“Mış” gibi yapmaktan vazgeçelim, büyük şirketler de elini taşın altına soksun!
TÜBİSAD Başkanı Mehmet Ali Tombalak: “Büyük şirketlerin, holdinglerin, bankaların, operatörlerin teknoloji yatırımlarına bakış açısının değişmesi gerekiyor. Çünkü sermaye onlarda var.”
Ayhan Sevgi
Tüm sektörlerin gelişimini sağlayan, şirketlerin rekabet edebilmesi için araçlar sunan bilişim sektörü, Türkiye’de ne yazık ki hak ettiği yeri henüz bulamamış durumda. Bilişim sektörünün gelişmesi demek iş dünyasının gelişmesi, ülkelerin gelişmesi demek anlamına geliyor. 2023 yılında ilk defa yazılım gelirleri donanım gelirlerini, bilgi teknolojileri iletişim teknolojileri gelirlerini geçti. Uzun bir aradan sonra dolar bazında da büyüme söz konusu oldu. Bunlar aslında çok önemli gelişmeler, ama yeterli değil. Sektörün önümüzdeki dönemlerde de büyümesini sürdürmesi gerekiyor. Dünyadaki süregelen büyümenin benzer şekilde Türkiye’de de olması gerekiyor.
Peki bunu nasıl başaracağız? Bu sorunun yanıtını; son dönemlerdeki sunumlarında sektördeki bazı ezberleri bozan; “Beyin göçü değil, şirket göçünün önüne geçilmeli”, “Sektörü büyütecek olan KOBİ’ler değil, büyük şirketler olmalı”, “In-house yazılım geliştirme modeli acilen son bulmalı, out-house modeline geçilmeli”, “Büyük şirketler, bankalar, operatörler, kamu kuruluşları zihniyet değişikliğine gitmeli” gibi söylemleri dile getiren TÜBİSAD Başkanı Mehmet Ali Tombalak’a sorduk:
2023’te yaşanan BT pazarındaki gelişim, sürdürülebilir boyuta geçti mi?
Büyüme konusunda gitgeller yaşamamalıyız. Bizim sektörün büyümesine katkı sağlayacak, diğer tüm sektörlere ve ülkeye değer katacak birtakım öngörülerimiz var. Bunun temelini de katma değerli işler oluşturuyor. Türkiye’nin teknoloji alanında avantajları var. Büyüyebilir ve pastadan daha fazla pay alabiliriz. Birinci avantaj, bölgenin en güvenlikli ülkesi. İkincisi, coğrafi konumu. Üçüncüsü ise üretim ülkesi olmamız. Biz bir üretim ülkesiysek eğer, bu üretim sektörlerinin tamamını teknolojiyle daha da ileri boyutlara taşıyabiliriz. Üniversitelerimize, genç nüfusa baktığımızda “Bu bölgenin en yetkin ve en ölçekli ülkesiyiz” diyoruz. O zaman biz niye dijital anlamda bu bölgenin en güvenlikli ülkesi olmuyoruz? Katar mı bizden daha ileri bir ülke olacak? Bunu lojistik alanında başardık. Bakın Türkiye şu anda doğu ile batı arasında bir lojistik merkezi konumuna geçti. Savunmada da bunu başardık. Doğru tespitlerle bu pazarı büyütebileceğimize inanıyoruz.
Diğer sektörlerin de gelişmesine, şirketlerin rekabetçi avantajlara sahip olmasına, ülkenin gelişmesine katkı sağlıyorsunuz. Dolayısıyla bu pazarın büyümesi sadece bilişim STK’larının mı sorunu? Diğer paydaşların da daha fazla destek vermesi gerekmiyor mu?
Elbette bunun, sadece STK’ların ya da TÜBİSAD’ın sorunu olmaması gerekir. Devletin ya da KOBİ’lerin değil esasında büyük şirketlerin, holdinglerin, bankaların bu alana bakışının değişmesi gerekiyor. Çünkü sermaye onlarda var. Bu büyük şirketler varlıklarını sermayeleriyle bir noktaya getirmişler ve teknolojiyle fark yaratabilmelerinin yolu bizle daha yakın çalışmalarından geçiyor. Teknoloji sektörünün de bir paydaşı olmalarından geçiyor. Dolayısıyla biz önümüzdeki dönemi hem tüm sektörleri büyüterek hem de kendimizi büyüterek geçirmek istiyoruz. Dünyada hızla büyüyen bulut, yapay zeka gibi alanlardan daha fazla pay alarak kendi büyümemizi sağlayabiliriz.
Ülkemizde beyin göçü büyük bir sorun olarak gösteriliyor. Ama siz, beyin göçünün bir sorun teşkil etmediğini, esas sorunun şirket göçleri olduğunu söylüyorsunuz.
