Hayalin Ne?
BThaber Köşe Yazısı: eİNSANA DAİR
Yazar: Devrim Zımba
devrimzisba@yahoo.com
Odanın içindeki herkes sevinçten çığlık çığlığa bağırırken Duvarcı Hristo cebinden çıkardığı deri kaplı defterine birkaç not düştü;
“Bugün, Anno Domini, 15 Nisan 1489.
Öğle üzeri oğlum oldu.
Adını Josef koyuyorum.
Neccar ve sanatkarların azizi adına.
Ulu Tanrı’nın hizmetkarı olarak uzun ve yüce bir ömür diliyorum ona.”
Hristo’nun oğlu Josef Kayseri’nin Ağırnas (Agrianos) köyünde doğdu. 22 yaşında devşirme olarak İstanbul’a getirildi ve Yeniçeri Ocağı’na alındı. 33 yaşında Belgrad Seferi’ne yeniçeri olarak katıldı ve 16 yıl süren başarılı yeniçerilik hayatından sonra 49 yaşında saraya başmimar olarak atandı.
99 yıllık hayatının sonuna kadar mimarlığı sürdüren, Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğan Hristo’nun oğlu Josef son nefesini Mimar Sinan olarak verdi.
Modern mimarlık tarihinin en önemli kişiliklerinden birisi olan Frank Llyod Wright “Yeryüzüne iki mimar gelmiştir: Biri Osmanlı mimarı Sinan, öteki de ben. Sinan, Rönesans ustası Mikelanj ile çağdaştı. Mikelanj’ın eseri Sen Piyer’in çatlayan kubbesini Romalı demirciler bir kasnak yapıp kurtarmaya çalışırken, Sinan inşa ettiği mabetleriyle kıyamete dek kalacağını söylüyordu” demiştir.
Ölümünden yüzyıllar sonra modern mimarinin babası sayılan Frank Lloyd’un sözleriyle hakkını teslim ettiği Mimar Sinan’ın kendisi için en sevdiği hitap “El-Fakir-ül Hakir” yani “değersiz ve muhtaç kul” manasına gelen bu hitaptır.
Okumayı ve araştırmayı pek sevmeyen bir yapımız olduğu için çoğu şeyi bilmeyiz ama Koca Sinan’ın hayatı iş hayatında çalışanlar için rehber niteliğindedir. Yukarıda da alıntılarını paylaştığım Mehmet Coral’ın “Ben El Fakir-ül Hakir Sinan” kitabını okumanızı tavsiye ederim. Güzel romanlaştırılmış, kolay okunur bir roman olmuş. Yazarının aklına ve eline sağlık.
Mimar Sinan’ın birçok eseri vardır ama 3 eseri olan;
Şehzade Camii için “çıraklık eserim” (tamamlandığında 59 yaşındaydı)
Süleymaniye Camii için “kalfalık eserim” (tamamlandığında 68 yaşındaydı)
Selimiye Camii için de “ustalık eserim” (tamamlandığında 86 yaşındaydı)
ifadelerini kullanmıştır.
Mimar Sinan ile kariyerimi karşılaştırdığımda en azından yaşım itibari ile tamamladığım projeler henüz “embriyo eserim” bile değil. Oysa artık hayat çok hızlı sevgili okurum bu devirde 3-4 sene önce mezun olmuş arkadaşlar müdür, 3 sene sonra direktör, 2 sene sonra genel müdür yardımcısı ve 2 seneye de genel müdür olmak istiyor. Yani bu hesaba göre mezuniyetten yaklaşık 10-11 sene sonra genel müdür olmak hak gibi geliyor yeni nesil arkadaşlarımıza.
Haklıyım değil mi yaşıtlarım, siz de bu satırları okurken “evet yaaa bu nesil çok aceleci kariyer basamaklarını hemen tırmanmak istiyor” dediniz eminim. Laf aramızda biz de çok farklı değildik, hoş hala da değiliz, yukarıdaki senelere 2-3 sene daha ekleyin biz de yaklaşık 20 seneye kadar kariyer basamaklarını yeni nesil gibi atlaya zıplaya değilse de hızlı hızlı çıkmayı hayal ediyorduk. Hayaller aynı sadece hızlar farklı. Ki bu çok normal; internet çağına doğmuş, bir sayfanın kendisine istediği bilgiyi getirmesini 3 saniye kadar bekleyebilen sonra başka bir sayfaya geçen bir nesil ile gençlik döneminde internetle tanışmış nesil farkıdır bu. Şu an çocuk olan geleceğin neslinde ise sanırım bu hayale ulaşma süresi 5-7 yıl arasına inecek. İzledikleri videolar kısa, okudukları yazılar kısa, bana 140 karakter derdimi anlatmak için çok kısa gelirken bu nesil ortalama 3-4 karakterlik satırlarla anlaşıyor; nbr, mrb, nsls, nsl. Öte yandan kaydırmak o kadar kolay ki artık. Hoşuna gitmedi mi kaydır, bir daha kaydır, kaydır, kaydır. Ortalama 20 saniye sürmeyen videoları izlemek toplamda 4 saatlerini alıyor. Başka bir yazı konusuna geçmek ve konuyu dağıtmak istemem o nedenle bu çağ ve hız meselesini şimdilik burada nazikçe bir kenara bırakalım.
