MOBİL DÜNYADA DİJİTAL İNOVASYON
Açılış toplantılarının ardından başlayan ‘Mobil Dünyada Dijital İnovasyon’ salonundaki oturumlarda ilk sözü MOBİLSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Kerem Alkin aldı ve ‘Dijital Dünyada Mobil İnovasyon’ başlıklı sunumunu katılımcılarla paylaştı. “Dünya ekonomisinde sürdürülebilir büyüme açısından genel bir memnuniyetsizlik söz konusu” tespitini paylaşan Prof. Dr. Alkin, şöyle devam etti:
Gelişim için altyapı hazır ve yeterli olmalı
“G20 ülkeleri malumunuz dünya ekonomisinde sürdürülebilir büyümeyi yeniden yapılandırmak adına birçok konuyu konuşuyorlar. Bunda altyapı yatırımları nasıl rol oynayabilir, bunlarla ilgili ciddi tartışmalar söz konusu. Aslında telekomünikasyon ve bilişim endüstrisinde, özellikle de dijital dünyadaki mobil inovasyonla ilgili gelişmeler hız kazandıkça şirketlerin katma değer üretme alanlarında da büyük değişimler görüyoruz. Dijital dünyadaki mobil inovasyon, bizim alışkanlıklarımızı ve bu süreçleri kullanma becerilerimizi de ciddi manada değişime uğratıyor. Dijital dünyada mobil inovasyondan söz ediyoruz, ama bunun için ciddi manada bir altyapıyı da göz ardı etmemek lazım. Çin ve Türkiye gibi ülkeler 1950-60’lı yıllarda kalkınma için gerekli unsurun kalkınma planları olduğunu düşünürlerdi, kısmen geçerli. Şu anda 10’uncu kalkınma dönemindeyiz. Çin’in 2016 itibariyle yürürlüğe aldığı ve 2020’ye kadar kalkınma için kullanmayı hedeflediği 13’üncü kalkınma planının adı enteresan bir şekilde ‘Internet Plus’ ve Çin kendi topraklarında nüfusunun yüzde 98,7’sini ciddi manada hızlı internet kullanımına ulaşmasıyla ilgili atılım gerçekleştiriyor. Biz MOBİLSİAD olarak dijital dünyada ve mobil inovasyonda dünyada trendler nereye gidiyor, Türkiye ne yapmalı, tüm ilgili kurumlarla, diğer STK’larla ve iş dünyasıyla sürekli konuşuyor, uluslararası işbirliği içerisinde ticaret girişimleri organize ederek dünyaya ulaştırmaya çalışıyoruz. Türkiye 4,5G’ye geçerken bu ulusal geniş bant stratejisine yönelik rapor yayınlama ihtiyacı hissettik. Bu rapor gösterdi ki şu saat itibariyle en az 600 bin km olması gereken fiber optik altyapılarımızın şu anda 275 bin km düzeyinde. Oysa bizim ana damar olarak 300 bin km, kılcal damar olarak 300 bin km olmak üzere 600 bin km fiber optik altyapıya ihtiyacımız var. Bu rakamı 2020’ye geldiğimizde 1 milyon km’ye çıkarmamız gerek. Bununla ilgili bir seferberlik hedeflenmesi lazım. İzmir’de 3 boyutlu yazıcıları Brezilya’ya ihraç etmeyi başaran bir firmamız var. Bu ihracattan kısa bir süre sonra söz konusu firmamızın, bu ürüne buradan yeni bir yazılım göndermesi gerekiyor. Firmanın bulunduğu ticaret bölgesinde İzmir’de teknolojik altyapının içler acısı olması nedeniyle firma 10 gün uğraşmasına rağmen, Brezilya’daki makineye kendi sunucusundan yazılım atmayı başaramamıştı. Dolayısıyla Türkiye iddialı bir ekonomi olacaksa, bununla ilgili olarak ekosistemin de altyapının da hazır ve yeterli olması gerek.”
