GÜNDEMİMİZ?!
ULUSAL
Gelişmiş ülkeler ile uyumsuz bir gündemimiz var. Gerek “Wall Street’i İşgal” hareketleri gerekse ABD’de interneti sınırlayıcı yasaya karşı isyan yoğun ve yaygın bir şekilde sürerken, ülkemizde yoğun ve yaygın olarak toplum tepkisini çeken tek olay milletvekili maaşlarıydı. Bilgilendirilmemiş topluma belli değer yargıları olduğu sakıncalı bulduklarını ilan ettikleri site isimleri listesinden anlaşılan bir merkezi otorite tarafından kapalı kutu olarak sunulan internet filtresi üzerine ne toplumda ne de medyamızda bir ses…
Beyin-öğrenme-internet ilişkileri üzerine olsun, okullarda bilgi ve iletişim teknolojilerinin hem kullanılması hem de öğretilmesi üzerine olsun, gelişmiş ülkelerdeki yaygın ve yoğun ilgi ülkemizde yok. Bu gibi konular yerine, FATİH Projesi bağlamında donanım satın alma konuları tartışılırken, projenin başarılı olması için çok daha önemli olan öğretmenlerin hazırlanması ve müfredatın gözden geçirilmesi konusunda yine ne çocukları okullarda olan toplumsal kesimde ne de medyada bir ses… Seçim bölgem olmuş olan Uşak, FATİH Projesi için seçilen pilot illerden birisi olduğu halde, öğretmenlerin ve toplumun çok büyük kesiminin projeden haberi de yok.
Siber saldırı ihtimalleri karşısında gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ciddi hazırlıklar yaparken, Economist Intelligence Unit tarafından ilki bu sene yayımlanan Siber Güç Endeksi’ne göre ülkemiz güçsüz ve hazırlıksız görünüyor. Bu durumumuz ne medyamızda ne de toplumda bir kaygı yaratıyor.
HOLLYWOOD ŞİMDİLİK KAYBETTİ
Eğlence sektörünün ürünleri, müzik, film, televizyon ve diğer kültürel içeriklerde telif haklarını savunan “Hollywood” ile internetin sınırlanmamasını savunan ve arkasına geniş toplumsal kitleleri alan “Silikon Vadisi” arasındaki mücadeleyi şimdilik Hollywood kaybetti. ABD’de temsilciler meclisi ve senatoda gündeme gelen SOPA ve PIPA yasa tekliflerinin görüşülmesi geçen hafta, konu üzerinde bir uzlaşma gerçekleşinceye kadar, yani belirsiz bir tarihe ertelendi.
Yasa teklifi gündeme gelince, bir ilk yaşandı ve 18 Ocak Çarşamba günü internette küresel boyutta “grev” uygulandı. Associated Press ajansına göre, 115 bin internet sitesi o gün karartma uyguladı. Yasa teklifinin karşısındaki bir bildiriye Google üzerinden yaklaşık 7 milyon kişi imza verdi. Bu müthiş küresel tepki öncesinde temsilciler meclisinde yasa teklifini destekleyen 80, karşı olan 31 milletvekili varken, 20 Ocak Cuma oylamasında, destekçi sayısı sadece 65’di, yasa teklifinin görüşülmesine karşı çıkanlar ise 101’i bulmuştu.
Daha önce eşi benzeri olmayan “Wall Street’i İşgal”den sonra internetin sınırlanmasına karşı bu küresel isyan etkileyici ve toplumsal katılımın gücünü göstermesi bakımından da demokrasi için de umut verici. Fakat, siyaset ortamının gerçeklerini bilenler, eğlence sektörü gibi çok büyük sermaye çevrelerinin lobi gücünü de bilirler.
Nitekim, interneti yine olumsuz etkileyebilecek bir uluslararası ticari antlaşma şu anda küresel gündemde: The Anti-Counterfeting and Trade Agreement (Sahtecilikle Mücadele Karşı Ticari Antlaşma). Bu satırların yazıldığı günlerde Japonya’nın bu antlaşmayı imzalayacağı anlaşıldı. Haziran ayında da Avrupa Parlamentosunda görüşülecek.
