Gülüyoruz tamam, ama mizah kültürümüzün farkında mıyız?
Türk mizah sektörünün geçmişi, dünyaya örnek, ama oturup bunu araştırıp bizim yerimize öğrenip imrenenler yabancılar. Yabancı mizah dergileri reklam alırken, Türkiye’de her şey okura, onun satın alma isteğine bağlı. Ama işte bu bağımsızlıkları, Türk mizah dergilerini yıllardan beri güvenilir kılan unsur.
Türk mizah dünyası geçen yıl Harakiri ile tanıştı, ama saadet 2 sayı sürdü. Bu yıl ise buluşma kaldığı yerden tüm keyfiyle devam ediyor. Fikrin yaratıcısı Kutlukhan Perker ise hem alanın önemli isimlerini ve genç yetenekleri biraraya topladı, hem de yurtdışı çalışmaları ile halihazırda bir üne sahip. Perker ile Harakiri’nin doğuşunu, Türk mizah sektörünün gelmişini geçmişini ve geleceğini, mizah dergilerinde Türkiye’yi değerli kılan özelliklerini konuştuk.
» Harakiri fikri nasıl doğdu?
Yeni, çizgileri daha özenli olan, mizanpajı hatları daha estetik olan bir mizah dergi yapma fikri vardı kafamızda. Bunu Bahadır Boysal ile konuştuk ve dergiyi yapmaya karar verdik. Kafamızdaki dergiye uygun kadroyu oluşturmak üzere aklımızda olan yazar ve çizerlerle bağlantı kurmaya başladık. İlk iki sayı 2011 Mayıs ve Haziran’ında çıktı. Ama ikinci sayıdan sonra Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu, muzır buldu bazı işlerimizi ve bir tebligat ile bundan haberimiz oldu. Para cezasına çarptırıldık. O dönem bir panik yaşadık ve dergiyi kapatma kararı aldık. Dergi kapatılmadı, bu kararı biz aldık. Bu önemli bir ayrım. Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu bu cezayı verdiğinde 3 tane hakkınız var: 1’inci hak dolduktan sonra 2 hak kalıyor, 3 kez poşete sokulma ve para cezasına çarptırıldığınız takdirde daimi olarak dergiyi poşete sokuyorlar. Bu da zaten kapanma anlamına gelir. Üç hakkımızdan birini ilk sayıda kullanmış olduk. Geriye 2 hakkımız kaldı.
» Dergiyi yeniden çıkartmak için aradan geçen 1 yıllık sürede ne gibi hazırlıklar yaptınız?
‘Başka bir dergi mi yapsak acaba?’ diye düşünüyorduk. Sonra ‘Kaldığımız yerden devam edelim, cezayı da zaten ödeyeceğiz’ dedik. İnsanların dergiye karşı sempatisi olduğu için aynı dergi ile yola devam edelim istedik. Bahadır işlerinin yoğunluğu yüzünden bu sefer bize katılamadı. Ama ilk sayılarda ceza alan çizerler yine varlar. Aradan geçen süreçte ilk iki sayının da detaylı bir analizini yapmıştım. Mesela ilk sayılarda çok fazla yazı vardı. Ama biz çizimlerin daha fazla olduğu aylık bir mizah dergisi olmasını istiyorduk. Bu sefer yazıları azalttık. Yaptığımız temel değişiklik bu oldu. Harakiri için gelen bazı yetenekli genç arkadaşlar vardı. Bu arkadaşları Leman’a kaydırmıştık. Aradan geçen süreçte orada iyice piştiler. Yeni Harakiri’de onların varlığı da çok hissediliyor. Haftalık dergi yeterince yorucudur ve Harakiri için bu antrenmandan geçmiş oldular. Çünkü iki tür gündem takip etmek gerekiyor ve bunların nasıl olması gerektiğini anladı genç arkadaşlar bu geçen süreçte.
Çok yoğun geçiyor. Çünkü hem yapılan işler var hem de bunların yanında, hepimizin ilgilendiği başka işler, mesela benim yaptığım illüstrasyon çalışmaları, Sabah gazetesinde her Pazar yer alan çizimim, ABD’ye yaptığım çizimler var. Saat farkı yüzünden hiç olmadık anlarda işler geliyor, sonra birkaç gece uykusuz geçiyor. Harakiri’de nelerin kullanılacağı, yani eskiz aşaması ise çok heyecanlı ve stresli geçiyor. Sonrasında, seçilen işlerden derginin maketi yapılıyor. Çizim aşamasına geçtiğimizde bir sessizlik oluyor. Sonra hareketlilik yine başlıyor, balonlar yazılıyor ve o son günlerde hepimiz dergide bulunuyor, sabahlıyor, son gereklilikleri toparlıyoruz. Bu yönüyle son 2-3 gün stresli geçiyor.
» Okurlardan dönüşler nasıl oluyor?