Dijital olgunluk, yatırım ve önceliklerde belirleyici
Samsung Electronics Türkiye Kurumsal Bölüm Direktörü Murat Atıcı, ‘Türkiye’deki Dijital Değişime CEO Bakışı’ sunumu ile yaptıkları çalışma hakkında bilgiler paylaştı. Dijital değişim adına neler yapıldığını, C seviyeler için ne anlam ifade ettiğini, dijital yatırımların hangi alanlarda yapıldığını, kimlerin rol oynadığı, nasıl gerçekleştirildiğini ve değişim sürecinin nasıl üretildiğini ortaya koymak üzere Samsung olarak TÜSİAD, Deloitte ve GFK ile birlikte yürüttükleri çalışmanın önemli fırsatları ortaya koyduğunu belirten Murat Atıcı, şu bilgileri verdi:
“Bu araştırmaya başlarken en önemli sorularımızdan biri şirketin içerisinde bir dijital stratejinin olup olmadığıydı. Ortalamaya baktığımızda şirketlerin yüzde 66’sında net, anlaşılır bir dijital stratejinin olduğunu görüyoruz. Farklı sektörler için farklı seviyede dijital strateji tanımlaması var. Diğer bir konu dijital olgunluk. Telekom, bankacılık ve perakende, hızlı tüketim ürünleri bu alanda özellikle olgunluk seviyesinde gelişen seviyesinde. Dijital strateji ve bundan sonraki aşamalarla da alakalı, olgunluk arasında bir bağlantı görmek mümkün. Bu araştırma bunu net olarak ortaya çıkardı. Gruplara ayırdığımız zaman, giriş seviyesi, gelişen seviye ve olgun seviyedeki şirketlerin stratejinin net olup olmamasıyla alakalı farklılık gösterdiğini gözlemliyoruz. Şirketlerin dijital olgunluk seviyesindeki farklılıklar, onların yaptığı yatırımları da farklılaştırıyor. Giriş seviyesindeki şirketlerin daha ziyade operasyonel verimliliği artırıcı faaliyetlere odaklandığını görüyoruz. Gelişen ve olgun seviyedeki şirketlerin ise dijital yatırımları bütünsel ele aldığını görüyoruz. Giriş ve gelişme seviyesindekiler münferit veya CEO bazlı yaparken, olgun şirketler bütünleşik ele alıp bütünleşik projeler gerçekleştiriyorlar. Müşteri deneyimi giriş ve diğer seviyelerde kendini ön planda gösteriyor. Giriş seviyesinde tedarik zinciri ve siber güvenlik en önemli yatırım alanlarından birisi olarak dikkat çekiyor. Olgunluk seviyesindeki şirketler yatırımları çok geniş bir yelpazede bölüyorlar ve bütünleştiriyorlar. Her bir yatırım aslında bir diğerine dokunuyor ve bütünleşik bir stratejinin etrafında şekilleniyor. Yine şirketleri yaptıkları faaliyet ve müşteri profillerine göre ayırdığımızda, B2B’ye giden şirketlerle B2B ve B2C yapan şirketler arasında, B2B şirketlerin verimliliğe odaklandığını, iş analizi, siber güvenliğe yatırım yaptığını, operasyonel verimliliğe odaklandığını görüyoruz. Son kullanıcıya giden şirketlerde ise müşteri deneyiminin ön plana çıktığını, iş analizi, dijital pazarlama ve sosyal projelere odaklanıldığını gözlemliyoruz. “En çok yatırım alanlarının dijital teknolojilerde müşteri deneyimi ve iş analitiği olduğunu görüyoruz. Dijital olgunluk arttıkça, sosyal ve dijital pazarlamaya daha çok odaklanıldığını görmek mümkün.”
