“Nano” tarafta durum nasıl?
Önceki yazımı, Türkiye’nin, silikon yarıiletkende kaçırdığı treni, grafen’de yakalayıp yakalayamayacağı sorusu ile bitirmiştim. Sabancı Üniversitesi Nano Uygulamalar Merkezi (SUNUM) direktörü Dr. Volkan Özgüz ile yaptığım sohbet, bu işin çok zor olduğunu gösteriyor. Grafen evet; uluslararası başarı evet; teknolojide liderlik evet; ama grafen yarıiletken teknolojisini Türkiye’nin bu alanda lider olması için ekonomik değere dönüştürmek çok zor.
Bunu üreten kimse yok. Kimselerin “kural koymadığı” bir alanda siz tüm kuralları koyarak oyun oynayacaksınız. Herkes, oyunu sizin kurallarınızla oynayacak. Bu bir avantaj. Biz bunu yapabilir miyiz? Evet, buna yetkiniz. Ama bu durumda işimiz iki kat zor. Hem hiç kimsenin o zamana kadar benzerini yapmadığı bir yarıiletken üretim teknolojisi ortaya çıkartacaksınız, ki geçmişte bunu YİTAL’de yaptık; hem de, başkasında olmadığı için bunun üzerine birçok devre elemanını kendiniz tasarlayacaksınız, bunu da yaptık. Yaparız, gene yaparız. Ama yapması çok zor olan şey, geçmişte de başarılamadığı üzere bunu ekonomik değere dönüştürmek. Çünkü, bunu ekonomik değere dönüştürmenin tek yolu, “kendi teknolojisi ile büyük miktarlarda üretim (mass production) yapmak”. Bunun için bir grafen yarıiletken fabrikasının ayakta kalmasını sağlayacak kadar bir pazar gerekli. Önceki yazımda, TV üreticilerinden bu özlem ile söz ettim. Diğer gerekli olan ise kuruluş ve devreye alınış masraflarını karşılayacak maddi kaynak. Bu maddi kaynak için bu alanda önde olan hangi ülkeye gidip yüzeyi kazısanız, altından devletin parası çıkıyor. Hani, 17 Aralık’tan bu yana ekonomik kaybımız konuşuluyor ya? İşte onun beşte birini devlet bu iş için gözden çıkarsa (diyelim kaybettik, en azından “denedik” derdik), emin olur kaybetmeyiz, dünya lideri oluruz. Ne yazık ki, her şeye para var da, teknoloji yaratalım deyince para yok.
Ne yapılabilir?
Yukarıdaki süreci, amatör ve akademik boyutta yürütürüz. Üretim teknolojisini ve devre elemanları kütüphanesini oluştururuz, uluslararası bir üreticiye 20-30 milyon dolara satarız, bunu onlar ekonomik değere dönüştürür. Buluş bizden çıktı, kimse unutmasın, herkes onu Türkçe adıyla ansın diye de adını “Fatih teknolojisi” koyarız.
Başka?
Niş teknolojilere bakarız. Birinin elindeki, kullanımdaki bir yarı iletken üretim teknolojisine, aklımızı kullanır, ufak “nano” eklemeler yapar, bu olanaklar ile yeni devre elemanları tasarlarız, diyelim, öncekine göre aynı işi yapan devreyi 10 kere daha az enerji gerektiren kılarız. Dönem enerjide verimlilik dönemi, “çığır” açarız. Ama yalnızca o üretim teknolojisini kullanan o üreticide geçeli olur bu iyileştirmeler. Olsun, bir sonraki dalgada bize yeterlilik kazandırır.
Başka bir niş alan, ana süreci, işlemci gibi tüketici elektroniğine yönelen bir alanda değil, ama daha küçük, daha dar bir alanda diyelim savunma sanayisinde terahertz frekanslarda bir uygulamada kullanırız. Bırakın lider olmayı, dünyada tek oluruz. Ama bu alanın pazarı küçücüktür, birkaç yüz milyon doları bulunca bayram ederiz.
Daha başka?