Hızından bağımsız kariyerinde ilerlemek isteyebilir insan, bu doğal bir istektir ancak dikkat ettiniz mi hiç ne ürettiğimizi konuşmadık. Kariyeri doğal bir sonuç gibi görmedik bir hedef gibi gördük. Öne kariyeri koyduk arkadan onu destekleyecek işler geldi. Önce iş, önce fayda, önce çıktı ve ürün demiyoruz. Sorular hep bilindik; yönetici misin, kaç kişiyi yönetiyorsun, ne kadar para kazanıyorsun. 50’li yaşlarıma az kaldı sevgili okurum şu yaşıma kadar bana “ne fayda sağladın” sorusu hiç sorulmadı örneğin.
Bugün tanıdığımız tarihten isimlerin “takıntıları” hep yaptıkları şey ne ise o olmuştur. Mimar Sinan örneğin çocukluğunda babasını merakla izlemiş, yeniçerilik döneminde savaş ve kuşatma için gidilen yerlerde eserleri incelemiş, Ayasofya’ya kafayı takmış daha iyisini yaparım demiş ve yapmıştır. Van Gölü’nde gemi yaparken yeniçeridir, Prut Nehri’ini ordunun geçebilmesi için köprü yaparken de yeniçeridir. Bu yaptıklarını saraya mimar olmak için yapmamış gerçekten ilgisi olduğu için yapmıştır. Sarayda mimarların başı olduğunda yan gelip yatmamış, büyük şaşalar peşinde koşmamış bilakis o dönemde yaptığı Şehzade Camisine çıraklık eserim diyecek kadar da mütevazi ve cesur davranmıştır.
Herkes hatırlanmak ister ama zaman acımasızdır siler çoğumuzun izini. Tarihe bakın makam mevki peşinde koşan, altı boş işler yapan, yaşadığı dönemde bir fayda yaratmayan kimseyi şu an hatırlamazsınız. Unutmayınız! makamı ne olursa olsun hatırlanmaz böyleleri.
Burada durup biraz düşünelim mi? Neden geldik dünyaya? Bizi bir hayvandan ayıran şey ne? Yaşadığımız süre içerisinde ne yaptık? Ne fayda sağladık? Evet belki iz bırakacak kadar büyük şeyler değilse de hayalimiz içerisinde hırs, makam mevki ve en önemlisi kendimize çıkar sağlamayan ne yaptık? Sadece kendimiz için bir şeyler istemek ve onları almak için mi varız? Hadi diyelim bunlar çok ulvi -ki olabilir- o zaman yapmak için zaman harcadığımız ve karşılığında para aldığımız iş için ne yaptık?
İyi iş yapmak, iyi çıktılar üretmek, aldığımız para ile ilgili değildir bizzat kendimize saygımız ile ilgilidir. Aldığımız maaşlar hayal kurmamız, dünyaya iz bırakacak çıktılar üretmemiz için ödenmez evet tanımlı bir işi yapmamız için ödenir, bunun ötesi kendimiz içindir. Yaptığımız iş ile ilgili kimsenin görmeyeceği ve belki farketmeyeceği ama fark yaratan bir şey yapmak işte o bizimle ilgilidir.
Kendimize belirlediğimiz hedefleri yakalamak bizi geliştirir, iş hayatında sürekli gelişimin tek anahtarı başkaları ile değil kendimizle yarışmaktır, başkaları ile yarıştığımızda bitiş çizgisi rakibimizin gücünün bittiği yerdir yani bir anlamda bitiş çizgisini rakip belirler ama kendimizle yarıştığımızda bitiş çizgisini biz belirleriz ve o çizgi asla gelmez. Biz kendimizle yarışıp o son çizgiyi ararken arada adına makam denen birçok çizgiyi de yakalarız ancak bu anlayışla düşünen kişilerde bu makamlar amaca gitmek için kullanılabilecek araçlardan başka bir şey değildir.
Matematikte 0 derece aslında 360 derecedir. Tasavvufta hiç olmak aslında her şeye sahip olmaktır yani elindeki her şeyi verdiğinde aslında her şeye sahipsindir. Koca Sinan bu yüzden “El Fakir-ül Hakir”dir.
Sanırım sonu olmayan bu oyunda herhangi bir karşılık beklemeden, uğruna çok çalışmaktan yorulmayacağımız, kimse için değil kendimiz için başaracağımız ve sonunda faydası olacak hayallerimiz kalıcıdır.
Peki sevgili okurum, senin hayalin ne?