Küçük Bedenler, Büyük Bedeller
Mertcan ŞEKER
Şu an okuduğunuz bu yazı, bir A4 kağıdına yazılmadan önce o kâğıdın pek bir anlamı yoktu. Dünyaca ünlü bir ressam size boş bir kağıt satmaya çalışsa hemen almazsınız değil mi? Ama üzerinde uyguladığı birkaç kalem darbesiyle o kağıdı eşsiz bir hale getirebilir. Milyarlar değerindeki anlaşmalar, kararnameler, kanunlar hatta bir aşk mektubu bile kağıda yazıldıktan sonra o kağıt değer kazanır. Boş bir kağıdı değerli hale getirmek kalemi tutan kişinin elindedir.
İnsan hayatı da işte aynen böyledir. Amma ve lakin ufak bir farkı vardır. Burada kalem de biziz kağıt da… Dikkat edilmesi gereken konu ise, hayatta bazen kendi kalemimizle başkalarının kağıtlarına müdahalelerde bulunuruz. Peki bu müdahale her zaman güzel sonuçlar mı ortaya çıkarır yoksa karalamalar mı içerir? Yarınlarımız olan çocukların kalemleri genelde bizlerin elindedir. Ne yazık ki karalamalar ile bazen hayatlar karartabiliyoruz. Hem de hakkımız olmadığı halde. Bir çocuğun eğlenmesi, eğitim görmesi, hayal kurması, mutlu olması gereken zamanlarda çalışması ne kadar acı bir durum değil mi? Çocuk işçiler… Küçük bedenlerinde büyük yükler olan, saklambaç oyununu mutluluğa karşı oynamak zorunda kalan umut tohumlarımız…
Kanuna göre 14 yaşını bitirme zorunluğu olduğu belirtilse de kimi zaman daha küçük yaşlarda çalışan yarınlarımıza rastlayabiliyoruz. Hatırlatmakta fayda var: böyle durumlarda hemen yetkili birimlere bilgi verebilirsiniz. Hukuken bu durumun yasak olduğunu herkes biliyor. Bu çocukları çalıştıran “insanlar” kanundan kaçmaya çalışıyorlar, evet. Peki ya vicdanlarından ne kadar kaçabiliyorlar? Zorunluluğu olmadığı halde ve zor şartlarda çalışan bir çocuğun, akranlarının eğlendiğini gördüğünde ne hissettiğini düşünmek bile acı veriyor insana. Gördüğü kötü muameleler, anlamını bile bilmediği mobinge maruz kalması, ufak bedeninin yorgunluğu… Bu konular empati ile %100 hissedilmeyecek derecede maalesef. Bazen sokakta her birimiz rastlıyoruz. Çocuklar kağıt arabaları ile çöplerden, atıklardan topladıkları kağıtları taşıyorlar. Sanayide çalıştırılan ve çırak olarak adlandırılan çocuklarımız da var elbette. Lakin işin bir de farklı boyutu var. Bir çoğumuz eskiden ailemizin yönlendirmesiyle köşedeki berberde, araba tamircisinde veya benzer bir dükkanda çalıştık. Ailelerimizin deyimiyle “hayatı öğrenmek” için oradaydık. Ama bizlere kötü muamele yapılmadı, hor görülmedik. Para kazanmak zorunda olduğumuz için orada değildik. Bizlerin durumuna “hayat stajı” lakabı taksak pek fazla yanlış olmaz. Ama ana fikre döndüğümüzde, iş hayatındaki yetişkin bireylerimizin, kadınlarımızın dahi bazen çok zor durumlar altında çalıştığına şahit olabiliyoruz. Hatta cinsiyet ayrımı yapmadan bakmak gerekirse tüm emekçilerin zaman zaman kötü şartlarda çalışmak zorunda olduğunu da görebiliyoruz. Hal böyleyken çocuk işçilerin durumlarını düşünmek bir kara delik kadar derin anlamlar içeriyor. Onlar dünya ile tanışırken mutlu olmaktan, eğlenmekten, iyi insan olmaktan önce zorluklarla başa çıkmayı, ne yazık ki üzülmeyi ve ağır sorumluluklar almayı öğreniyorlar. Onlar bu durumu yaşamak zorunda değiller. Bizlerin de bu durumu onlara yaşatmaya hakkımız olamaz. Dünyaya işçi insanlardan önce iyi insanlar lazım olduğunu unutmayalım.
Bu Dünya dediğimiz şey her şeye rağmen dönmeye devam eder bir kavram. Yaşam ise bu sürecin sadece bir diliminden ibaret. Ve bir de kağıttan… Geleceğimizin en önemli temel taşı olan çocukların hayatları, bizlerin bireysel ve bencil amaçları doğrultusunda yönlendirilemez. Elime aldığımız kalem ile bembeyaz kağıtları karalayamayız. Gerekirse o kağıdın kendi kendine çizilmesini bekleyin, ama karalamayın. Hayat karartmayın, aydınlatın.