Halit Kıvanç “o” maçı nasıl anlatmış?
Halit Kıvanç’ın şu çok ilginç anısını, ABD’deki sosyal bilimcimiz Zeynep Tüfekçi, Wired dergisinin Şubat 2018 sayısında dünya okurunun dikkatine sundu. Halit Kıvanç “Gool diye diye” (1983) kitabında, 27 Mayıs 1960 ihtilalinden hemen sonra 8 Haziran’da bir milli maçı nasıl anlattığını anlatıyor. ZT bu olayı kendi üslubuyla özetlemiş: https://www.wired.com/story/free-speech-issue-tech-turmoil-new-censorship/.
Halit Kıvanç ise burada:
“Spiker kulübesine geldiğimde alınan önlemler dikkatimi çekti. Bir kez, spikerin bulunduğu bölümde -rütbelerini yanlış hatırlamıyorsam- biri binbaşı, öteki yüzbaşı, iki subay vardı. Ayakta da otomatik tüfekleri mikrofona doğru çevrili iki asker. Teknik elemanların bulunduğu bölümde de yine bir subay oraya konmuş radyonun başındaydı. Hiç alışmadığım durumlardı bunlar… Maç yayını için yerime oturduğumda, ayaktaki silahlı nöbetçilerin soluğunu ensemde hissediyordum, öylesine yakındılar. Kimseye bir şey sormadım. Şeref Tribününe devlet başkanı Cemal Gürsel'in geleceğini ve önlemlerin bu nedenle alındığını düşündüm. Olay, ancak maçtan sonra aydınlığa çıkacak, Radyoevi'ndeki o babacan albay nezaketle durumu açıklayacaktı: “Bugünkü yayın canlı bir naklen yayındı. 27 Mayıs'tan bu yana radyoda hep biz, harekatın başındakiler görevliydik. Bugün ise devrim yöneticileri dışında ilk kez bir sivil olarak siz mikrofon başına geçtiniz. Sizi tanıyorduk. Namuslu bir vatandaş olduğunuza güveniyorduk. Ama takdir edersiniz ki, bizler de bu hareketi kellemizi ortaya koyarak yaptık. Sizi başıboş bırakırsak, bilerek ya da bilmeyerek, bir hata yapabileceğinizi düşündük. Söyleyeceğiniz bir sözle ülkede kargaşa yaratabilirdiniz. Sizden çekinmedik. Fakat önlem almamız da normaldi. Bütün bu önlemleri sizin şahsınıza karşı değil, ama bir sivilin askeri harekât ertesinde mikrofonda millete hitap edişindeki davranışına karşı aldık. Bizi mazur gördüğünüzü umarım. Anlayışınız için de çok teşekkürler.”
Zeynep Tüfekçi özetle diyor ki: “Eskiden bir fikrin yayılmasını durdurmak için mekanik önlemler alınırdı. Gazete kapatmak, radyoya baskı yapmak, yayınevine sansür gibi. Doğru ‘boğazı’ bulursanız, orayı sıkardınız. Ama bugün artık sansür olamazmış gibi görünüyor. Demek ki ifade özgürlüğünün altın çağındayız? Evet, eğer gözleriniz ‘yalanı’ görmüyorsa? Bu yüzyılda fikir yaymak için merkezi bir yayın altyapısına gerek kalmadı. Dünyanın dikkatini Facebook, Google (YouTube’un da patronu), Twitter yönetiyor. Kendilerini özgür ifadenin şampiyonu ilan eden bu şirketler, dünyanın şimdiye kadar görmediği bir medya dağıtımı tekelleri. Hepsi için bir içerik, sadece bir “içerik.” Yalan da olsa, ırkçı da olsa… Bugünün sansürü, güven ve dikkati kurcalamaktır. Yoksa, ifade özgürlüğünü kısmak değil. Bu yüzden de eski sansürcüler gibi görünmezler. Büyük teknoloji şirketlerinin iş modeli, muazzam bir gözetleme altyapısını kullanarak dikkati yönlendirmek, odaklı, çoğu kez otomatik reklamcılığı çok geniş boyutlarda kullanmak. Ama bu duruma pasif kalmamız gerekmez. Facebook 13 yaşında. Twitter 11, Google 19 yaşında. Dijital gözetlemeyi, dikkati yönlendirmeyi, algoritmik karar verme mekanizmasını nasıl idare edeceğimize karar verebiliriz. Bir yerden başlamamız gerekiyor. Hem de şimdi.”