Yarı iletkeni bir tarafa bırakacak olursak, nano olaylarla birçok yapılamayanı yapmak mümkün. Tıpkı kristal oluşturur “kendi kendini monte eden” nano yapılar gündemde. Kristal, tek maddenin bir iskelet kurması; bu, birçok maddenin kendince doğal bir iskeleti kendiliğinden oluşturması. SUNUM’da Dr. Özgüz, bunları laboratuvarda elde edebiliyor. Diyor ki “Örneğin tüm dünyanın cep telefonu antenlerini (bunlar kart üzerinde bir devre elemanı şeklinde) yapan bir tesis kurabiliriz”. Bu yolla, elektronik devrelere uygulandığında pahalı fabrika ve baskı tesisi gerektirmeyen bir üretim şekli ortaya çıkıyor.
İki seneyi geçiyor, “silinip tekrar yazılabilen CD’ler gibi yazıcı kağıdı ve yazıcısı” aklıma takılmıştı. Amacım, mürekkep kartuşu ve çöpe atılan kağıtlardan kurtulmaktı. Evet nano ile mümkünmüş!
Ya da, güneş vurunca hem kendini temizleyen, hem de elektrik üreten bir dış cephe boyası yapabiliriz. Sür gitsin, temiz kalsın, ürettiği elektrik de üzerine hediye kalsın. Verimi düşükmüş, kimin umurunda?
Veya, termostatlı izolasyon malzemesi yaparız. Diyelim 25ºC için olanını aldınız, cama yapıştırdınız, içerisi 25ºC nin altındaysa dışarı ısı kaçağını önlüyor, bunun üzerine çıkarsa, içeri ısı girişini önlüyor. Sıcak mı geldi? gidin 23ºC için olanını alın, onu yapıştırın.
Yapılabilecekler arasında yarı canlı karışımlar da var. Örneğin, canlı hücrelere eklenmiş nano malzeme ile hücre çoğalmasını hızlandırıp “kemik kırıklarını birkaç günde eskisinden sağlam” yapıştıracak karışımlar. Bunlar canlı mıdır cansız mıdır tam tanımlanamadığı için, “karışım” tanımlamasını kullandım, siz değerlendirin. Gene aynı türden karışımlar, çeşitli hastalıkların tanısında “bir damla kanı üzerine damlat, anında kesin teşhis” belirleyicileri olarak kullanılabilir.
Grafen plakanın yakıt pilinde kullanımı da gündemde, bir dizi avantajı var. Ama, hidrojen ile beraber yakıt olarak metan’ı da depolayıp karma yakıtlı pil yapmak da bir seçenek. Burada, okurlarım hatırlayacaktır, Ord. Prof. Dr. Serdar Sarıçiftçi’nin (Linz, Avusturya) ilginç katkıları olacak gibi görünüyor. Tüm bunlar günümüzde araştırmacıların önündeki konular. “AB ortak programlarından destek alan projelere bakın, teknoloji nereye gidiyor görürsünüz. Oralarda yer almak isteyip istemediğiniz size kalmış bir seçimdir” diyor Dr. Özgüz.
Neden esas değil de yan alanlar?
Görünüyor ki, arkada ciddi bir siyasi duruş; devletin, başka yollarla 5-6 katı bir haftada kaybediliveren kaynakları bu işe ayırması olmadan, “nano”dan bilişime doğrudan isabet eden bir çıktı olmayacak. Dr. Özgüz de aynı düşüncede, Güney Kore’nin, Tayvan’ın, dolaylı olarak ABD’nin, yaptığı gibi bir çıkış ile, iki-üç basamaklık bir sıçrama yapmayacaksak, “niş teknolojiler”e, “veya”, “ya da” ile adres gösterilen alanlara mahkum kalacağız. Bu aralar hükümette kimsenin bu işlere kafa yoracağı yok. Aman dikkat, plansız programsız iki üç basamak birden sıçramak çok tehlikeli, ayağınız kaydı mı, merdivenin dibinde bulursunuz kendinizi.