Çok zor bir iş bu ve geri dönüşler biçim için çok önemli. Merkezi bir yerdeyiz, buraya gelip bizi bulup yorumunu ileten olabiliyor. Çizerlik, yazarlık çok yalnız işler. Kolektif bir çalışma olsa bile, üretim kısmında büyük yalnızlık var. Ama bazı durumlarda 2 yıl sonra bile bir okurdan dönüş alabiliyorsunuz, hiç olmadık bir zamanda biri karşınıza çıkıyor, ‘Senin bir hikayen vardı, gözlerim dolmuştu okurken’ diyebiliyor. Bu uzun bir yürüyüş ve okurdan anında geri dönüş de olabiliyor, yıllar sonra da. Ama her zaman büyük bir tatmini olan, başka hiçbir şeyle değiştirilemeyecek bir hissiyat. Soruyorlar bazen ‘Deli misin, niye ABD’de kalmadın?’ diyenler var. Oradayken de buraya işler gönderiyordum. Hiçbir zaman buradaki mizah dergilerini bırakmadım. Çünkü buradan çıktım ve bunu çok önemsiyorum. Beylerbeyi’nde doğdum büyüdüm, çocukluk arkadaşlarımla hala arkadaşım. Bunlar benim için çok önemli. Bu gibi kişisel tercihlere ek olarak, çizer olarak da sorumluluklarım olduğuna inanıyorum. Bu sorumluluklar, aslında hepimizde olması gereken şeyler.
» Nasıl sorumluluklar?
Bizim öyle bir mizah dergisi kültürümüz var ki, dünyanın çok az ülkesinde yok. Plastik sanatlara sahip olmayan bir ülkede bu kadar büyük bir mizah dergisi kültürü olması inanılmaz. Türkiye’de yaşayan insanlar bile bu gerçeğin farkında değilken, Hollandalılar buraya gelip mizah dergilerini incelediler geçen yıl, bir yayın hazırladılar, Hollanda’da sergilediler. Uykusuz, Leman ve Penguen’le görüştüler. ‘Türkiye’de nasıl bu kadar çok mizah dergisi var ve bu kadar satıyor?’ diye sorguluyorlar. Çünkü onlarda sadece 2-3 bin satıyor. Bu kültür zaten bir Fransa’da bir Türkiye’de var, koca Avrupa’da mizah dergileri ve çizgi romanlar sadece bu iki ülkede çok satıyor.
» Neden?
Çünkü kötü baskı ve saman kağıtta, haftalık 16, aylık 64 sayfa ile çok şaşırtıcı bir yapı yaratmışız. 1860’larda Diyojen dergisi kuruluyor, Abdülhamit’e kafa tutuyor, onun burnunu çiziyorlar. Abdülhamit burnunun çizilmesini yasaklamakla kalmıyor, bu kelimenin kullanımı yasaklanıyor. Adamlar da kalkıp Cenevre’ye gidiyor, oradan dergiyi gönderiyorlar. 1940’larda Marko Paşa kuruluyor. Türkiye’de mizah dergilerinde edebiyatçıların varlığı çok önemli. Edebiyatçıların Türk mizah dergilerinde yer almaları veya mizah dergileri çıkarmaları geleneği olması çok enteresan. Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Sabahattin Ali Marko Paşa’yı çıkartmış, Nihat Genç ve Cezmi Ersöz, Vedat Özdemiroğlu, Atilla Atalay, Metin Kaçan Leman’da yazdı. Mizah dergilerinin bu seslere kendi içinde bir alan açması çok önemli. Mizah dergileri kültürümüzün bu gücüne sahip çıkmamız gerekiyor. İşte bu yüzden insanlar Hollanda’dan kalkıp gelip mizah tarihimizi inceliyorlar. Bizde ise hala umursanmaz bir şey olarak görülebiliyor. Bu kültürü önemsediğim için yurdumu bırakmak istemiyorum. Tüm sıkıntılara rağmen buna devam etme isteği bundan kaynaklanıyor. Bizden öncekilerin yarattığı ve bizim devam ettirdiğimiz bu çok orijinal sesi ileriye taşımamız gerek. Marko Paşa kapatıldı, Malum Paşa diye çıktı, kapatıldı, Merhum Paşa oldu, kapatıldı, Yedi -Sekiz Hasan Paşa diye çıktı. Aziz Nesin eline Marko Paşa dergisi alıp, hükümetin derginin dağıtımına izin vermediği dönemde o yıllarda trafiğe açık olan İstiklal Caddesi’nde, daha tünele varmadan 15 bin tane dergi sattı. Bu, okuyucu ve mizah dergileri arasındaki çok önemli bir ilişki.
Birçok okuyucu gazetelere falan güvenmiyor, mizah dergilerine güveniyor. Çünkü mizah dergileri, gazetelerden farklı olarak tamamen bağımsız, reklam almıyor. Mesela Gırgır dergisinin en güçlü zamanında bile Oğuz Aral, reklam olmasını reddetmiş. Hiç reklam almamak saygı duyulacak bir tavır. Hem de bir derginin bu şekilde, sadece ürettiği işe güvenerek ayakta kalmaya çabalaması ya da işine güvenmiyorsa ‘Çeker giderim’ diyebilecek kadar ayaklarının yere sağlam basması hiç de kolay olmamasına rağmen… Bunun dünyada da örneği yok. Oradaki yayınlar reklam alıyor. Sadece Türk mizah ve çizgi dergileri reklam almaz. Ama tüm yabancı dergiler alır. Evet, okuyucudan başka bir şeyimiz yok. Tüm mizah dergileri için bu geçerli. Arka kapağa, ön kapak içine reklam çok rahat alırız, bu dergi çıkar ama bunu yapmayız. Mizah dergisi kültürümüzde bu yok. Mizah okuyucusu alırsa bu dergi çıkar, almazsa çıkmaz.
