HER YERDE EVRİM
BİREYSEL
“Fakat, evrim biyolojik bir süreçtir!”
Profesör Weisenberg başını iki yana salladı. “Evrim, matematiksel bir prensiptir. Gayet basit: Bir şeyi çoğaltıyorsunuz, kopyalar birbirinin tıpatıp aynısı olmuyor ve bu kopyalardan bazıları diğerlerinden daha iyi çalışıyor. Daha iyi olan kopyalar daha yüksek bir ihtimalle kopyalanacaktır ve bu böyle devam edecektir. Röprodüksiyon, mutasyon, seleksiyon. Eğer bu üç unsur varsa, o zaman ister istemez elinizde evrim var demektir. Bu basit bir algoritma. Biyolojide uygulama bulduğu gibi, teknolojik gelişimde de karşımıza çıkıyor.”
Sürekli öğrenen ve kendine ait bir zekâ geliştiren, internete yayılarak devasa bir nöronal ağ oluşturan Pandora adında süpervirüs ile insanlar arasında mücadele üzerine kurgulanmış bu romanda, Pandora virüsünün hızlı evriminin bilimsel (?!) açıklamasını veriyor yukarıdaki alıntı.
Yapay zekâ uygulaması yazılımlarda öğrenme ve evrimsel gelişme yeni bir olay değil. Hatta, Google bunlardan birisi denebilir. Fakat, IBM’in geçen ay açıkladığı, insan beynini taklit eden “yonga”sı yeni bir olay. ABD silahlı kuvvetlerinin yüksek teknoloji projelerine fon sağlayan, internet gibi çığır açan sistemlerin gelişmesine destek olan DARPA, SyNAPSE adı verilen projeye 21 milyon dolar kaynak sağladı. Şimdilik 254 nörona eşdeğer kapasitesi olan yonga başarıyla geliştirildi. Uzun vadede 10 milyar nöron (insan beyninin 100 milyar nöron kapasiteli olduğuna inanılıyor) kapasiteli bir sistem geliştirmeyi hedefleyen bu projede IBM ve ABD’nin önde gelen üniversiteleri beraber çalışıyor.
Düşünen, deneyimlerinden ders çıkarabilen, kendi kendine öğrenen ve kuram geliştiren yongaların evrimsel süreci bir bilim kurgu değil, bilimsel gerçek olarak önümüzde.
Stanley Kubrick’in 1968 yılında çevirdiği “2001: Bir Uzay Macerası” (2001: A Space Odyssey) filmindeki HAL bilgisayarı, o gün bugündür yapay zeka alanında çalışanların ilham ve motivasyon kaynağı olmaya devam ediyor.
New Scientist dergisinin 2 Nisan 2011 sayısında, Rita Urgan canlıların evrimleşme sürecinde büyük bir hızlanma olduğunu belgeliyor. Çevrede herhangi bir değişim olduğunda, yaşam da hızla evriliyor. İnsanın doğayı etkilemesi sonucu çevre değişiyor ve evrim hızlanıyor. Urgen, yazısını şu cümleyle bitiriyor [Cumhuriyet gazetesinin 22 Temmuz 2011 tarihli Bilim ve Teknoloji ekinden]: “Evrim, ağır adımlarla bir yere ulaşmak yerine, genellikle son hızla hiçbir yere doğru ilerliyor.”
ABD’nin saygın dergisi The Atlantic’in Temmuz-Ağustos 2008 sayısındaki “Google bizi aptallaştırıyor mu?” makalesi geniş yankılar yapmış olan Nicholas Carr geçen sene çıkan “The Shallows” kitabında internetin beynimize neler yaptığını inceliyor.
Yüzyıllar, hatta binyıllardır beynimiz, tıpkı diğer canlılar gibi, çevre koşullarının etkisi altında değişiyor. Özellikle, alfabe, harita, kitap, saat, bilgisayar gibi zihinsel araçların etkisi değişimde önemli rol oynuyor. Enformasyonu bulmak, kaydetmek ve paylaşmak için kullandığımız teknolojilerin beynimizdeki nöronlardan oluşan patikaların güzergahını değiştirdiğine dair bulgular ortaya çıkmaya başladı.
Kitap okumak odaklanmayı, derin ve yaratıcı düşünceyi teşvik ediyor. Oysa, internet kullanmak, bizi enformasyonu hızlı, pek de odaklanmadan, küçük parçalar halinde birçok kaynaktan elde etmeye yöneltiyor. Böylece, kitabın başlığı (Shallows) gibi, geniş bir alana sığ bir şekilde yayılıyoruz. Beynin plastisitesi (yoğrulabilirliği) nedeniyle, internetin bu etkisi ile beynimiz de kalıcı bir değişim, yani bir evrim sürecinden geçiyor.