Yeniliklerin sonu yok
Panasonic Türkiye Kurumsal Mobil Çözümler Ülke Müdürü Ali Oktay Ortakaya, 'Endüstri 4.0 Çağında Mobil Dönüşüm' başlıklı sunumuyla, Endüstri 4.0 süreci hakkında bilgi verdi ve şu bilgileri verdi:
“Dijitalleşince veriye anında erişmeye başlıyoruz, sistemlerin içinde bir karışıklığa bulaşmıyoruz. Burada çok özel bir örnek, Panasonic olarak bizim yeni duyurduğumuz, tabletlerimizin arkasına otomotive özel bir gadget geliştirdik. Arabayla konuşan bir sistem. Kalite kontrol gibi ya da aracın serviste arıza tespiti, firmware güncellemesi, klasik bilgisayar sistemli arabadaki bütün güncellemeler ve bakım onarımın yapıldığı bir senaryo ve bu ürün aktif pazarda ve bütün üreticilerle devam ediyor. Bu tarz devasa makine üreten grup, üretici firmayız, biz de üreticiyiz, üretim yapan firmalara makineler üretiyoruz. Aslında Panasonic markasının çok görülmediği ama günlük hayatımızda çok hizmetlerini aldığımız bir ekipten bahsediyoruz. Bu tarafta biz eski ama aynı zamanda yeni bir oyuncuyuz. Bilgi teknolojileri tarafı, mobil tarafta Endüstri 4.0’ın hepimize iddia ettiği o katma değerli sonuçları almak adına çok önemli faydalar sağlıyor.”
X kuşağının rolü büyüyor
Turkcell Müşteri & Deneyim Yönetimi Genel Müdür Yardımcısı Doğuş Kuran, 'Dijital Dönüşümde X Kuşağının Rolü' sunumuyla nesiller arasındaki farkların dönüşümdeki rolünü şöyle anlattı:
“Yapacağınız inovasyon da değişim de ihtiyaçları karşılayacak hale geliyor. İnsanlar teknolojiyi deneyimlemez. Bizler ürünleri, servisleri, hatta dünyayı durum ve bağlam içerisinde deneyimleriz. Eski dünyayla yeni dünyayı birleştirdiğimizde basit düşünmekle oluyor, karmaşık yazılımlarla yapmaya kalkarsanız, mektup iki haftada gelmeden 4 hafta da şirkette dolaşmaya devam eder. Doğru teknolojiyle doğru sosyal medya izleme araçları önemli. Özetle, X kuşağının rolü ile bence kendi alışkanlıklarımızı iş yaparken tüm arkadaşlara, Z kuşağı arkadaşlardan hız, esneklik, X’i ne yapıyorsak da esnekliği katmak için en az 10 kat çarpıp, 10 yıl sonra ne güzel şeyler yaptık diye hayatımızı değiştirecek halimiz olacak.
İnovasyonu desteklemek gerek
Günün ilk yarısında ‘Türkiye’de Sürdürülebilir Mobil İnovasyon Modeli Nasıl Yapılandırılmalı?’ başlıklı paneli MOBİLSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Burak Kır yönetti. Katılımcılar ise Turkcell Müşteri ve Deneyim Yönetimi Genel Müdür Yardımcısı Doğuş Kuran, Samsung Electronics Türkiye Kurumsal Bölüm Direktörü Murat Atıcı, Agency So.Ho. Kurucu Ortağı Neslihan Uçar Çadırcı, R/GA İstanbul ve Ortadoğu Yönetici Direktörü Sertan Eratay ve Mobilexpress Kurucusu ve CEO'su Zeynep Şener oldu.