» Türkiye’de nasıl bir okur kitlesi var, mizaha ve yayınlara bakışları nasıl?
Sadece üniversite yıllarında insanlar mizah dergisi almasın ya da sadece üniversite dönemindeki insanlara seslenen mizah dergileri olmasın diye de hareket ettik Harakiri olarak. Ama bunu biz belirleyemiyoruz. O niyetle yola çıkarsınız, ama o ritmi tutturmak zor olabiliyor. Sadece yaş gruplarına göre de değerlendirmemek gerek. Gazetelere değil, mizah dergilerine güvenme olayı hep vardı. Mesela eskiden Gırgır’ı her yaş grubundan, her siyasi görüşten insan okuyordu. Sol bir dergi olduğu biliniyordu ama mesela MHP Üsküdar İlçe Başkanı olan babam da Gırgır dergisini alır, okurdu. Dergide belki kendi siyasi görüşünü de eleştiren bir yorum vardı, ama bu eleştiride bir doğruluk payı olduğunu biliyordu. Dolayısıyla sadece yaş grupları değil, siyasi yelpazenin çeşitli taraflarındaki insanları çekebilmek önemli. Bugün bu eğilim biraz azaldı. Örneğin internet yüzünden mizah dergilerinin satışı düşmedi. Çünkü her dönemde muhakkak teknolojik yenilik oluyor. Mesela 90’larda 30 bin- 40 binli tirajlara düşmüştü mizah dergileri, o zaman da ‘TV kanalları arttı’ denilmişti. Ama 96’dan sonra Leman 100 binlik satışlara ulaştı. Oysa o dönemde de internet çıkmıştı. 70’lerde Gırgır çıktığında TV yayınları yeni başlamıştı. Bugün tirajlarda azalmanın tek nedeni var: Sadece belli siyasi kesimlere sempati duyanların artık mizah dergisi alması. Mesela muhafazakar kesimi kaybettiğimizi düşünüyorum. Teknolojik gelişimin ise bu tiraj kaybına yol açtığını kesinlikle düşünmüyorum. Günümüzde internet kullanımının yaygınlığına rağmen tirajını artıran yurtdışında birçok dergi var. Mizah dergileri özelinde bir de yaratıcılık ön planda ve içerik eskimiyor.
» Harakiri’de hedefler neler?
Hedefimiz belli: Bir mizah dergisi olarak çıkmak, insanları güldürmek istiyoruz. Çünkü mizah dergilerinde zaman içinde çizerler için başka platform olmadığından daha sert hikayeler devreye girmeye başlıyor. Galip Tekin, Suat Gönülay bunun örnekleri. Ama mizah dergilerinin birinci amacı güldürmek. Bizim de amacımız çok estetik biçimde yazılmış ve çizilmiş işlerle bunu yapmak. Türkiye’de mizahın geçmişi çok kuvvetli olduğu için geleceği de çok sağlam. Bu bizim elimizden alınamayacak bir güç. İktidarlar değişir, gündemler değişir, ama biz hep burada oluruz.
» ABD maceranız, kendi çizim geçmişinizden biraz bahseder misiniz?
Eskişehir Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Animasyon Bölümü’ne girdim, ama bitirmedim. Okula girdiğimde, aslında 17 yaşından beri zaten sektördeydim, profesyoneldim. 10 yıl ABD’de yaşadım. Çocukken çok eleştirilirdim yabancı çizerler gibi çiziyorum diye. Çünkü onları çok beğeniyordum ve bir Türk’ün böyle çizebileceğini iddia ediyordum, ‘New York Times’a çizerim ilerde’ diyordum. İnsanlar gülüyordu, ama bunu yaptım. New Yorker, Mad, Heavy Metal ve New York Times gibi birbirinden apayrı, kullandıkları çizgiler birbirinden farklı olan dört yayının hepsine birden çizen tek çizer benim. Böyle bir misyonu taşıyorum. Yabancı yayınlarda çizim yapılabileceğine hep inanıyordum. Çünkü internet sayesinde işlerimi gönderebiliyorum. ABD’de çalışırken de zaten birçok görsel yönetmenin yüzünü bile görmedim. Ama e-posta ortamında çok samimi olduğum insanlar var. İş bu noktaya geldikten sonra, 2010’da Türkiye’ye dönme kararı aldım. Bir tarafta da arkadaşlarımı, ailemi çok özlemiştim. Ama bu teknolojik imkanlar olmasa, işte o zaman bir seçim yapmak zorunda kalabilirdim. Şimdi ise nerede olduğunuz önemli değil. Tarayıcımı ve bilgisayarımı yanıma alıyor, nereye gittiysem işimi gönderebiliyorum.