Evet, herkes beyin göçünü konuşuyoruz ama esas bizi şirket göçü geriye götürür. Beyin göçüne engel olmak çok kolay değil. Bence beyin göçü de tam manasıyla gerçekleşmiyor. Gidenlerin çoğunluğu geri geliyor. Ya da dışarıdayken bile sürekli beyni burası için düşünmeye devam ediyor. Ama şirket göçü olduğunda, beyin de gidiyor, sermaye de gidiyor. Dolayısıyla biz öncelikle şirket göçünü engelleyecek, tersine çevirecek düzenlemeler, destekler tanımlamalıyız. Yani bir şirket İngiltere’de kurulmak yerine niye Türkiye’de kurulmasın?
Buna önce giden ya da gidecek olan şirketlerin inanması gerekmiyor mu?
İnanmıyorlar. Çünkü İngiltere’de ya da Amerika’da kurduklarında şirket değerlemesi 5 yıl sonra Türkiye’dekinin belki 5 katı olacak. Ama bunu tersine çevirmek de zorundayız. Bu duruma bir örnek vereyim. Dünyada en hızlı büyüyen alanlardan birisi bulut bilişim. Veri merkezi, değer merkezi diyoruz. Ana işi veri merkezi olan şirketlere, rekabette öne geçebilecekleri birtakım destekler sağlamazsanız, bölgesel şirket olma potansiyeli olan bu şirketler yurt dışına gider. Ama biz bunu sağlasak; bölgenin güvenli ülkesi olarak bölgesel şirketler çıkartma potansiyelimiz var. Kısacası ya biz bu pazarı üç – beş büyüğe bırakacağız ya da biz de bu pastadan pay alacağız.
Onlar da gelmiyor…
Onlar da gelmiyor, ama pastamızı büyütmek için getirmeliyiz. Bu da yine devletin ve ülkenin tüm paydaşlarının bir araya gelerek çözmesi gereken bir konu. Şimdi o büyükler gelmezse, dünyada en hızlı büyüyen bu alandan biz pay alamıyorsak, yetkinliğimiz zamanla azalıyor demektir. Dolayısıyla bunu tersine çevirmenin yolu bence, tüm paydaşların bir araya gelerek bu ülkeye özel strateji geliştirmesinden geçiyor. Aynı şey şirketler için de geçerli. Niye bizim tüm şirketlerimiz satın alınmayı bekliyor? Bizim, dışarıdan şirket satın alabilecek ortamı oluşturmamız lazım. Bir sermaye gücümüz olsa, bu şirketlere güçlü, ölçekli yatırım yapabilme gücü verebilsek, gidip şirket alabilecekler ve global olabilmek için adımlar atabilecekler. Arçelik, Şişecam, Ülker gibi şirketlerimizin paraları vardı ve şirketler satın alarak global oldular. Yoksa, gidelim yurtdışında iki tane ofis açalım oradan satış yapalım demekle uluslararası pazarlara girilmiyor. Dolayısıyla probleme doğru bakmak lazım.
“Bizim büyük şirketlerimiz kullanıcı olarak teknolojiye yoğun yatırım yapıyorlar. Ama teknoloji şirketlerine yatırım yapmıyorlar” diyorsunuz.
Türkiye’nin büyük şirketlerini, bankaları karşımıza alacak bir manifesto yayınladık ve şu soruyu sorduk. Niye bankalarımız, büyük holdinglerimiz teknoloji şirketi çıkartamıyor? Aslında bu sorunun yanıtı basit. Yazılım, çözüm geliştirme konusunda In-house çalışıyorlar. Binlerce yazılımcı çalıştırıyorlar ve bu ürünleri ağırlıklı olarak kendileri için geliştiriyorlar. Yurtdışında bir fintek şirketine bakıyorsunuz, 2 bin yazılımcı çalıştırıyorlar ve onlarca bankaya hizmet sunuyorlar. Bizde 2 bin kişi bir banka için çalışıyor. İşte biz bu durumu tersine çevirmek diyoruz. Eğer bir bankanın kurduğu teknoloji şirketi yurtdışına açılabiliyorsa, buna itirazımız yok. Ama başaramıyorlarsa artık out-house modeline dönmek zorundalar. Bir ekosistem oluşması ve bu ekosistemin gelişmesi önemli. Böylece bankalar, holdingler, büyük sanayi şirketleri kendi içinde teknoloji yatırımı yapmak yerine kendi işine odaklanmaya devam edecek. Teknoloji ihtiyacını da oluşan bu ekosistem üzerinden temin edecek. Eğer kalkınmak istiyorsak Türkiye’nin en az 50 şirketi bölgesel, 50 şirketi de global olmak zorunda. Bu da sadece teşviklerle olmuyor. Bu kuruluşların ortaya inisiyatif koyması lazım. Sadece teknoloji kullanan değil, üreten de olması lazım ama ihtiyacını da ekosistemden alması lazım. Geliştirdiği teknolojiyi kendi kullandığı gibi diğer kuruluşlara da satacak, yurtdışı kuruluşlara da satacak. Kısacası yarattığı değeri diğer kuruluşlar ile de paylaşacak. Hem ekosistemin içinde yer alacak hem de bu ekosistemin gelişebileceği out-house modelini destekleyecekler.