“Yarattığınız, düşündüğünüz şeyleri hızlı bir şekilde hayata geçirmeniz lazım ama bunları sunacağınız da sınırlı sayıda şirket var” yorumunu yapan Neslihan Uçar Çaldırıcı, “Her iki tarafın da artı eksileri var, ama bence şu yılda öğrendiğim şeylerden dışarısı yeni fikirlerin olgunlaşması için çok çok daha olgun bir ortam” dedi ve ekledi: “Türkiye'de geçen yıl yatırımların toplam tutarı 1 milyar dolar. İçerisinde 589 milyonla Yemek Sepeti, 300 küsur da Türk Telekom’un Avea’yı satın alması var. 100 milyon kalıyor ki para aslında bitiyor. Yurtdışına dönüp baktığımızda unicorn dediğimiz 1 milyar üstü yatırım alan 229 tane şirket var ve bunların 101 tanesi Amerika’da, 14 tanesi Avrupa’da, Türkiye'de henüz yok. Hal böyleyken, yapmamız gereken bazı değişiklikler var hem kurumlar hem yatırımcılar olarak. Öncelikle müşteriyi odağa almak lazım. Kullanıcıya değer kattığınız her an para kazanmanız da öyle ya da böyle kaçınılmaz oluyor.” Sertan Eratay ise şu bilgileri verdi:
“İnovasyonu kapalı kapılar ardında belli bir yere getirebiliyorsunuz, sonra o inovasyonu desteklemeniz gerekiyor. Bunun da en kolay yolu bu işi yapmak. Biz de bu ventures yapısının altında son 3 yıldır yaklaşık 8 tane program, girişim hızlandırma programı belirledik, yaklaşık 2 bin start-up ile tanıştık, yaklaşık 80 tane girişimciye yatırım yaptık. Hedefimiz; bu sistemden belli öğrenimler çıkarmak, belli inovasyon süreçlerinin parçası olmak ve bu 80 tane girişim firmasına R/GA hizmetlerini sunmak. Bence işin sırrı; açık inovasyonu ekosistem mantığıyla metodolojik olarak desteklemek. Sizin ürününüzün müşteriyle buluştuğu noktada farklılaşacağı konu, oradaki yaşattığı deneyim ve hissettirdiği duygu. Bunu işin en başından, bu ürün sürecine koymanın aslında kısa adı ‘design thinking’. Bir ürün tasarımına bir inovasyon ya da bir hizmet tasarımına başlarken aslında müşterinin yaşayacağı ve hissedeceği duyguyu tarif ederek başlamak ve ondan sonra işin arkasına gerekli teknolojiyi, arayüz tasarımını, kullanıcı deneyimini oturtmak aslında şu anda karşılaştığımız dünya. Bunu yapmazsak bu ürünler bir süre sonra kendiliğinden bağlı hale getiremiyor müşteriyi. Dolayısıyla müşteriyi, onun ne hissetmesi, düşünmesi gerektiğini merkeze koyup öyle hareket etmek lazım.”
Dönüşümün temel taşı
İnovasyonun iki bacağına; yenilikçiliği ve katma değer yaratmasına işaret eden Zeynep Şener, “O anlamda 300 milyon TL civarı bir pazarı var mobil ödemenin şu anda Türkiye'de yıllık olarak” dedi. Mobil ödemenin başladığına, hayata ilk geçildiği uygulama olan operatör destekli hizmetlerin burada önemine işaret eden Zeynep Şener, şu bilgileri paylaştı:
“İki unsur daha eklendi aslında. Bir tanesi mobil ödeme dendiğinde işin içine dahil edilmiyor ama mobil uygulamalar ve mobil siteler üzerinde yapılan alışverişlerde ödemeler rakamlara çok dahil edilmiyor. Bir de daha çok Samsung, Turkcell gibi banka, operatör ve büyük cihaz markalarının önderliğinde daha teknolojik anlamda sofistikasyon içeren inovasyon çalışmaları var ve bunlar başlangıçta. Başarısı kanıtlanmış, başarılı inovasyon dediğimiz mobil ödeme çalışmaları bence hala bizim sektördeki dönüşümün en temel taşı.”
