç öneri geri göndermesiyle, “dükkanda beğendirme”ye göre “yerinde beğendirme” ile daha etkili satış yapması mümkün değil mi?
Sağlık sektöründe ise, günümüzdeki dar boğaz, her burnu akanın, tam teşekküllü bir hastaneye giderek, buradaki, gerçekten orada sağlık hizmeti almaya mecbur olanların önünü tıkaması. Aile hekimliği, ileri tetkik gerektirmeyen sağlık hizmetlerini, semt polikliniklerinde vermek için kuruldu. Şimdi, diş fırçanızın sizden kan örneği alıp; tuvaletinizin, hem kilonuzu tartıp hem idrar örneğinizi alıp; tahlillerinizi yapıp, her gün aile doktorunuza ulaştırması aşamasındayız. Ölçümlerde doktorunuzun incelemesi gereken durumların süzülerek onun önüne gelmesi, doktorun da sizi arayarak, size randevu vermesi, sağlık için yaratılan fiziki trafiği de rahatlatmaz mı? Erken tanı ile hastalığın daha başlangıç aşamasında yakalanıp tedavi giderlerinin olabilecek en alt düzeye çekilmesi de hediyesi. O “akıllı” diş fırçası ve tuvaleti de bu durumda sağlık sigortası kuruluşu (özel sigorta) veya kurumunun (SGK) vermesi ülkede yeni bir faaliyet alanı da oluşturacaktır. Eğer, bu sefer FATİH projesine göre biraz daha akıllı davranarak, bu kitlesel alımda yerli ve yerel katkı payının daha yüksek olmasına gayret edersek, hem ülkede inşaat sektörünün peşine ikinci büyük bir istihdam ve katma değer yaratma alanı oluştururuz, hem de bu sistemin, yabancı ülkelere ihracatını sağlayabiliriz.
Bir Anadolu deyişi “insanlar konuşa konuşa hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşır” der. Ama günümüzde hâlâ yüz yüze konuşarak, elini omzunuza koyarak anlaşan (beden temasına ihtiyaç duyan) insanımız çoğunlukta. Sanki, beden teması olunca, bir güven oluşuyor. İşte, sıraladığım örneklerin gerektirdiği güven duygusunu da bir kültürel değişim ile oluşturmak gerek. Batıdan kopya ettiğimiz, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Tüketicinin Korunması ve Piyasa Gözetimi Genel Müdürlüğü’nün örgütlediği Tüketici Hakem Heyeti ve (hakimlerini HSYK’nın atadığı) Tüketici Mahkemeleri, aslında bu iş için.