İnovasyonu Doğru Anlamak: ‘Teşviği düşünen mucit olamaz!’
Uzun zamandır hayatımızda yer alan bir televizyon dizisindeki bir cümle, ‘Bilişim Vadisi’nin kuruluşunun konuşulduğu bugünlerde kafamda böylesine bir çağrışıma neden oldu: “Teşviği düşünen mucit olamaz!”
Ülkemizde inovasyon veya yüksek teknoloji ile ilgili bir tartışma olduğu anda akla ilk gelenin “teşvikler” olması ve “ülkede yeterince maddi teşvik var. Neden ileri teknoloji üretilmez anlamıyorum” türünden serzenişler, inovasyonun belli bir iklimde yaşayabilen bir canlı gibi olduğunun anlaşılmadığını ortaya koyuyor. Bu iklimin, binalardan, altyapıdan, makine/teçhizattan ve hatta teşviklerden önce gelen en temel bileşeni ‘insan kaynağı’dır. İnsan kaynağı uygun olmayan bir toplumun araştırma yapması, buradan elde ettiği bilgiyle ürün geliştirmesi ve daha sonra bu ürünün yaygın olarak kullanılmasını sağlaması pek mümkün görünmüyor. Bunu yapabilen bir ülke örneği yok.
Dikenli tel etkisi
Bir tarihçi “ne kadar geçmişe bakabilirseniz o kadar geleceği görebilirsiniz” der. Teknoloji ve bilim tarihine bakmadan, inovasyonu tanımlamak veya inovasyonla ilgili politikalar belirlemek çok doğru olmaz. Dikenli telin neden ve hangi şartlar altında geliştirildiğini, bu ürünün ortaya çıkmasının Amerika Birleşik Devletleri’nin doğuşu ve zenginleşmesi üzerindeki etkisini anlamadan planlanacak maddi teşvikler bir sonuca ulaşamadan heba olur gider.
Dünya teknoloji ve bilim tarihi göstermiştir ki hemen hemen bütün buluşların arkasında iki temel neden vardır: ihtiyaç ve merak. Bazen rastlantıyla bulunan buluşlar hayatımıza girmiş olsa da o ürünlerin ortaya çıkmasında da yine ihtiyaca veya meraka dayalı bir çalışmayı görürsünüz. Buna en iyi örnek suyun kaldırma kuvvetini bulan Arşimet’tir. Hamamdan çırılçıplak “Evraka! Evraka!” diye bağırarak çıkan Arşimet, önemli bir konu üzerinde çalışan ünlü bir bilim adamı mıdır yoksa delirmiş bir Yunanlı mıdır?!
Tarihte çeşitli buluşlara imza atmış bilim adamları ve teknoloji geliştiren girişimciler, dönemlerinin ihtiyaçlarını karşılamak veya kendi meraklarını dindirmek üzere başladıkları çalışmalar sonucunda toplum hayatını derinden etkileyen inovasyonlar ortaya koymuşlardır. Steve Jobs ve Steve Wozniak’ın veya Larry Page ve Sergey Brin’in evlerinin garajına kapanmalarının sebebi o dönemde ABD’de dağıtılan bilişim teşvikleri midir yoksa merakları mıdır? Bu çocuklar hangi duyguyla ve nasıl bir iklimde, evlerinin belki de en zevksiz alanı olan garaja aylarca kapanarak dünyayı derinden etkileyen inovasyonlara imza attılar?
İnovasyon için iki anahtar: İnisiyatif kullanmak ve yaratmak
Başarılı inovasyonlara imza atan şirketlerin/kurumların kuruluş hikayelerine baktığımızda, bunları kuran kişilerin gündelik hayatlarında karşılaştıkları bir sorunu çözmek veya gözlemledikleri bir eksikliği gidermek üzere inisiyatif kullanarak kendi başlarına harekete geçtiklerini görürüz. Belirledikleri bir ihtiyacı karşılamak veya meraklarını gidermek üzere bir ürün tasarlayan/yaratan bu insanlar ortaya koydukları yeniliğin yaygınlaşmasını sağlayarak sosyal veya ticari anlamda bulundukları topluma, belki de tüm insanlığa büyük değer katarlar.
Burada en önemli adım, kişinin gördüğü ihtiyaç karşısında ayağa kalkarak harekete geçmesidir. İnisiyatif kullanma, son yıllarda gelişmiş ülkelerde özellikle ilkokul yıllarından itibaren çocuklara kazandırılmaya çalışan girişimcilik becerilerinin en önemli kazanımlarından birisidir. Düşündüğünü geliştirmek için harekete geçmeyen bireylerden oluşan toplumlar ise Vizontele filmindeki söylemle “şerefsizim aklıma gelmişti” seviyesinde kalırlar.
Son yıllarda, gelişmiş ülkeler girişimciliğin yanında yeni nesillerine üretim becerisi kazandırmak üzere, kodlama ve robot tasarım gibi eğitimler de vermektedir. Obama’nın geçen sene ABD’de düzenlenen ve 20 milyondan fazla çocuğun katıldığı “Hour of Code” etkinliklerinin açılışında yaptığı süresi kısa, anlamı büyük konuşmasında “çocuklar lütfen bilgisayarlarınızda sadece oyun oynamayın, bir oyun da siz kodlayın. Bu sadece sizin değil ülkemizin geleceği için de çok önemli” ifadelerini iyi anlamamız gerekiyor. Geçen ay Avrupa Birliği, üye ülkelerin eğitim bakanlarına gönderdiği mektupta “kodlama eğitiminin mümkün olan en erken yıllarda verilmeye başlanmasının Avrupa’nın geleceği açısından önemi” vurgulanmaktaydı. Bugünün çocukları ileri de hangi mesleği icra ederlerde etsinler, kullanmak zorunda olacakları en temel çözüm ve üretim aracı bilişim olacak. Kodlama, robot tasarım/kodlama ve üç boyutlu yazıcıların hayatımıza daha yoğun girmesiyle üç boyutlu tasarım, önümüzdeki yıllarda en temel beceriler arasında yer alacak.
Sonuç olarak, 20’li yaşlarındaki gençlerimize 100’er bin lira tekno-girişim hibesi dağıtıp beyaz eşya, otomotiv ve mobilya sanayini desteklemek yerine!, onlara ilkokul, hatta okul öncesi yıllarından başlayarak girişimcilik ve teknolojiyle üretim becerisi kazandırırsak, ülkemizin geleceği için çok daha sağlıklı bir iş yapmış oluruz. İnovasyon, bu teşvikleri dağıtan 5 kişilik jüriyi ikna edecek proje dosyalarından çok daha kapsamlı bir kavramdır.
Son söz: Teknoloji tarihini anlamadan, içinde yaşadığın kültürü anlayamazsın!
Doç. Dr. Selçuk Özdemir