Doğuş Kuran ise, “Deneyim dediğimiz zaman, müşteri hakikaten kusursuz hizmet arıyor. Aynı uygulamayı 3-4 yıldır telefonumuzda silsek, telefonunuzu kurduğunuzda ilk uygulama buydu demek istiyoruz. Müşteri beklentisini koyduğunuz zaman, inovasyona gerek kalmadan, hata yapsak bile bunun geçerli olabileceği bu şansı bize veriyor. Hatayı teşvik eden, gelişmeyi teşvik eden kültür de inovasyonu yaşatabilen kültür. Fijital, derdimizi anlatmak için çok güzel bir kelime ama uygulaması çok zor, gerçek hayattaki eylemlerin dijital ortama taşınması özeti. Mağazadaki teknik hızı, mağazadaki dönüşüm hizmet kalitesini dijitalde de sağlamadığınız sürece dijitalleşmek olmayacak. Bir müşteriyi işin kalbine koymak, müşteri ne ister, ne zaman ister, onu anlamak, hibrit bir sistem tasarlamak, mağazayı üç boyutlu bir site gibi tasarladığınız zaman bu başlıyor. Bence Türkiye'deki en büyük engellerden biri inovasyonun sürekliliğinin önünde bir şey, bizim kültürümüzde olan şeyleri atmamız lazım.” yorumunu yaptı.
Teknolojiyi tanımlıyoruz
Esasında inovasyonun temel noktası; insanları bu hız içerisinde hareket etmeye alıştırmak, değişimin bir parçası haline getirmek. “Bence bunu Samsung, teknoloji firması olmasından önce taşıyor kendisinde” diyen Murat Atıcı, “Şirket öncelikle teknolojiyi tanımlıyor ve geliştiriyor” yorumunu yaptı ve devam etti:
“Dünyada 42 farklı ülkede Ar-Ge merkezi üzerinde gelişimi mümkün kılıyor, bunun üzerinde mobil teknolojiler, mobil uygulamalar ve müşterimize direkt dokunan cihazlar ve serüvenleri geliyor. Aynı zamanda müşterisine, bütün ortaklarına, çevresine de açması lazım bunu ve açık inovasyonda da önemli işleri var Samsung’un. Dünya genelinde 2 binin üzerinde iş ortağımızla beraber çözüm geliştiriyoruz.”
Kullanıcıyı merkeze almanız gerek
Verilen iletişim arasının ardından, Netmarble EMEA CEO'su Barış Özistek 'Mobil Dönüşüm İçin Liderlik' sunumu ile katılımcıları bilgilendirdi. Mobil cihazların hayatımıza girmesinden bugüne yaşanan gelişmeleri paylaşan Barış Özistek, “Artık mobile geçiyoruz ve mobil öğrenmeniz lazım. Birileri ‘yenilerini öğrenmeniz gerekiyor’ dediğinde ister istemez bir direnç oluşuyor. O yüzden liderlik bir dönüşüm gerçekleşebilmesi için çok önemli” yorumunu yaptı. Netmarble hakkında bilgi veren Özistek, şöyle devam etti:
“Dünyanın en büyük 3’üncü mobil oyun firması, en büyük 10 oyun firmasından da biriyiz. Mobil dönüşümü görmek kritik nokta. Liderlik deyince benim çok sevdiğim bir kelime ‘execution’, yani önemli olan hayata geçirmek. Dönüşümün gerçekleşmesi bir onu ‘execute’ edebilmek önemli, ikincisi de tabi ki hız. Hız her şey, trendi kaçırdığınızda ne kadar iyi yaptığınızın bir önemi kalmıyor. Mobil dönüşüm diyoruz, eğer mobile dönüşen bir pazarı kaybettiyseniz, ondan sonra her şeyi çok iyi yapmanın pek bir anlamı kalmıyor. Bir şeyi hayata geçirebilmek için dijital dünyada sonuç almak bizim için önemli. Mobil dönüşümdeki en önemli konu kullanıcılar ve kullanıcıyı merkeze almak mobilde en önemli noktalardan bir tanesi.”
