Kadınlara şiddete son!
“Hayvanlara şiddete son” söylemini yapıyor olmamıza üzülürken bu denli kadınları koruyabilmek için çaba sarfediyor olmak yürekler acısı.
İnsanlar bunca yıldır kendilerine yoldaşlık, yarenlik ve kaderdaşlık yapmış hayvan dostlarına neden zulüm uyguluyor diye şaşkınken şimdi insan kendi sevgilisini, karısını, hayatının yarısını neden dövüyor ve hatta öldürüyora kadar geldik.
Belki bundan önceki 40 yılda internet hayatımıza girmediği için çok haberimiz olamıyordu ama son 10 yıldır bu olayların çok arttığını görüyoruz. İstatistikler de farklı konuşmuyor zaten; Birleşmiş Milletler’e göre, kadınların yüzde 35’i ömründe en az 1 kez şiddete maruz kalmış. Yani kabaca her 3 kadından biri. 15 yaş sonrası ise her 5 kadından biri fiziksel ve cinsel şiddet görüyor, bu da 5 kadından biri demek. 15 yaşından küçük kadınlarda şiddet görme oranı daha yüksek.
2019 yılında ülkemizde tam 474 kadın öldürülmüş. Hepsi koca, sevgili ya da sevgili olması reddedilen erkekler tarafından. Bu da son 10 yılın rekoru. Görüldüğü üzere dehşet her geçen gün artıyor.
Bu artışın nedenlerini 70 yılı aşkın süredir Dünya Savaşı görmeyen insanların biriken siniri diyen de var, cezalar yetersiz diyen de. Ülkemizde durum için iktidarları suçlayan da var, yetersiz kalan sivil toplum örgütleri de. Nedenine tek taraflı bakmak yeterli değil, bir ülkede hayvanlara eziyet, dehşet ve hatta tecavüz edilmesine çok da ses çıkmıyorsa, cezalar yetersiz kalıyorsa ve hatta bunu savunanlar varsa durumun pek parlak olmadığı apaçık ortada. Bu da kadın cinayetleri için önemli bir neden bence.
Kadınların geri plana atılması konusunun Anadolu’da yaygın kadın tanrılar (Asena, Kibele) varken birdenbire erkek tanrıların (Zeus) ortaya çıkmasıyla başlaması da muhtemel nedenler arasında. Anaerkil toplumdan ataerkil topluma geçiş, aynı zamanda avcı toplumların yerleşik düzene geçtiği zamanlara da denk geliyor. Hazıra konma, zayıfın elinden alma, güçsüzü yok etme hep aynı zamanlar. Erkeklerin egemen olma isteğinin öncesi 10 binlerce yıldı, sonrası birkaç binlerden onbinlere geldi, olgunlaştı.
Ülkeler bu gidişatın önüne geçmek için bazı anlaşmalar, protokoller hazırlamaya başlamış. Ben de son günlerde çok konuşulan İstanbul Anlaşması’nı merak edip araştırdım.
Bir kere sözleşmede “kadına karşı şiddet” tanımı kadına karşı her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik tehtidi ve ayrımcılığı içeriyor. Sadece fiziksel şiddet değil. Ayrımcılığın tanımı da çok net: “Cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi görüş, medeni hal”
Sözleşme 3 aşamalı. Birinci aşamada önleyici tedbirler var, bu aşamada, kadın-erkek eşitliğini her ortamda ve sürekli vurgulayıp, şiddete karşı çıkabilecek ya da şiddet uygulamaya çekinecek bir toplum yaratın diyor.
İkinci aşamada, böyle bir toplumu yaratmak bugünden yarına bir işlem değil, bu süreçte kadınlarını koru. Onları koruyacak güvenlik güçlerini eğit, harekete geçir diyor.
Son aşamada ise, yok bunu da başaramadın, o zaman cezaları arttır, kadına şiddet uygulayanlara büyük cezalar ver diyor.
Bu arada önemle ifade etmek isterim ki, 41 yıllık bilişim sektöründe ben böyle olumsuz bir ayrıştırma görmedim. Eğer bir ayrıştırma olduysa da hep pozitif olarak kadınlara olmuştur. Yine de sektörümüzdeki kadın sayısının azlığı dikkat çekmektedir.
Yabancı markaların ülke yöneticilerini seçerken kadın adayları tercih etmesi, bu gerçeği değiştirmiyor. Özellikle BT yöneticilerinin sayısı oldukça az, özellikle de teknik konularda yok gibi. Bunu teknik destek veren gruplardaki üye profiline veya teknik konulu etkinliklerde izleyen katılımcılara bakarak tespit etmek çok kolay. Genellikle oran bizim şirketteki kadın çalışan oranının tersine %70-%30 ‘un altında.
Her zaman olduğu gibi naçizane önerilerimi de sıralayayım;
- Eğitimin her kademesinde, eşitliği ele alan konuların ders müfredatına dahil edilmesi,
- Küçük yaşlarda bile olsa hayvanlara kötü muamelenin ağır sonuçları olmalı, çocukları için ebeveynlere ceza gibi. Bugün hayvana yapılan suçların yarın kadına dönük işlendiğini görüyoruz.
- Her şiddete, her ayrımcılığa toplumun her kesiminden tepki gösterilmesi
- Devletin kimden gelirse gelsin her türlü şiddete ağır cevap vermesi, bunu her ortamda açıkça beyan etmesi
- Ve yine her zaman olduğu gibi STK’lara çok iş düşüyor. Şiddeti, ayrımcılığı beklemeden düzenli programlarla etkin olmalı
- İstanbul Anlaşması’na ve benzerlerine sahip çıkmalıyız.
Yazdım…