Türkiye’de bahsettiğiniz ekosistem ne yazık ki güçlü değil.
Evet çünkü bu yüzden güçlü olamıyor. Ekosistem sürdürülebilir bir yapıda değil. Onun için de kendi içimizde yapıyoruz. Tabi bu tavuk yumurta ilişkisi. Eğer o şirketlere şans tanımazsan, hak ettiği değeri ödemezsen, fiyat rekabetine sokarsan, o zaman ölçekli şirketlerimiz oluşmaz. Niye Almanya’dan, İngiltere’den 2 bin müşterisi olan yazılım şirketi çıkabiliyor? Çünkü, teknoloji ekosistemindeki şirketlere şans tanındığı için, onlardan çözüm alıp kullanıldığı için… Kendi ülkelerinde bir noktaya geldiklerinde de başka ülkelere de gidebiliyorlar. Bizim de böyle şirketlerimiz oluşsa, yaptığı ihracatla ekonomiye katkı sağlar. Ve aslında olmak istediğimiz yere gideriz. Çünkü bunu yapamazsak, ekosistemi yaratamazsak teknoloji üreticisi olmaktan çok sadece teknoloji tüketicisi olacağız.
Ağırlıklı olarak bankaları sorguluyor gibi olduk.
Aynı soruyu aslında telekom operatörlerine de soruyoruz. Senin ana işin ne? Yazılım yapmak mı? In-house birtakım teknoloji geliştirmek mi? Yoksa gerçekten telekom işiyle mi büyümek? Telekom işiyle büyümeyince yan işlere giriyorlar. Halbuki onları da destekleyip bölgesel büyümelerini sağlamamız gerekiyor. Bizim bölgeye yayılmış bir tane telekom operatörümüz yok. Dolayısıyla yine aynı konuya geliyoruz. Operatörlere diyoruz ki; ana işin telekom ise ona odaklan ve büyü. Veri merkezi de ana işlerin arasındaysa, onu büyüt, bölgeye yayıl. Bunların dışındaki işleri ise teknoloji geliştiricilere bırak. Bahsettiğim bu durum tüm şirketlerimiz için geçerli. Eğer ana işine odaklanmazsan rekabet avantajı da yaratamazsın. Dünyadaki büyük global şirketler bile kendileri yazmayıp, ana işi bu olan bir firmadan alıyorsa, bizim şirketlerimizin de artık kendi ERP’sini, CRM’ini yazmayı bırakması lazım.
Telekom şirketlerimiz bir araya gelseler bölgesel olabilme açısından bir değer oluşturabilirler mi?
Kesinlikle. Çünkü 5G altyapısına geçiş bir ülke stratejisi ve tek bir telekom operatörünün yapabileceği bir şey değil. Dolayısıyla, bir araya gelip, “Biz ana işimiz olarak neler yapıyoruz, gücümüzü nasıl birleştirirsek bölgesel oluruz?” diyebilmeliler. Sonuçta biz, birbirine rakip Türkiye’nin en büyük iki özel bankasını yan yana getirebildik. Ortak dertlerde bir araya gelebilmemiz gerekiyor. Dolayısıyla telekom operatörleri için de benzer durumun oluşmasını herkes istiyor. Evet, bizim telekom altyapımız iyi değil, internet hızımız, fiberimiz yeterli değil. Dolayısıyla telekom operatörlerinin önceliği bu olması lazım. Ya bunu nasıl yapacağını söyleyecek ya da niye yapamadığını söyleyecek ki bizler de bilelim. Bunların cevaplarını tüm hepimiz bilmek zorundayız. Ülkenin doğrularını herkesin duyması lazım. Ülkenin geleceğinin out-house modelinin yaygınlaşmasında olduğunu tüm kurumların CEO’ları bilmek zorunda.
Bugüne kadar hep “Mış” gibi yaptık. Artık büyük şirketlerin, bankaların, operatörlerin, kamunun vs herkesin derdi olmalı. 3 -5 STK’nın derdi olmamalı. Ülkemizde faaliyet gösteren uluslararası şirketlerin yöneticilerinin de derdi olmalı. Onlara da şunu sormak lazım: “Siz tamam şirketiniz için iyi şeyler yapıyorsunuz. Ama ülke için ne yapıyorsunuz?
2024’ü “Ekosistem” diyerek bitiriyoruz. 2025’te bu çalışma nasıl şekillenecek?
Bu konuda bir seferlik yılı olarak geçecek 2025. Bu söyleme fazlasıyla sahip çıkacağız. Bunu da çocuklarımız için, ülkemizin geleceği için yapacağız. Birleşe, birleşe büyük bir ekosistemi oluşturacağız. Küçük olsun, benim olsun mantığı ile hareket edemeyiz.