Teşviklerde olması gereken temel başlıklar
Etkin Proje Kurucu Ortağı Kemal Sidar, ‘Dijital Endüstrilerde Ar-Ge ve Ar-Ge Merkezi’ başlıklı sunumuyla yerini aldı. Etkin Proje’nin kuruluşu ve yaptığı çalışmalar hakkında bilgiler veren Kemal Sidar, “Önceliğimiz; Ar-Ge’den doğan konuların yatırım teşviki konusunda hizmet vermek” dedi. Sidar, şöyle devam etti:
“Birçok teşvik programı açıklanıyor, ne kadar çok teşvik varsa o kadar kötü gidiyor demektir işler ama hibe konusunda ciddi bir teşvik var. Esasında beklenti, kamu fonlarının haricinde özel sektörü de bu tarafta aktif olmasını sağlamak. Başladığımız zaman 0,5 oranında GSYH içinde Ar-Ge oranı vardı, bunun olması gereken yüzde 3’tür. Bu hepimiz için fırsat yaratıyor. Ar-Ge teşvik başvurularında kimin ağırlığı var dersek, bilişim endüstrisi ön planda. Bu hem avantaj hem de dezavantaj. Önemli bir sıkıntı Ar-Ge merkezi ve teşviklerinde, bilişim endüstrisi nitelikli eleman sıkıntısı. Teknik olarak mezuniyet anlamında ciddi bir sıkıntı var ve maalesef mevzuat, teşvikleri mezuniyet durumuna göre tanımlamış durumda. Yüzde 56 üniversite mezunu var, matematik veya mühendis alanından mezun olanlar daha da az. Burada kamunun yapması gereken bir sertifikasyon programı koymak ve yazılımda alaylı olmanın önemini ortaya koymak. Mevzuat dışında kalan personelin içeriye alınması bir yöntem olabilir. Ar-Ge yapan şirketlerin de ihracat tarafında teorik bir avantajı bulunuyor. Yazılım sanayinde ihracat tarafında özel bir avantajı var, çünkü ara mamul, ithal girdi gibi sıkıntılar yok. İhracat tarafında yeni teşvikler gelecek. Birkaç tane önemli unsur var. İlki teşvik sisteminin şu anda modeli doğru değil, değişmesi lazım çünkü yazılım teknolojilerine öcü gibi davranıyorlar. Doldurulan formlar yazılım sanayine uygun değil, hakem denetlemelerinde ihracat tarafında sıkıntılar yaşanıyor, teşvik sisteminin yeniden ele alınması lazım. Şöyle bir önerimiz var: Kademeli, yaptığınız Ar-Ge’nin yoğunluğuna göre, firmanın boyutuna göre değişen boyutlarda. Firmanın büyüklüğüne göre de oranın değişmesi, değişken olması lazım. Projenin konusu, başvurduğunuz bölge olarak destek vermek gerek. Bağımsız olması gerek ve eminim TÜBİTAK’ta ödeme bekleyenler vardır. Bütün başvuruların tek bir merkeze gitmesi yoğunluk yaratıyor. Serbest piyasalara açılması, özel firmaların devlet adına dağıtması çok hızlandıracak. Denetim tarafı eksik. Yapıp daha başarılı olana daha çok verilsin.”
