Netflix, Oscar da aldı
Emmy, Altın Küre, BAFTA derken, Netflix’in sinema filmi değil, kendi dijital platformu için desteklediği, “müthiş” pazarladığı Roma, en iyi film Oscar’ı alamadıysa da önemli değil. Yönetmeni, bir görsel sanatçı olduğunu dünya aleme gösterdi. Roma, en iyi yönetmen, en iyi sinematografi, yabancı dilde en iyi film ödüllerini topladı, Netflix vasıtasıyla.
Film, daha iki hafta önce İngiliz Oscarı BAFTA’da 7 dalda aday gösterilmişti: En iyi film seçildi. Yabancı dilde en iyi film de seçildi. En başarılı sinematografi. En iyi yönetmen… Ama diğer üç kategoride (editing, senaryo, prodüksiyon tasarımı) ödül alamadı.
Bu başarılar şunu söylüyor: Dijitalleşme, filmin tanımını değiştiriyor artık. Filmin, hangi formatta, hangi mecrada (medium) “gösterildiği” önemini tamamen kaybedecek. Ama buna henüz zaman var. Çünkü Steven Spielberg bile hala şunu diyebiliyor: “Netflix filmleri Emmy hak eder, ama Oscar değil.” Neden? Çünkü sinema filminin “tanımı” 20’inci yüzyılda yapılmış. Ve bu tanım değişmeyecek sanılırken, Netflix diye bir şirket, değiştiriyor. Film Festivalleri bu yeni durumu görmemeli mi? 21’nci yüzyılın ilk 20 yılı biterken bile, hala daha 20’inci yüzyıl teknolojisinin tanımlarını mı korumalı?
Netflix’in yıkıcı inovasyonu, 2013’te “House of Cards” dizisiyle ilk kez Emmy kazanmasıyla başladı. Amerikan televizyon yayıncılığını ödüllendiren Emmy, ilk kez, “bir tv kanalı olmayan bir şirketin filmine” ödül verdi. Verebildi: Çünkü radyo, televizyon, internet, film, müzik, yazılı kaynaklar (gazete, dergi, kitap, vb) hepsi “yakınsama süreci” içinde. Eskiden, bunlar için farklı araçlar, cihazlar, gerekler varken, şimdi hepsi tek bir yerde (cihazda) bir arada durabiliyor. Oysa bu yakınsamayı “saymayanlar” için sinema filmi, ille ve mutlaka sinemada izlenmek zorunda! Elbette ki film çekim teknolojisi, seslendirme, ve başka teknikler (örneğin 3D) bir filmi sinemanın büyük ekranında daha sanatsal yapar. Ama, bu sadece bir kişisel tercihtir artık. İsteyen, kendi mobil cihazında, kendi ekranında izleyebilmeli.