İnternetin yaşamımıza yerleştiği bu çağın ortaya çıkardığı üç yeniliğin özellikle önemli olduğunu düşünüyorum. Birincisi, gerek büyük sermaye egemenliği karşısında toplumsal mağduriyetin başlattığı “Wall Street’i İşgal” hareketi, gerekse telif hakları uğruna İnternet’i sınırlamaya karşı isyan, kitleler arasında güçlü ve etkin bir küresel dayanışma ortamının oluşturulabildiğini gösteriyor.
İkincisi, telif haklarının ihlali veya çocukların sakıncalı sitelerden korunması gibi haklı görünen nedenlerle de olsa, geniş kitlelere yasaklı İnternet’in kabul ettirilemeyeceği anlaşılıyor. Üçüncüsü, bu gibi konulara yaklaşımda paradigma değişikliği yapıp “yasaklama” dışı yaratıcı çözümlerin bulunması gerekiyor.
BEYİNDE NELER OLUYOR?
Araştırmacı psikiyatrist ve psikanalist Norman Doidge’nin, New York Times ve uluslar arası çok satan listelerine girmiş, ama Türkçe’ye çevrilmemiş 2007 kitabı “The Brain that Changes Itself” (“Kendini Değiştiren Beyin”) beyin konusunda yeni bir dalga yaratmıştı. Öyle ki, New York Times bu kitabı “anıtsal” (“monumental”) olarak nitelemişti.
İnternet yaşamımızın ortasına yerleşeli, beynimizi nasıl etkileyip değiştirdiği konusuna ilgi yoğun. Araştımacı yazar Nicholas Carr’ın The Atlantic dergisindeki 2008 makalesi “Does Google Make Us Stupid?” (“Google Bizi Aptallaştırıyor mu?”) hem medyada hem de akademik çevrelerde önemli bir tartışma başlattı. Carr, internetin düşünme ve odaklanma kapasitesini düşürerek, birey kognisyonu (kavrama, biliş) üzerinde olumsuz etki yaptığını iddia eder. Geçen sene prestijli Pulitzer ödülüne aday gösterilen, 17 dile çevrildiği ve çok satan kitaplar listesine girdiği halde Türkçe’ye çevrilmemiş olan “The Shallows” kitabında da bu iddiasını sürdürüyor.
Bu iddia bilimsel destek de kazanmaya başladı. Matematikten nörolojiye kadar, çok farklı disiplinlerden Çinli bilim insanlarının, internetin beyin üzerindeki etkilerini araştıran bir ortak çalışması geçen sene yayımlandı ve geçtiğimiz günlerde dikkatleri çekti. Bu araştırma, özellikle oyun oynamak için çok yoğun internet kullananların beyinlerindeki “beyaz madde” (beyin hücreleri arasındaki “yol”) hacminde, tıpkı uyuşturucu ve alkol bağımlılarında görüldüğü gibi bir küçülme olduğunu gösteriyor. Daha da ileri giderek, beyindeki yapısal değişimin depresyon ve bunalım gibi işlevsel sorunlara da yol açtığını belirleyen araştırmacılar, “İnternet Bağımlılığı” diye bir hastalık olduğunu iddia ediyorlar. Her ne kadar böyle bir hastalık Amerikan Psikiyatri Birliği’nin resmi el kitabında yer almıyorsa da, 2013 Mayıs’ında güncellenecek olan kitapta “İnternet Bağımlılığı Hastalığı”nın yer alacağı, teşhis ve tedavi yöntemlerinin belirtileceği tahmin ediliyor.
Bu yeni araştırma sonuçları, internetin beyin üzerindeki etkisi üzerine tartışmaları daha da hararetlendirdi. Çinli bilim insanlarının çalışmasının sonuçlarına en önemli itirazlardan birisi, nedensel analizin doğru yönde olup olmadığına ilişkin. Yani, interneti çok yoğun kullanmak mı beyinde yapısal ve işlevsel sorunlar yaratıyor, yoksa çeşitli nedenlerle depresyon ve bunalıma yatkın olanlar mı kendini internete kaptırıyor sorusuna yukarıdaki araştırma ışık tutmuyor.
Bir yandan psikologlar, psikiyatristler ve bilişsel bilimciler (cognitive scientists) öbür yandan nöroloji dallarının bilim insanlarının ortaya koyduğu bulguların en önemli uygulamasının, eğitim ve öğrenim alanında olacağını, özellikle enformasyon ve iletişim teknolojilerinin okullardaki yerini belirlemeye ışık tutacağını düşünüyorum.