Sistematik önemli
‘Mobil Dünyada Dijital İnovasyon’ başlığında günün son panelinin de yönetimini Etkin Proje Kurucu Ortağı Kemal Sidar üstlendi. ‘Dijital Endüstrilerde Ar-Ge, Ar-Ge Merkezi Kurulumu ve Yeni Mali Mevzuat, Değerlendirici Hakem Bakış Açısıyla Ar-Ge Projeleri, Yeni Ar-Ge Mevzuatı ve Mali Uygulamalar’ panelinin konuşmacıları ise Modern YMM Denetim ve Danışmanlık Kurucu Ortağı ve Yeminli Mali Müşavir Güneri Gözüaçık, Gebze Teknik Üniversitesi Bilişim Enstitüsü Müdürü Doç. Dr. Mehmet Göktürk ve Etkin Proje Elektronik ve Yazılım Projeleri Grup Sorumlusu Dr. Sevgi Akgün oldu. Ar-Ge’nin tanımını yaparak söze başlayan Dr. Sevgi Akgün, bir Ar-Ge sistematiğinin önemine vurgu yaptı ve şöyle devam etti:
“Ar-Ge projesi için yenilik içermesi, yapacağınız projenin ve üreteceğiniz ürünün ülkemizde ve yurtdışında benzeri var mı yok mu iyi araştırılması lazım. Çünkü yapacağınız ürünün diğerlerinden farklı yönünün olması, sektörde bir ihtiyaca cevap vermesi ve ticarileşebilmesi gerekiyor. Bu nedenle projenizin yenilikçi olup olmadığını değerlendirmeniz gerek. İkinci olarak, eğer üreteceğiniz ürünün benzerleri varsa, bunun Ar-Ge yönünü nasıl geliştireceğinizi düşünmeniz gerek. Bizim izlediğimiz yol genelde, 1 milyon ve üstü projelerde mutlaka istenen akademik danışmanlık mekanizmasını işletmek oluyor. Projenin Ar-Ge yönünü geliştirmede akademisyenlerle çalışmak en iyi yöntemlerden. Bir diğer konu geliştireceğiniz ürünün ticarileştirilebilir olması önemli. Birincisi Ar-Ge yönü, ikincisi ticarileşebilir olması. Üçüncüsü ise firmanızın bunu geliştirebilecek altyapısı olması gerek. Mutlaka bilgisayar mühendisleri, yazılım konusunda eğitim almış teknik personel gerekiyor.”
Alışın ve çalışın
Kemal Sidar’ın “Projelerimizi neden onaylamıyorsunuz?” sorusuna ise Doç. Dr. Mehmet Göktürk şu yanıtı verdi:
“Türkiye'nin sosyo-ekonomik durumuna baktığımızda, daha çok ithalata dayalı. Firmaların da bir iş süreçleri var. Arada bir anlaşmazlık çıkıyor, bu nedenle firmalar için önemli olan ve gerçekten kendileri zor olan projeler aslında Ar-Ge projesi olmayabiliyor ve bu Türkiye gibi ülkelerde daha öne çıkıyor. Bizim bir anlayış değişikliği geçirmemiz lazım. Çünkü biz de orta gelir tuzağına düşüyoruz. Bizim bu tarafa geçmemiz, bularak gitmemiz lazım. Sektörün anlaması kolay değil. ‘Kesin çalışacak mı?’ diyor firma yetkilisi. Bilmiyoruz ki, Ar-Ge yapıyoruz, sonucu belliyse bu Ar-Ge olmuyor. Bunu baştan düşünmeniz lazım. 10-15 sene önceki prensipler bugün size Endüstri 4.0 diye satılıyor. Bulut bilişim de 80’lerde çıkmıştı ama siz şimdi öğreniyorsunuz. Dolayısıyla daha erkenden ve daha dipten başlamak ve buna alışmak lazım. Sektörümüz alışmadığı için projeler reddediliyor. Yeter ki çalışın.”
Ürüne dönüşen proje oranı
“Hakem ziyaretleri çok önemli, hakemi projenize inandırmanız gerek” diyen Doç. Dr. Mehmet Göktürk, “Biz bunun benzerini bulamadık diye bir açıklama yaparsanız kötü olarak yansıyor hakem raporlarına” bilgisini verdi ve süreç hakkında şu bilgileri paylaştı:
“1 hakem iyi, 1 hakem kötü gibi bir noktadaysa, genellikle o projenin reddedilmesi mümkün olabiliyor. Her hakem için ayrı bir ağırlık düşünülebiliyor. Yapılması gereken şu aslında, Ar-Ge yapıyorsunuz çok güzel, ama başarı oranı, endüstrileşme oranı nedir? Bu şekilde bakarsanız, hep garanti işlere gidecek, yaptığınız işi biraz daha evirip çevirip Ar-Ge diye satacaksınız ki çoğunluk şu an böyle gitmek zorunda. Çünkü sonucun olumlu olması isteniyor. TÜBİTAK da bunu istiyor. Ama Amerika’da IBM laboratuvarlarına baktığınızda ürüne dönüşen proje oranı yüzde 5, dolayısıyla böyle bir mekanizmayı Türkiye'de kurmamız lazım ve bunu nasıl çözeriz bilmiyorum.
