LYS 2014
Lisans Yerleştirme Sınavı 2014 sonuçları, ülkenin en temel sorunu eğitimde durumun gayet kötü olduğunu gösteriyor. Yollarda araba kullanmaktan, çocuğun viyak viyak ağlayıp şımarmamasına; eleştirel düşünmekten, analiz yapabilmeye, doğru soru sorabilmeye, sorunlara yaratıcı yenilikçi çözüm aramaya ve bütün bunların bir “bilgi ekonomisine” dönüşmesine kadarki upuzun süreçte, yaşamın her ama her dakikasında insana gerekli olan beceri ve yeteneklerin temelinde daha bebeklikten itibaren başlayan eğitim ve öğrenme yatıyor. Eğitim sorunumuzda kalıcı, çağdaş, yeni yüzyılın sorunlarına yanıt verecek donanımda sürdürülebilir bir sistemi yaratamazsak ve konuyu sadece “doğru şıkkı seçmekle” sınırlı görmeye devam edersek, Türkiye, ortalama bir ülke olarak kalmaya devam eder.
•Matematikte sorulan 50 soruya, 2013’te ortalama 12.32 doğru yanıt verilebildi. 2014’te ortalama 9.72’ye düştü.
•Geometride 30 soruya 2013’te verilen ortalama doğru yanıt 4.15. Bu yıl 5.47. Eh, hiç olmazsa bir gıdım artış var.
•Fizikte 30 sorunun 2013 ortalaması 6.46.
Bu yıl 5.28. Düşüş.
•Kimyada 30 sorunun 2013 ortalaması 10.19.
Bu yıl 7.54. Düşüş.
•Biyolojide 30 sorunun 2013 ortalaması 11.05.
Bu yıl 9.33. Düşüş.
•Türk Dili ve edebiyatında 56 sorunun 2013 ortalaması 23.22.
Bu yıl 18.73. Düşüş.
•Coğrafyada 24 sorunun 2013 ortalaması 7.61. Bu yıl 8.70. Artış.
•Tarihte 44 sorunun 2013 ortalaması 14.49.
Bu yıl 12.78. Düşüş.
Bir başbakanın gündemi
Bir başbakandan duyulması pek tuhaf böylesi bir çıkışı Finlandiya Başbakanı, İsveç’in iş, ticaret, finans gazetesi Dahens Industri’ye geçen Cuma günü verdiği demeçte yaptı.
Stubb kısacası, Steve Jobs’u, Finlandiya’yı gafil avlamakla ve dünyaya sattığı önemli bir ürününü satamaz hale getirmekle suçluyor. Başbakan, Steve Jobs hayattayken bu değerlendirmeyi yapsaydı daha etik olurdu. Hem ayrıca, yaratıcılık ve yenilikçilik ne zamandan beri “başkalarının” keyfini ve zamanını bekliyor? Fikri olan, bunu ticari bir şeye dönüştürebilen, tüketiciye “Hah, işte aradığım buydu!” dedirten, elbette öne geçecek. Bu, tarihte hep böyle oldu.
Devam ediyor Başbakan: “iPhone, Nokia’yı yere serdi. iPad de, kağıda gereksinimi azaltarak ormancılığa sekte vurdu. Ancak, bu durumu değiştireceğiz. Ormancılığımız, kağıt ağırlıklı olmaktan çıkıyor, biyoenerji alanına dönüşüyor. Bilişim sanayiimiz, Nokia türü donanımdan uzaklaşıyor, telefondan oyun sektörüne doğru yöneliyor.
Dünyada en çok kazanan en tepe 5 uygulama yazılım şirketinden biri Finlandiya’dan Supercell: Bloomberg Businesweek, 8.5 milyonu aşkın aboneden, günde 4.6 milyon dolar kazandığını, 2013’te toplam 892 milyon dolar kazancının vergi öncesi karının 464 milyon Dolar olduğunu açıkladı. Ekim 2013’te, Japon telekom şirketi SoftBank ve GungHo Online Entertainment, ortaklaşa girişimle, Supercell’in yüzde 51 hissesini 1.1 milyar avroya satın aldılar.
2009’da Öfkeli Kuşları yaratan Rovio da Finlandiya’dan. Avrupa Yatırım Bankası (EIB) Rovio’nun yenilikçiliğine destek olmak amacıyla 25 milyon avro kredi açtı. Bu arada Rovio, Çin eğitim şirketi “123 Education” ile ortaklaşa, Fin ilk/ortaöğretim müfredatını Beijing ve Şanghay’daki okullarda “öğrence/eğiteğlence” formatında uygulamaya başlayacak.
Fin yazılım (oyun dahil) sektörünün cirosu 7.3 milyar Euro’ya yükseldi. Çalışan sayısı 42 bine çıktı. Bu şirketlerin ürettiği oyun videosu satışı 800 milyon avro oldu. Burada da 2 bin 200 kişi çalışıyor. İstihdam az, ama yarattığı değer çok.
İlginç bir ayrıntı var bu konuda: Supercell’de çalışan 101 kişi içinde 8 değişik ülkeden gelen 35 “yabancı” var. Rovio’da çalışan 600 kişinin ise 150’si yabancı… Çünkü küresel rekabet için, istihdamda yerli-yabancı ayrımı anlamsız: Türkiye’deki yabancı futbolculara bakınız.
Facebook ve büyük veri
İlaç şirketleri ise, bir üniversite olmadıkları, ticari kuruluş oldukları için “kabul görmüş” etik kurallar (?) çerçevesinde kalmak şartıyla kendi insan deneylerini yaparlar. Sorun, bir şirketin de bir üniversite gibi etik kurallara uyma zorunluğunda yatıyor. Facebook, “küçük harflerle yazılı” 9 bin kelimelik kullanıcı sözleşmesinde bu konularda özgürce hareket etmiş: Olumlu-olumsuz duygu içeren iletileri saklamış. Ve bir deneysel psikoloğun, kabusunda bile göremeyeceği kadar çok sayıda deneğe ulaşmış: 700 bine yakın.
Verinin büyüyerek artması nedeniyle “büyük veri” kavramı icat edildiğinden beri bu verinin nasıl ve kimler tarafından kullanılacağı sorunu, çözümsüz. İyi niyetli/kötü niyetli kullanım denetlenebilir mi? Kim tarafından hangi yetkiyle? Kitlesel salgın hastalık, paniğe yol açabilecek histerik söylentileri anlamak için büyük veriyi (sosyal medyada biriken iletilerle, Google’da yapılan aramalarla) pasif bir şekilde analiz etmek “iyi” niyetli olsa gerek? Ama aynı veriyi, oynamalarla saklamak, hatta değiştirmek “kötü” niyettir. Büyük veri, iyi/kötü niyetli araştırmacılara cazip geliyor, ama cazibe, etiği ezip geçmese iyi olacak.