Nasıl bir evrim sürecinden geçiyor beynimiz? Bu sorunun yanıtı üzerine çalışmalar sürüyor. Fakat, burada son sözü MIT Profesörü Weizenbaum’a bırakacağım.
Joseph Weizenbaum, 1965 yılında ELIZA adını verdiği bir bilgisayar programı yazdı. Bir psikoterapist kimliği taşıyan ELIZA, karşısındaki insanla günlük, doğal dilde bir sohbet yürütebiliyordu. Bu nispeten basit program birden müthiş ün kazandı ve insanlar gerçekten bilgisayarın kendilerini anladığına ve yararlı yanıtlar verdiğine inandı. ELIZA ile insanlar duygusal ilişki içerisine girebiliyordu. Hatta, birkaç psikoterapist önemli bir akademik dergide yayımladıkları bir makalede, ELIZA’nın hastanelerde kullanılmasını öneriyordu. Carl Sagan gibi ünlü bilim insanları bile programın psikolojik terapide başarılı olabileceğine inanmıştı.
Tüm bu gelişmeler, Weizenbaum’u heyecanlandırmak yerine, insanların ustaca yazılmış ama basit bir bilgisayar programına bu kadar
insani nitelik ve yetenek atfetmesi
onu kaygılandırmıştı. Bundan
yaklaşık 40 yıl önce Weizenbaum insanları uyarır: Bilgisayarlara alışıp onlara muhtaç ve bağımlı hale geldikçe, “akıl ve bilgelik” isteyen işleri de bilgisayarlara bırakma güdüsü giderek içimizde artacak. İşte bunu yapmaya başladıktan sonra, geri dönüş imkansız olacak. Bilgisayar “akıl ve bilgelik” isteyen işler için vazgeçilmez olacak.
Bireyin beyninin gelecekte nasıl bir evrimden geçeceği konusunda en son sözü, eğitim sistemi söyleyecek. Eğitim uygulamalarında kullanılacak teknolojilerden önce, içerik ve yöntemiyle eğitim sistemi…
KÜRESEL
ABD’nin önde gelen entelektüel dergilerinden The Atlantic’in son sayısında (Temmuz-Ağustos) “Yılın En Büyük 14 Fikri” başlıklı bir yazı vardı. Birinci sırada yer alan, en büyük fikir, “Orta sınıfın yükselişi – ama bizde değil”, BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) ülkelerinde büyüyen ekonomiden söz ediyor. İkinci sıradaki “Hiçbir Şey Gizli Kalmıyor”, WikiLeaks gibi, kurum ve devletlere ait gizli belgelerin ortaya çıkması üzerine…
Bunlar kayda değer fikirler mi? Hatta, bunlar “fikir” mi diye soruyor insan kendi kendine. Southern California Üniversitesi profesörü Neal Gabler de sormuş bu soruyu ve 13 Ağustos günü New York Times’da çıkan makalesinde yanıtlamış. Bir zamanlar ortaya atılan fikirler ateşli tartışmalar yaratır, dünyaya bakışımızı temelden değiştirebilirdi.
Bugünlerde öne çıkan fikirlerin silikliği, bizlerin daha aptal olmamızdan değil. Birincisi, hemen paraya çevrilemeyen fikirler ne kadar önemli olursa olsun, artık dikkat çekmiyor. İkincisi, akılcılık, bilim ve mantığa dayanan tartışma birçok alanda yerini, inanca, bilgisiz fikir sahibi olmaya ve katı görüşlere bıraktı. Üçüncüsü, internetten, özellikle sosyal ağların bu kadar yaygın olmasından sonra, bilgiden ve düşünmekten çok enformasyon alışverişi yaygınlaştı. Fikir geliştiren enformasyon da değil… Daha çok insanların ne yaptığı, ne dinlediği, ne yediği gibi kişisel enformasyon alışverişi yaygınlaştı.
Bilim insanları da benzer bir “hızla birşeyler paylaş” baskısı altında. Nitekim, ülkemizde “bilim”le ilgili işler artık “Bilim, Teknoloji ve Sanayi Bakanlığı” içerisine alındı. Öte yandan, bilimi Twitter veya Bloga sınırlama anlayışını protesto amacıyla, bir avuç bilim insanı Heidelberg’de “Yavaş Bilim Manifestosu” yayımladı.