Sistemi doğru kurun
Güneri Gözüaçık, sözlerine şirketleri çoğu zaman zor duruma düşürebilen Ar-Ge merkezlerindeki uygulamalara değinerek, şöyle devam etti:
“Muhasebe sisteminin, vergi planlamasının Ar-Ge özelinde çok da düşünülmediğini fark ediyoruz. Sonradan bazı şeyleri düzeltmek muhasebe sisteminin oluşturulması, onun ERP ile konuşması, şirketin diğer birimleriyle iş ve veri akışının sağlıklı yürümesi önem kazanıyor. 3-4 sene sonra size ‘Hangi dönemde ne kadar proje yapıldı, bu projelerin maliyetleri ne kadardır’ sorusu geldiğinde, buna rahat cevap verebilmek ve devletin sağlamış olduğu destek sürecini sonuna kadar tüketebilmek, bu anlamda önem kazanıyor. Yani sistemin doğru kurulmasında fayda var. Proje harcamaları çok farklı kalemlerde takip edilebiliyor ve şirketleri zora sokabilecek uygulamalarla karşılaşıyoruz. Haklara ilişkin sürecin başlayacağı dönem, kafa karışıklığı görüyoruz. Türkiye'deki sistem tek düzen muhasebe sistemi özelinde. Uluslararası finansal raporlamalar da mevcut, ama bu sistem UFRS’ye göre değil, Vergi Usul Kanunu ya da tek düzen muhasebe sistemine göre tutulmak zorunda. Yine projelerin ne zaman itfa olacağını, itfa olup olmayacağını bilemiyorsunuz. Dolayısıyla muhasebe ve vergi sürecinde projenin sonuna kadar bekleyip, sonra zaten başarısız projenin tamamını gider yazma şansınız olduğu için başarılı olup olmama noktasında çok dikkatli belirlemeler yapmak gerekiyor. Biliyoruz ki Ar-Ge merkezi olmayan, devlet projesi yürütmeyen, teknopark içinde olmayan bir sürü şirket var. Bu kapsamda verilen hizmet de KDV’den istisna yanında, bu projelerde çalışan ücretlerinin de belli bir kısmı 2017’den itibaren sonraki dönemde iade edilebiliyor. Teknopark içerisinde yer alan şirketlerin Ar-Ge yazılım ve yeni faaliyetlerinde elde ettiği kazançlar 2023’e kadar kurumlar vergisinden istisna. Bir de katma değer vergisi istisnamız var. Ama bu bir parça dikkat edilmesi gereken bir istisna. Ticarileşme aşamasında bir seri üretim dediğimiz bir kavram çıkıyor karşımıza. Eğer seri üretim varsa, ‘o üretimde elde edilen kazancın yaratılan hakka isabet eden kısmı istisnadır’ deniyor, hatta bu katma değer vergisi için de genişletiliyor. O zaman da sorunlar başlıyor. Birçok teknopark içerisinde istisna yüzde 100 gibi düşünülüyor. Bizim kısmi indirim dediğimiz bir katma değer vergisi süreci işliyor. Daha önce o hizmeti sunabilmek üzere sunduğunuz ürünün satışından KDV istisnası uygularken yüklendiğiniz bazı şeyler oluyor, onu da düzeltmeniz gerekiyor. Genel kural şudur: Satışta KDV’yi hesaplamazsanız, o zaman indirmemeniz gerekli. Oradaki istisna biraz sınırlı. Projeyi bekleyip başarılı mı başarısız mı bekleyeceğiz, seri üretim var mı yok mu bakacağız. Yazılımın internetten yüklenmesi şeklinde satışı düşünebiliriz, seri üretim vardır diyebiliriz, ama ayrıntısı olabilir. Buradaki kurumlar vergisi KDV’ye bağımlı.”